Sendika.Org bu kadar işi Gezi’den bildiğimiz ve Gezi’yi hatırlatan bir neşeyle kolayca yapıyormuş halleriyle, iktidarı en çok rahatsız eden şeyleri temsil ederken bizleri de sevindiriyor
Bugünün medya ortamını, 12 Eylül’ünkinden ayıran en önemli nokta, basın özgürlüğü ve habere sahip çıkma mücadelesinin etkisi, yaratıcılığı ve görünürlüğü. Sendika.Org bu kadar işi Gezi’den bildiğimiz ve Gezi’yi hatırlatan bir neşeyle kolayca yapıyormuş halleriyle, iktidarı en çok rahatsız eden şeyleri temsil ederken bizleri de sevindiriyor
Sendika.Org’un 5 Ağustos’ta düzenlediği dayanışma partisinde, sansürcülere inat “sendika60, 70, 80…” diye göbek atıldı.
Emirgan Çınaraltı çay bahçesi, 18 Eylül 1980…
Çalıştıkları gazete (Halkın gazetesi Demokrat) 12 Eylül günü kapatıldığından -bendenizin de aralarında olduğu-10-15 genç gazeteci “bir okul mezunları grubuymuş havasında”, ne yapacaklarını konuşmak için çay bahçesinde toplanırlar. İhbarların “birer sansar” olduğu o günlerde herkesin gözü önünde toplanarak faşizme zekice bir çalım attıklarını düşünmektedirler. Ne var ki o gün Türkiye’nin bütün çay bahçelerinde asılı televizyonlardan, darbeci generallerin Meclis’teki yemin töreninin naklen yayınlanacağını hesaba katmamanın bedelini, bir şey konuşamadıkları bir yana, İstiklal Marşı çalındığında herkesle birlikte mum gibi ayağa dikilerek öderler…
Her ne kadar bir araya geldiğimizde devrimci cakamızı bozan o tuhaf günü gülerek hatırlasak da, gazetemiz Demokrat bir daha çıkamadı, çoğumuz da uzun yıllar gazeteciliği aklımızdan bile geçiremedik. Üstelik darbeyle başımıza gelen şeylerin en hafifiydi bu.
Medyaya yönelik baskılar açısından 12 Eylül bugünden kötü müydü?
Bunun cevabı kolay değil. Bir kere 37 yıl öncesi ile bugünün medya ortamı arasında kıyaslamayı imkansız kılan devasa farklılıklar var.
Bırakın cep telefonunu, bilgisayar yok. Haberler daktilo ile yazılıyor. İnterneti ise henüz hayal etmek mümkün değil. TRT’den başka radyo ve televizyon yok, gazeteci sayısı daha az ve medya patronları aynı zamanda farklı sektörlerde ihale işlerine gömülmüş değil.
Emek örgütleri, sendikalar o zaman daha güçlü. Buna karşılık ordunun itibarı ve “devletin bekçisi” olduğu fikri henüz kamuoyunun önemli bir kısmında ve ana akım medyada çok güçlü.
Böylesine farklılıklar söz konusu olunca, karşılaştırmayı cezaevindeki gazetecilerin, kapatılan medyaların sayıları gibi veriler üzerinden yapmak çok anlamlı değil. Daha kapsamlı bir algılama için, siyasi bağlam farkını da eklemeliyiz.
Muhalefeti hızla etkisiz hale getirip, ülkeyi uluslararası sermayeye açma görevini üstlenen ama rejimin özünü koruyan bir askeri darbe ile, rejimin bütün kurum ve kurallarını değiştirerek, başka bir tarih başlatmayı ve asla iktidardan gitmemeyi hedefleyen bir “sivil” ekonomik ve politik iktidarın farkı.
Bu ikisi arasındaki fark mesela basın özgürlüğünü de çok yakından ilgilendiren Yargı açısından düşünüldüğünde, kime ne ölçüde uygulanacağının sınırları üç aşağı beş yukarı belli bir hukuksuzluk yerine, herkese her an çarpabilecek ölçüsüz bir hukuksuzluk anlamına geliyor.
12 Eylül’ü bugüne göre nispeten çok daha ufak tefek sıyrıklarla atlatmış olan Cumhuriyet gazetesinin o yıllardaki Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve bugün Cumhuriyet davası sanıklarından olan Orhan Erinç’in “Neredesin 12 Eylül” başlıklı yazısındaki karşılaştırmayı tam da bu açıdan okumak mümkün:
Bir sivil yönetimin, hem askeri hem de sıkıyönetim yöntemini kullanan bir cunta yönetiminden daha kötü olacağını düşünemezdim. Ama, ‘ileri demokrasi’ diye nitelendirilen AKP iktidarının OHAL döneminde onu da görmek ve yaşamak durumunda bırakıldık.
Fakat, iki dönemi başka bir yönden, baskının dozu değil, direncin dozu açısından kıyaslamak da mümkün. Her iki dönemde de iktidarlar medya üzerinde mutlak kontrol sağlamayı hedefledi, bu açık. Ama hangisi bunda daha “başarılı” oldu?
Bunun yanıtı tartışmasız “12 Eylül”dür.
12 Eylül rejiminin medya üzerinde sağladığı mutlak kontrol, baskıcı yöntemlerinin yanında “ordunun müdahalesinin kaçınılmazlığı” fikrinin ana akımda darbe öncesinden itibaren egemen olmasından kaynaklanmıştı. Muhalif olabilecek basın ise zaten ilk gün kapatılmış ve varolabileceği alan bırakılmamıştı.
Sonuçta 12 Eylül, bağımsız habere ve fikirlere ulaşmanın önünü yıllarca kapatmayı başardı. 1982’deki referandumda hak ve özgürlükleri cendereyi sıkıştıran berbat anayasanın yüzde 90’ın üzerinde onay almış olması bunun doğrudan sonuçlarından biriydi.
Buna karşılık AKP iktidarının, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası iyice koyulaştırdığı baskı girdabı içinde, böyle bir kontrol sağlayabildiği söylenemez.
Tehdit, baskı ve el koymayla bilhassa ana akımda sağladığı görülmemiş tekele, cezaevindeki gazeteci ve kapatılan medya sayısında bütün uluslararası rekorları kırmasına rağmen, hala toplumun yüzde 50-60’lık bir kesiminde fikri hegemonyasını kuramamanın hırçınlığı içinde. 16 Nisan referandumunda istediği zaferi elde edememiş olmasında önemli bir pay, teslim alamadığı medyalara ve gazetecilere aittir.
Bu bakımdan bugünün medya ortamını, 12 Eylül’ünkinden ayıran en önemli nokta, basın özgürlüğü ve habere sahip çıkma mücadelesinin etkisi, yaratıcılığı ve görünürlüğü.
Her gün, mahkeme salonlarını basın özgürlüğü kürsüleri haline getiren, hapiste, gözaltında boyun eğmeyen, soruşturma, karalama, gözaltı, dayak, hapis, işten atılma, kapatılma tehditlerine pabuç bırakmayarak haber yapmakta ve doğrularını yazmakta ısrar eden, bulundukları farklı medya ortamlarında iktidarın hedefi olma pahasına halkın haber alma hakkını savunan, sokaklardan, köylerden, ateş altından canlı yayın yapan ve birbiriyle dayanışan gazeteciler ve medya kuruluşları mesleğimizin yüzünü ak ediyor.
Gezi’den bildiğimiz…
Bu direnişte, inatla erişime engellendiği halde okuyucularını haberden mahrum etmemekte ısrar eden, bugünlerde 61’inci adresini eda ettiğimiz Sendika.org’un yeri özel.
Yerinden, güvenilir, ilkeli, ilginç, hızlı ve iyi edit edilmiş haberler, bilgiye dayalı yorumlarla, türlü engellere karşı yaratıcı taktiklerle haberi almanın ve iletmenin yeni yollarını keşfederek, halk saflarını bölen, haberciliği zayıflatan tuzaklara düşmeyerek, dayanışarak, birleştirerek, yılmayarak, korkmayarak direniyor.
Bir de üstüne, Sendika.Org bu kadar işi Gezi’den bildiğimiz ve Gezi’yi hatırlatan bir neşeyle kolayca yapıyormuş halleriyle, iktidarı en çok rahatsız eden şeyleri temsil ederken bizleri de sevindiriyor.
#DirenSendikaOrg, #DirenHaber sana ihtiyacımız var.