Marx, burjuva sınıfının aşırı yoksulluğa dair önlemleri, ancak düzene bir tehdit oluşturduğu noktada gündeme aldığına işaret eder
Marx, burjuva sınıfının aşırı yoksulluğa dair önlemleri, ancak düzene bir tehdit oluşturduğu noktada gündeme aldığına işaret eder. Bu önlemlerin ardındaki başlıca amaç, aşırı yoksulluğu belirli bir disiplin altına sokmak ve uygun şekilde yönetmektir. Bunun için hayırseverlik ve onun örgütlenmiş biçimi olan hayır kurumları işe koşulur
Marx sıkça dönemin İngiltere’sinde pamuk üretiminde bulunan işçilerin ve üretimin yapıldığı bölgelerdeki işsizlerin yaşam koşullarından bahseder. Pamuk ürünleri büyük miktarlar halinde ekili arazilerden fabrikalara, oradan da dolaşıma aktarılırken ve böylece sermaye birikimi muazzam ölçülerde artarken, işçi sınıfının deneyimlediği büyük sefaleti anlatır. Bu sefalet işçilerin bir kısmının işsiz bırakılmasıyla açık bir insan kırımına dönüşür.
Marx bu çalışmaların kimilerinde işsizlik ve hayır kurumları arasındaki ilişkiye özellikle değinmiştir. Bunlardan Die Presse için yazdığı İngiltere’de İşçilerin Sefaleti başlıklı makalesinde, yaşanmış bir olayı konu eder.[1] Örneğinde, Yorkshire’ın Batı kısmında yer alan Gauxholme’de harabe halindeki bir kulübenin zemin katında yaşayan yaşlı bir adamdan ve iki kızından bahseder. Baba çelimsiz ve dahası bakıma muhtaç durumdadır. Kızları ise Halliwells isimli bir dokuma fabrikasında çalışırlar. Deyim yerindeyse “karın tokluğu”na çalışan kızlar, bir süre sonra işten çıkarılırlar. Böylece onlar için on beş hafta süren bir yaşama savaşı başlamış olur. Bir köşeye bıraktıkları birkaç demir paranın da bitmesinin ardından, yiyecek alabilmek için sattıkları üç beş eşyayı da elden çıkarırlar. Komşuları da benzer koşullar deneyimlediklerinden, dişe dokunur herhangi bir yardım göremezler. En sonunda devletin denetiminde olan bir hayır kurumuna başvurur ve evlerinde beklemeye başlarlar. Günler sonra evlerine ulaşan bir memurun resmi raporuna göre, kızlardan biri ölmüş, babanın sağlık durumu iyileşemeyecek ölçüde kritik bir noktaya ulaşmış ve ev içerisinde ne yiyecek ne de kullanılabilecek bir eşya kalmıştır. Marx’ın ifadesiyle, hayır kurumu “bir parça kırıntı vermek” niyetiyle geldiğinde, kızlardan birisi için artık çok geçti.[2] Kurumdan daha süratli olan hukuk komisyonu ise, “yoksulluk yasası”nı uygulayan birimin kızın ölümüyle ilgili hiçbir sorumluluğu olmadığı ve kızın eceliyle öldüğü kanaatine varmıştır.
Marx söz konusu olayın tek bir örnekten ibaret olmadığını ve bilinen ya da bilinmeyen çok sayıda başka olayın da yaşandığını belirtir. Peki, bugün aksini söyleyebilmek mümkün müdür?
Marx bir başka çalışması olan Pamuk İşçilerinin Sefil Koşulları’nda, burjuva basınının buna benzer olayların kitleselleşmesinden nasıl büyük bir endişe duyduğunu anımsatır.[3] Bu endişe halinin sebebi, elbette işçileri korumak adına değildir. Aksine işçiler, onların pek de umurlarında olmazlar. Mühim olan işçilerin böylesi olaylardan yola çıkarak örgütlenmelerini ve sonrasında düzene karşı bir tepki oluşturmalarını daha baştan engellemektir. Bunun için manipülasyon araçları tek başına yeterli değildir. Peki, işçiler böylesi kırım boyutunda aşırı bir yoksulluk haline nasıl mahkûm edilirler?
Bu aşırı yoksulluk halinin başlıca iki nedeni olduğu düşünülebilir. Bunlardan en yaygın olanı işsizlik ve dolayısıyla geçimini sağlamak için gerekli değişim araçlarına sahip olamama halidir.[4] Diğeri de fiziksel ya da bilişsel engel hali, sağlık durumu gibi nedenler dolayısıyla çalışamama halidir. Burjuvazi her ikisinin de sorumlusunun işçilerin kendileri olduğunu söyler.[5] Oysa her ikisi de sermaye odaklı toplumun yapısal birer sonucudur ve bu ilişkiler içinde bütünüyle ortadan kaldırılabilmeleri mümkün değildir; ancak işçi sınıfının mücadelesiyle görece iyileştirilebilmeleri söz konusu olabilir.
Marx, burjuva sınıfının aşırı yoksulluğa dair önlemleri, ancak düzene bir tehdit oluşturduğu noktada gündeme aldığına işaret eder.[6] Bu önlemlerin ardındaki başlıca amaç, aşırı yoksulluğu belirli bir disiplin altına sokmak ve uygun şekilde yönetmektir. Bunun için hayırseverlik ve onun örgütlenmiş biçimi olan hayır kurumları işe koşulur. Böylece hayır kurumları, aşırı yoksulluğun düzene yönelik bir tehdit olarak örgütlenmesine karşı onu kontrol altında tutarlar.[7] Bunun yanında, burjuvazi için bir gösteri olanağı sunar ve yaptıkları hayır karşılığında angarya ve manipülasyon olanaklarının artmasını sağlarlar.
Aşırı yoksulluğun kendini açıkça görünür kıldığı ve bunun sonucu olan huzursuzluğun kitleselleştiği noktada, aşevi ve farklı biçimler altındaki hayır kurumları, olası ölüm vakalarını önlemek amacıyla harekete geçirilirler. Bu kurumlar, bireyleri kendilerine muhtaç kılar, hallerine şükretmelerini salık verirler. Bunu öğüt, sohbet ve benzeri isimler altında sundukları belirli ideolojik formlar aracılığıyla gerçekleştirirler. Böylece kendilerini isyana teşvik eden kimselerin aldatmacalarına(!) karşı bağışıklık kazanır, onlara kulak asmamayı öğrenirler. Bu durumda olası örgütlenme koşullarından ve sorunun esas çözümlerinden uzaklaşırlar. Bütün kaygıları yaşamlarını sürdürmek olan söz konusu bireyler, bir başka yol bulana kadar (örneğin bir iş bulmak), hayır kurumlarına mutlak bir bağımlılık hali deneyimlerler.
Hayırseverlik burjuvazi için aynı zamanda bir gösteri olanağıdır.[8] Bu gösterilerden en sık karşılaşılanı yoksullara yardım geceleridir. Katılımcılar aşırı yoksulluğun sorgulanmasına müsaade etmeden ne kadar iyi(!) olduklarını sergilemeye çalışırlar. Böylece bir televizyon kanalının o günkü malzemesi olarak, kendilerini tüm topluma birer iyilik timsali biçiminde sunarlar. Bu şekilde, bir yandan yöneticiler, sermayedarlar ve envai çeşit ünlü, diğer yandan hayır kurumları kendi reklamlarını kendileri yapar ve bu mecrayı en iyi şekilde değerlendirirler. Başlarının üstünde taşıdıkları sahte haleyi daha da yakından göstermek amacıyla, birkaç yoksulu sahneye çağırıp kendilerine teşekkür ettirirler. Bu sırada birkaç sahte gözyaşı da elbette sahnedeki yerini çoktan almıştır…
Engels’in de işaret ettiği gibi[9], hayır kurumları tarafından sağlanan ihtiyaç malzemeleri sanıldığı gibi karşılıksız değildir. Başka bir deyişle, sağlanan tüketim metalarına dair karşılığın değişim aracı dışında bir seçenek aracılığıyla ödenmesi beklenir. Bu noktada çoğunlukla, iktidar olanın taleplerinden bahsedilebilir. Zira iktidar, hayır kurumlarının denetimini yasalar aracılığıyla elinde tutmaktadır. Bu durumda, bireylere iktidarın desteklenmesi adına birtakım talepler sıralanır. Oy bunların başında gelir. Birey yapılan hayır karşılığında oyunu, onu metalaştıran iktidara devreder. Dahası iktidarın miting ve seçim çalışması gibi siyasal etkinliklerine katılması beklenir.[10] Bu sırada bireyleri açlıktan kurtaran(!) hayırseverin kültleştirilmesi bir koşul olarak belirir. Böylece kendilerine sağlanan tüketim metalarına ve az miktardaki değişim aracına muhtaç olan bireyler, hayırsever görünümlü cellâtlarına boyun eğerler.
Burjuva hayır kurumları işçilerden damla damla çalınan emeklerinin[11] kırıntılarını onlara sadaka niyetine verirler. Ne var ki, bunu da karşılıksız yapmazlar. İşçinin olanı işçiye bir iyilik gibi sunarken, karşılığında değişim aracı yerine oy ve siyasi destek talep ederler. Bu noktada hayır kurumları ideolojik etkilenimi üstlenir ve bireylerin iktidarın sözünden çıkmamalarını sağlarlar. Bu şekilde bireylerin örgütlenmesine ve bilinçlenmesine karşı, hayır kurumları aracılığıyla büyük bir set çekerler.
Dipnot:
[1] Karl Marx, “Workers’ Distress in England”, Marx-Engels Collected Works Volume 19, ss. 239-242.
[2] A.g.e., s. 242.
[3] Karl Marx, “The Distressed Condition of Cotton Workers”, Marx-Engels Collected Works Volume 19, s. 246.
[4] Marx işsizliği açıklarken birçok farklı nedeni konu eder. Başlıca neden olarak, üretimin, üretim araçlarındaki sürekli gelişim dolayımıyla, oranlar bakımından daha az canlı emek gereksinimi duymasını gösterir. İşçi istihdamının sürekli artış halinde olmasına karşın, artan genel nüfus içindeki oranı bir önceki rakamın gerisinde kalma eğilimi taşır. Böylece işçi sınıfının işsizler kesimi, eşdeyişle yedek işgücü ordusu rakamsal bakımdan her geçen gün büyür. Buna elbette, ara sınıfların tekelleşmenin bir sonucu olarak mülksüzleşmeleri ve işçi sınıfı nüfusuna eklenmeleri gibi birçok farklı ek neden eklenebilir. Bkz. Karl Marx, Kapital I, çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları, 2010, ss. 544-550.
[5] Karl Marx, “Critical Marginal Notes on the Article ‘The King of Prussia and Social Reform. By a Prussian’ ”, Marx-Engels Collected Works Volume 3, s. 195.
[6] A.g.e., ss. 194, 195.
[7] Bu koşul işçi sınıfının örgütsüz olduğu ve sınıfın dayanışma kurumlarının etkisiz kaldıkları durumlarda gerçekleşir.
[8] Marx’ın Kutsal Aile’deki konuya dair anlatımları için bkz. Karl Marx, “The Holy Family or Critique of Critical Criticism”, Marx-Engels Collected Works Volume 4, s. 194.
[9] Friedrich Engels, “The Condition of the Working Class in England”, Marx-Engels Collected Works Volume 4, ss. 564, 565.
[10] Kimi zaman bulundukları yerlerde iktidarı korumaları ve hatta muhbirlik yapmaları beklenir. Bu çoğunlukla istenilen boyutlara ulaşmaz. Ne var ki lümpen proletaryanın oluşumu için bir insan kaynağı oluşturur.
[11] Bu noktada burjuvanın işçinin artı-değerine el koyması bakımından bkz. Önder Kulak, “Karl Marx’ta Yabancılaşma, Meta Fetişizmi ve Şeyleşme Kavramları”, Marx ve Sonrası: Marksist Düşünceye Katkılar, İstanbul: İthaki Yayınları, s. 26-27.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.