“Kılpayı kazanan başkanlık rejiminin önünde, ulusal-uluslararası sıkıntıların yanı sıra bu ‘tersine trend’in yarattığı endişe duracaktır. Erdoğan haklıdır, İstanbul Türkiye’nin özüdür, özetidir”
“İstanbul Türkiye’nin özüdür, özetidir.” Erdoğan’ın bu sözüne atıfla referandumu değerlendiren Gazete Duvar yazarı Hakkı Özdal, Erdoğan-AKP’yi iktidara taşıyan koşulların bu kez Erdoğan-AKP eliyle ve kendi aleyhine olacak şekilde yaratıldığını söyledi ve ekledi: “Kılpayı kazanan başkanlık rejiminin önünde, ulusal ve uluslararası çok sayıda sıkıntının yanı sıra bu ‘tersine trend’in yarattığı endişe duracaktır” dedi
Tek Adam rejimi referandumunun sonuçlarına ilişkin en çarpıcı değerlendirmelerden birini Gazete Duvar’dan Hakkı Özdal kaleme aldı.
Refah Partisi’nin (RP) 1994 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara’yı kazandıran süreçten söz ederek yazısına başlayan Özdal, “O seçim bir milat oldu. İstanbul ve Ankara’yı kazanan RP’nin ve ardından –esasen bu belediyelerden çıkacak olan– AKP’nin Türkiye siyasetini domine edeceği bir dönem başladı” dedi ve İstanbul’un öneminin Erdoğan tarafından da sıklıkla dillendirildiğini anımsattı.
Özdal, 12 Eylül darbesiyle sol siyasetin silindirle üstünden geçilen, sendika, meslek örgütü gibi sınıf bilinci ve direnci taşıyan örgütlerin yok edildiği, toplumsal dayanışma ağlarının zorla söküldüğü Ümraniye, Sultanbeyli, Sarıgazi, İkitelli, Bağcılar, Esenler gibi banliyölerde RP etkisinin artmasını şöyle aktardı:
12 Eylül cuntasının esas meramı olan “piyasa ekonomisi” sağcı Özal eliyle kurumlaşırken; zorla örgütsüzleştirilerek toplumsal rolü, hakları hızla budanarak ekonomik pozisyonu, “esnek çalışma” gibi icatlarla dönüştürücü gücü sarsılan işçi sınıfı, kentin banliyölerinde “sahipsiz” kalmıştı. “Normal” olarak sol siyasetin örgütlü olması gereken bu işçi mahallelerinde, devlet şiddetiyle tasfiye edilen sosyalist örgütler ve giderek kentli orta sınıfların partisine, asker-sivil bürokratların ideolojik aygıtına dönüşen “sosyal demokrat” merkez solun boşluğunu, RP doldurdu. Sosyal adalet, eşitlik ve ekmek “davası”, paradoksal şekilde, bu İslamcı-“millici”-sağcı zemine kaydı.
90’lar başında hala akışkan ve değişmeye müsait olan bu durum; artık geniş belediye olanaklarını kullanan RP’nin, sosyal adaletin yerine sosyal yardımı, mücadelenin yerine niyaz ilişkisini, toplamda da sınıf yerine cemaati ikame eden siyasetinin de etkisiyle dondu ve katılaştı. Neoliberal çözülmenin büyük kentlere sürüklediği “vasıfsız” kır-taşra göçmenlerinin; esnek, geçici, taşeron vb. sıfatlarla anılır olmuş işçilerin kitle desteği; kentin geleneksel muhafazakar unsurlarının nüfuzu ile birlikte, giderek tüm “merkez sağ”ı da yutan bir hegemonik etkiye yol açmıştı.
2002, 2007, 2009, 2010, 2011, 2013, 2014 ve 2015’te yapılan tüm oylamalarda İstanbul’da birinci olmalarında bu hegemonyanın payı vardı. Tabii Türkiye’ye hakim olmalarında da İstanbul’daki bu tablonun payı.
Erdoğan’ın referandum öncesinde bu durumun kritik olduğunu gördüğü için “İstanbul’a odaklanma” talimatı verdiğini dile getiren Özdal, ekonomik sorunların çözülmediği, taşeron sözünün tutulmadığı ama sefer-görev emrinin süreklileştiği, düşük ücretli, güvencesiz, karamsar emekçilerin başkanlık sistemini çözüm olarak görmediğinin altını çizdi.
Özdal, Saray-AKP iktidarının güncel krizini ise şöyle değerlendirdi:
AKP, bu çalışan sınıfların desteğiyle, önce kentin ve oradan giderek ülkenin iktidarı olmayı başarmıştı ama son noktada bir ‘işçi’ partisi değil, bir tüccar ve patron partisiydi. Meseleye bakışı da bu “sınıfsal çarpıklık”la oldu. İstanbul’daki “oy tabanına”, hemşerilik, dini cemaatler gibi kanallardan ulaşmaya çalıştı. Erdoğan’ın “İstanbul’a odaklanın” talimatından sonra, kentin caddelerinin, hemşeri derneklerinin astığı “Sayın bakanımız falanca, şurada bizimle…” pankartlarıyla dolması bunun bir göstergesiydi. Ama “sıcak” ekonomik sorunları, hemşeri ya da mümin kucaklaşmalarıyla aşmak olanaklı değil.
Özdal; Eyüp ve Esenyurt gibi ilçelerde “hayır”ın kazanmasının, Sultanbeyli, Bağcılar, Esenler ve Başakşehir gibi kalelerde dramatik oy düşüşleri yaşamasının, Ümraniye, Bayrampaşa, Çekmeköy ve Zeytinburnu’da sonuçların kafa kafaya çıkmasının bu sorunun ekonomi-politik yanı olduğunu vurguladı.
Özdal değerlendirmesine şöyle devam etti:
1994’te, medya tarafından görmezden gelindiği koşullarda İstanbul’u kazanarak başlayan bir siyasi yükselişin; 2017’de, bu kez tamamen ele geçirdiği medyada kendinden başka kimseyi göstermeyerek ve dahası, geçmişte kendisine yapılmamış bir şekilde, siyasi rakibi neredeyse yasaklayan, kriminalize eden, ‘terörizm’, ‘hainlik’ vs. ile eşleyen bir kampanyanın sonunda İstanbul’un kaybedilmesi noktasına gelmesi anlamlıdır.
Aynı şekilde, olanca eşitsiz koşullara rağmen, en büyük 5 ilin 4’ünde, Diyarbakır, Antalya, Muğla ve Denizli gibi Türkiye’nin ekonomi, kültür ve siyaset varlıklarının biriktiği, dünyayla ilişki ve iletişimin ana arterlerinin geçtiği kentlerde, Erdoğan’ın şahsında simgelenen başkanlık sistemi reddedilmiştir.
Erdoğan’ın 7 Temmuz 2013’te Haziran İsyanı’nı bastırmaya çalışırken Bağcılar’da sarf ettiği “İstanbul bizim için çok müstesna bir konuma sahiptir. İstanbul Türkiye’nin aynasıdır, özüdür, özetidir” sözünü doğrulayan Özdal, yazısını şöyle noktaladı:
O yedi büyükşehir de Türkiye’nin farklı açılardan profilini ve yönelimini gösteren başka başka ‘aynaları, özleri, özetleri’dir.
AKP’nin, köken olarak kendi ortaya çıkışına yol açacak koşulları, bu kez aleyhine olacak şekilde ve kendi elleriyle yarattığı görülmektedir. “Kılpayı kazanan” başkanlık rejiminin önünde, ulusal ve uluslararası çok sayıda sıkıntının yanı sıra bu “tersine trend”in yarattığı endişe duracaktır.
Erdoğan haklıdır, İstanbul Türkiye’nin özüdür, özetidir.
Sendika.Org