Dünya genelinde sürmekte olan hegemonya kavgası her geçen gün yeni boyutlar kazanarak derinleşiyor. Sürecin belli başlı aktörleri ABD, Çin, Rusya ve AB (Fransa-Almanya) geçtiğimiz hafta da sürecin temel dinamiği olan “Postmodern Yeniden Paylaşım Savaşı”nı katmerlendiren adımlar attılar. Bunların bazılarına kısaca göz atalım: Bir süredir görece sessiz giden Güney Çin Denizi krizi geçtiğimiz hafta sonu yeniden […]
Dünya genelinde sürmekte olan hegemonya kavgası her geçen gün yeni boyutlar kazanarak derinleşiyor. Sürecin belli başlı aktörleri ABD, Çin, Rusya ve AB (Fransa-Almanya) geçtiğimiz hafta da sürecin temel dinamiği olan “Postmodern Yeniden Paylaşım Savaşı”nı katmerlendiren adımlar attılar. Bunların bazılarına kısaca göz atalım:
Bir süredir görece sessiz giden Güney Çin Denizi krizi geçtiğimiz hafta sonu yeniden hareketlendi. Çin, ABD’ye ait savaş gemisi USS Stethem’in Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı alanda yer alan bir adanın yakınından geçtiğini açıkladı. Çin bunu ciddi bir askeri ve siyasi provokasyon olarak niteledi.
Trump’la Çin Devlet Başkanı Şi Cinping buluşması sonrası gündeme gelen “yumuşama”nın arıziliği, Kuzey Kore’nin balistik füze denemeleri eşliğinde böylelikle görünür hale gelirken, Çin-ABD arasındaki gerilim bununla da sınırlı kalmadı. ABD’nin Güney Kore’de Bölge Yüksek İrtifa Hava Savunması (THAAD) sistemlerinin kurulmasındaki ısrarı da Çin tarafından tepkiyle karşılandı. Şi Cinping, bunun “bölgedeki stratejik dengeleri bozacağı” uyarısında bulundu. ABD’nin Tayvan’a 1.3 milyar dolarlık silah satışı ise adeta Çin’e yeni bir meydan okumaydı. Bu aynı zamanda ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelmesinden bu yana Tayvan’a yapılan ilk silah satışı olma özelliği taşıyor.
Silah satışı ile ilgili ABD Dışişleri Bakanlığı “‘Tek Çin’ politikamızda bir değişiklik söz konusu değildir” derken, Orwelvari bir cin fikirlilikle de “Tayvan’a yapılan silah satışlarının bölgedeki barış ve istikrara katkıda bulunduğunu” söyledi.
Yine ABD ile devam edecek olursak ABD, Orta Asya’daki etkinliğini Afganistan üzerinden yoğunlaştırmayı tercih edecek. Bugünlerde Afganistan’daki asker sayısını artırmayı da içeren “yeni Afganistan stratejisi” tartışmaları Pentagon’un gündeminde. Bu kez ana bahane DAİŞ. ABD’nin bu bölgede Suudi Arabistan’la birlikte çalıştığını unutmadan, bu yaklaşım, Afganistan-Pakistan üzerindeki İran, Rusya ve Çin ilgisine ABD tarafından verilmiş bir yanıt olarak görülebilir. Bölgede Ramazan ayında yapılan saldırılar sonucu yüzlerce insanın öldüğünü hesaba katarsak, sürecin bu yönde tırmanacağı, (çetelerin Ortadoğu’dan bölgeye geri dönüşü, uluslararası teşvikler artı DAİŞ, Taliban ve yeni türeyen örgütler arası rekabet de düşünülürse) öngörülebilir. Pakistan-İran sınırında yer alan Belucistan bölgesi şimdiden cihadist çeteler tarafından çatışma alanına dönüştürülmüş durumda. Bu bölge Çin’in “Tek kuşak-Tek Yol” stratejisi açısından hayati önemde.
Rusya-Çin ikilisine bakacak olursak son dönemde, Çin’in şekillendirdiği “Tek Kuşak, Tek yol” stratejisi çerçevesinde uyumlu birer ortak görünümü veriyorlar. Nitekim Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, G-20 öncesi Moskova’ya giderek Putin’le buluşacak. Bu görüşmede yeni anlaşmalar yapılması bekleniyor. Postmodern savaşın karakteri gereği kampların-ittifakların mutlaklığı gibi bir durumdan söz edilemez. Örneğin Ortadoğu ve genel planda İran-Rusya-Çin ittifakından söz etsek de bu ülkelerin kendi çıkarları merkezli tasarruflarda bulunmadıkları ya da yeri geldiğinde karşı karşıya kalmayacakları anlamına gelmez. İran’ın Türkmenistan bağlantısını da arkasına alarak Karadeniz üzerinden AB ile girişeceği olası gaz ticareti pekala Rusya ile İran’ı karşı karşıya getirebilir, ama bu Çin’in politikalarına uyumlu. İran’ın Ermenistan-Gürcistan üzerinden böyle bir hat kurma çabası var. Bu da kaçınılmaz olarak Dağlık Karabağ sorununun yeniden hareketlenmesi anlamına gelebilir. Geçtiğimiz hafta Rusya’nın Azerbaycan’a yeni füze sistemleri satmasının gündeme gelmesi bu olasılığı besler nitelikte.
Asya’da Myanmar, Tayland, Filipinler ve Keşmir’de süren çatışmalar ve son olarak Hindistan-Çin arasındaki sınır anlaşmazlıkları, Ortadoğu ve giderek özellikle Afrika üzerinde genişleyen çatışma alanlarına Güney Amerika-Pasifik bölgesinde yeni kamplaşmalar da eklenerek bu tırmanışın süreceği görülüyor. Bu “geçiş sürecinin” kısa zamanda sonuçlanma olasılığı yok. Aksine paranın aklının hâkim olduğu güçler, dünyayı özellikle küresel ısınma bağlamında geri dönülmez bir felakete sürüklemeye adaylar.
Dünyanın sorunlarının karmaşıklığı, çok yönlü bağlantıları bütün bu olumsuzlukları değiştirmek isteyenlere, başka bir dünyanın mümkün olduğu umudunu taşıyanlara, yüklü görevler biçiyor. Bunlardan biri de bütün dünyayı kavramayı önüne koyan çok boyutlu direnişler ve organizasyonlar yaratmak olmalı.