İslamcı “muhterem iş adamlarımız” için kâr “helal” görülüyor. Sermaye sınıfının geliri… Sırf bu “kutsal kârı” garanti altına almak için 2003’ten bu yana İş Kanunu’nda yaklaşık 20 değişiklik yaptı AKP
İslamcı “muhterem iş adamlarımız” için kâr “helal” görülüyor. Bir bakıma kutsal… Sermaye sınıfının geliri… Sırf bu “kutsal kârı” garanti altına almak için 2003’ten bu yana İş Kanunu’nda yaklaşık 20 değişiklik yaptı R. Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP. Cumhurbaşkanının kârlılığı eleştirdiğine dair, mesela “Çok yüksek, biraz ücretleri artırın” diye “ferman” saldığını da hatırlamıyorum
Sabit sermaye yatırımlarının gerilemesi, işsizliğin artışı, ihracatın düşmesi, sanayi üretiminde yavaşlama, turizm gelirlerinin azalması, iç ticaret hacminde daralma ve nihayet dolar kurunun iki ay içinde yüzde 15 yükselmesi… Bütün bunlar, Türkiye ekonomisinin çöküşe yöneldiğine işaret ediyor. Hemen belirtelim, burjuva sol, burjuva liberal hatta “Marksist” diye bilinen iktisatçıların, krizin nedeni gibi sundukları bu göstergeler, bir sonuç. Krizin nedeni değil. Arka planda kârların gerilemesi, verimliliğin düşmesi, rekabet gücünün azalması ve nihayet sermaye birikimindeki tıkanma gerçeği var.
Şunu da ekleyelim; ekonominin çöküşe doğru yönelmesi, 2008’den beri devam eden iktisadi krizin yeni bir evresini oluşturuyor. Dünya kapitalist krizinden de (depresyon) bağımsız değil.
Hükümeti ve cumhurbaşkanını karşısına almamaya özen gösteren, egemen burjuva sınıfı, bu kez endişelerini açık biçimde ortaya koymaktan geri duramadı. Vakit geçirilmeksizin tedbir alınmasını talep etti. Bu “cesareti” ortaya koymasında, “demokratik bir tavır gösterme erdeminden” ziyade, kâr hacminin 2011 yılından beri sürekli biçimde azalmasının etkili olduğu muhakkak (Büyük firmaların kâr hacmi, 2011 yılından beri geriliyor. Mesela, kâr hacmi 2015 yılında, 2011’e göre yüzde 3 oranında geriledi).
Burjuva iktisatçılarının çoğu, telaşa kapılmış, önlem alınmasını öneriyor. Hatta AKP taraftarı birçok gazeteci ve iktisatçı bile “daha çok demokrasi”, “hukuka saygı”, “piyasalara güven verilmesi” (Mesela Mustafa Karaalioğlu, Karar Gazetesi, 3 Aralık 2012) gerektiğini belirtiyor.
Burjuva ve devlet kesiminde, görünüşte, telaş etmeyen tek kesim herhalde cumhurbaşkanı ve maiyeti. Recep Tayyip Erdoğan’ın faize karşı olduğu bir sır değil. Ağzını açıp “faiz yüksek, düşürülsün”, “dolardan TL’ye altına geçilsin” fermanlarını saldığında, ürkek para piyasasında döviz kurlarının yukarı fırladığını görüyoruz. Tabii ki esas neden, ekonominin krize evrilmesi. Böylesi bir konjonktürde, resmi her türlü açıklama, para piyasalarında spekülasyon malzemesi olarak işe yarar. Dolayısıyla cumhurbaşkanının “fermanları” döviz kurundaki ani yükselmelerin temel nedeni değildir. Ama krize evrilen ekonomide bir yandan spekülasyonu hızlandırıcı bir işlev görerek, öbür yandan paniğe neden olarak, döviz kurunun yükselişini hızlandırır.
Sözlü fermanlar
Cumhurbaşkanının para piyasalarını etkileyen sözlü fermanları, temsilcisi olduğu İslamcı sermaye fraksiyonun özlemlerini yansıtıyor kuşkusuz. Sadece özlem… Çünkü özel mülkiyetin geçerli olduğu “İslami esaslara” göre bir ekonomik sistemin kapitalizm dışında mevcut olması ne kadar gerçek dışı ise, kapitalizmin temelini oluşturan para ve mal ekonomisinde, faizi dışlamak da o kadar saçmadır. İslam ülkelerinde Orta Çağ’dan beri faizin değişik biçimlerde, farklı isimlerle var olduğunu belirten Maksime Rodinson’a göre İslamiyetle kapitalizm arasında temel bir zıtlık olduğu görüşü bir efsanedir. (sa.207)
Faizden kaçınmak
Faizden kaçınmak yolundaki tüm girişimler (Mesela “sukuk” adı verilen sermaye malı, gayrimenkul veya diğer mal kiralama sistemi veya fonlar) özünde faiz gibi işlev görür. Faiz gibi kazanç sağlar. Nasıl faiz kazançları, (para arz ve talebinin aşırı dalgalanmadığı normal koşullarda) ortalama kârın bir parçası ise ve ortalama kâr oranı etrafında dalgalanırsa, aynı şekilde “faiz adı verilmeyen helal finansman” biçimlerinin çoğu da ortalama kâr hacminin bir parçasıdır. Yine aynı şekilde sağladığı kazanç da yeni faiz gibi ortalama kâr oranının etrafında dalgalanır. O halde “faiz adı verilmeyen helal finansman” biçimlerinin sağladığı kazanç, ortalama faize yakın seviyede oluşur.
AKP iktidarında özel teşviklerle, bu türden uygulamalar, azami ölçüde desteklendi. Demek ki maneviyata önem verip, kullandırdıkları krediden faiz yerine başka adlarla (sukuk gibi) “helal” gelir sağlayan muhterem iş adamlarımız, daha az kazanca veya “Allah rızası için düşük bir bir narh’a” razı olmadılar. Kazançları ortalama faize yakın oldu. Hatta bazı uygulamalarda faiz seviyesini aştı.
Faiz yerine, başka adlarla kredi kullanan diğer “muhterem” iş adamlarımız da, “Sağ olun ‘helal kredi’ kullandık. Kullandık amma, ödediğimiz bedel ortalama faize yakın oldu” diye razı mı oldular, şikayet mi ettiler, doğrusu bilmiyorum. Ama “faiz sisteminden” acı çektiklerine göre, şikayet ettiklerini varsayabiliriz. Çünkü, her ne kadar “manevi saiklerle”, hatta “Allah rızası için” yola çıkıp, yatırım yapıyorlarsa da, piyasada acımasız gerçeklerle karşılaşıyorlar. Deneye, yanıla kapitalist mal ve para piyasalarının sert ve keskin kanunlarının, dua, temenni veya yakarma ile bırakalım değiştirilemeyeceğini, esnetilmesinin dahi mümkün olmadığını öğreniyorlar.
Öğrenme süreci
Şahsen bu öğrenme konusunda çok ileri gittiklerini de gözlüyorum. Mesela, rekabetin acımasız, sert kanunlarına uymak için işçinin ücretini düşürmek, onu daha fazla çalıştırmak konusunda zerre taviz vermiyorlar. Mesela, işletme sermayesi sorunu ile karşılaşmamak için, ödeme aracı olarak kabul ettikleri çekler karşılıksız çıktığında “Allah rızası” için sineye çekmiyorlar. Tam tersine hükümete “karşılıksız çekin hapisle cezalandırılması için kanun” önerisinde bulunuyorlar ve kanunu çıkarttırıyorlar da. Mesela araya bankaları sokmadan, birbirlerine borç verdiklerinde zarara uğramamak için dövizle veriyorlar.
Bu öğrenme sürecinin bir parçası da, “adı faiz olmayan helal finansman kazançlarının”, adı faiz olan “haram” kazanç etrafında dalgalanmakta olduğunu kavramış olmalarıdır. Dolayısıyla ortalama faizlerin gerilemesinin, “adı faiz olmayan kazançların” da düşmesine yol açacağını haklı olarak umuyorlar.
Bu öğrenme sürecinde, faizlerin cumhurbaşkanı gibi kudretli birinin emriyle olsa bile fermanla (emirle) düşmeyeceğini de kavradıklarına miskâl kadar şüphem yok. Yok ama, tekelci büyük sermayemiz gibi, bunlar da cumhurbaşkanını karşılarına almaktan, azarlanmaktan, hedef haline getirilmekten, güç bela elde ettikleri servetlerinin tehlikeye girmesinden korkuyorlar. Böylece maddi hayatın çıkarları uğruna, manevi hayatın “istişare ediniz”, “doğru söz söylemekten ayrılmayınız” gibi düsturlarını görmezden gelmekte tereddüt etmiyorlar.
Geçerken cumhurbaşkanının “Dolardan TL’ye geçin” fermanının, sonuçlarının son derece olumsuz olacağını, “muhterem iş adamlarımızın” kestirecek kadar “basiretli” olduklarını ve meseleyi geçiştireceklerini belirtmeliyim. Tabii herhangi birisi, bu basiretin “muhteremlerin” maneviyatının güçlü olmasından değil, malların ve para sermayenin dolaşım surecinin kaçınılmaz bir gerekliliği olduğunu söylerse, itiraz edemem.
Hamaset söylemi
Cumhurbaşkanının faiz söylemi ile ekonomiye yön vermekten ziyade, siyaset yaptığı, toplumun geniş kesimlerini etkilemeye çalıştığı anlaşılıyor: İslamcı, milliyetçi veya liberal Türk sağ burjuva siyasetinin hamaset dolu, haykırışı… Hayata geçirilmesi müthiş zor, ama ahali nezdinde oy getirecek bir gösteri…
Bu faiz karşıtı söylemin yüksek faizle, kredi kartı, tüketici veya ev araba kredisi kullanan milyonlarca emekçinin gönlünü kazanmayı hedeflediği de ileri sürülebilir. Ama böyle olsa bile bu, işin esasını, yani faiz olgusunun, sermaye biriktirme süreci ile ilgili olduğu gerçeğini değiştirmez. Ayrıca ücretlerin düşüklüğü, ağır çalışma koşulları ve iş cinayetlerinin katliam boyutlarıyla ilgili tek laf etmeyen cumhurbaşkanının, emekçinin yüksek kredi borcundaki faizi, dert etmesinin tuhaf olacağı da muhakkak.
İslamcı “muhterem iş adamlarımız” için kâr “helal” görülüyor. Hacmi oranı ne olursa olsun. Bir bakıma kutsal… Ekonomik faaliyetin temel amacı… Kâr, yani işçilerin sömürüsü sayesinde elde edilen “sermaye sınıfının geliri”… Sırf bu “kutsal karı” garanti altına almak için 2003’ten bu yana İş Kanunu’nda yaklaşık 20 değişiklik yaptı R. Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP. Cumhurbaşkanının kârlılığı eleştirdiğine dair, mesela “Çok yüksek, biraz ücretleri artırın” diye “ferman” saldığını da hatırlamıyorum. Demek ki cumhurbaşkanı kârın, sermaye biriktirmek için ne kadar önemli olduğunun farkında.
Farkında olunmalı ki, sömürünün yanı sıra, bütçeden kayrılmış şirketlere fon aktarmak, ihalelerde bazılarını kayırmak, büyük otoyolların yakınında arazi temin ederek arazi rantı sağlamak gibi ek desteklere de büyük destek verildi AKP iktidarında. Bunların hepsi kâr elde etmek için yasal, meşru görülüyor olmalı. Yeter ki işin içine faiz girmesin. Kârın “kutsallığı” bozulmasın.
Sömürüye evet ama sömürünün parçası olan, sömürü olmasa elde edilemeyecek olan faize hayır… Bu yaman çelişkinin güçlü bir toplumsal muhalefet, etkili bir sosyalist siyaset olmadan işçi sınıfı içinde güçlü bir kaldıraç olamayacağını görüyorum. Halbuki, bu çelişki kapitalist sömürünün ve onun siyasi temsilcilerinin gerçek yüzünü teşhir etmek, anti-kapitalist alanı genişletmek için ne büyük bir imkan…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.