10 Ekim Ankara Katliamı’nın ardından Sendika.Org’da yayımlanan 20 yazıyı okurlarımız için derledik
Ankara’da barış isteyen onbinlerin bir araya geldiği 10 Ekim Emek, Demokrasi ve Barış Mitingi’nin kana bulanmasının üzerinden bir yıl geçti. Saray/AKP iktidarı 7 Haziran seçim yenilgisinin ardından ülkeyi, savaş çıkararak yeni bir seçime sokma hazırlığı yaparken demokrasi isteyenleri, özgürlük isteyenleri, barış isteyenleri bombalarla susturabileceğini, yok edebileceğini zannetti. Ama o meydana, Ankara Garı’na barış talebini haykırmak için gelen 7’den 70’e herkes, 101 mücadele arkadaşı katledilse de bir söz verdi: Bu ülkeye barış mücadele edenlerin elleriyle gelecek
Sendika.Org olarak bizler de o gün oradaydık, asla unutmayacağımız o güne tanıklık ettik. “Saray’ın yıkılışını canlı yayınlayacağız” pankartımızla yer aldığımız miting alanından katliamın hesabını sorma, katillerin peşini bırakmama sözleriyle ayrıldık. Her ayın 10’uncu günü de aynı yerde yine barış diyenlerin sesini çoğaltmayı sürdürdük. Yazarlarımız da bu süreç boyunca katkılarını sundular. Acının öfkeye, öfkenin mücadeleye dönüşmesine düşünceleriyle katkı sunan yazarlarımızın üretimlerinden katliamın birinci yılında sizler için bir derleme hazırladık
Barış provoke edildi, barış isteyenler katledildi. Ülke tarihinin en büyük katliamlarından birini yaşadık yaşıyoruz. Bize bunları yaşatanların amacını biliyoruz; yozlaşmış, katliamcı, gerici iktidarlarını korumak. Bunun için her şeyi yapacaklarını yüzlerce kez kanıtladılar…
Siz Niğde’de bir asker, bir polis, bir de yurttaşımızı katleden IŞİD’liyi bu ülkenin hapishanesine konduğu halde yargılamayan, mahkemeye götürmeyen iktidar değil misiniz?
Diyarbakır mitingindeki bombanın arkasındaki güçleri bulup cezalandırdınız mı, Suruç’taki bombanın arkasındaki güçleri bulup cezalandırdınız mı?
77 1 Mayıs’ında yapmadığınız gibi. Tarihiniz kirli olduğu gibi bugününüz de kirli, yarınınız da….
O yüzden boşuna yalan söylemeyin, bu katliam sizin…
Ya Türkiye’yi tam bir kan banyosuna sürükleyerek, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük vahşeti sergileyerek giriştikleri iç savaşı kazanacak ve Türkiye halkını teslim alacaklar, egemen güçleri kendilerine mecbur ve mahkum edecekler ya da savaşı kaybedecekler, yargılanacak ve cezalandırılacaklardır…
Bütün bu katliamlara rağmen Türkiye’nin demokrasi güçleri kazanacaktır. Kirli savaşta beslenenler kaybedecektir…
16 yıllık kısacık ömrümde yaşadığım en kanlı Cumartesi’dir 10 Ekim…
Sabah annemin sesiyle uyanıyorum. Babamla ablam erkenden çıkmışlardı, annemle ben ise saat 10’da orada olacaktık. Öyle konuşulmuştu her şey…
Katliamın ardından yaşanan bu yoğunluk ve bu hengamenin içerisinde beylik laflar etmek değil niyetim. Sadece bir meseleye, acımızı yaşayabilme lüksüne dair birkaç şey söylemek geldi içimden…
“Bu acıya yürek nasıl dayanır” deyip deyip duruyorlar; anlatayım nasıl dayanır…
IŞİD’in, Türkiye’de, doğrudan devlet tarafından kullanılan bir aparat olduğu Türkiye’de yaptığı üç büyük eylemden anlaşılıyor. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları doğrudan AKP devletini tahkim etmek için planlanmış saldırılar…
Hepimize birer katliam anısı hediye ediyor AKP hükümeti… Madenciyi, Kürt’ü, inşaat işçisini, durakta bekleyeni birbirinden ayırmıyor.
10 Ekim günü Ankara’daydık. Halay çekiyorduk, elele yürüyorduk, birbirimizi arıyorduk. Başka başka illerden gelen arkadaşlarımızla buluşacak olmanın ya da tam da buluşmanın heyecanını yaşıyorduk. Mutlu ve umutluyduk. Bir arkadaşım “Ülkenin en güzel insanları buradalar siz de gelsenize” yazmıştı. “Evet demiştim tam böyle işte”…
Üzgünüz tabi üzgünüz ama, Meinhof da haklı. Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yaşıyoruz hepimiz. Öyle kuru kuruya da değil, umutla…
Tarih 10 Ekim 2015, günlerden Cumartesi. On binler olmuş, yoldaşlarla birlikte barışı haykırmaya, barışı almaya, kendi kentlerimize götürmeye gelmiştik Ankara’ya. Hava güzeldi barış gibi, sıcacıktı. İnsanlar cıvıl cıvıldı barış gibi ve o kadar çoktuk ki barış diye bağırsak iki bombanın sesini bastırırdık sel gibi. Bir aradaydık. Türkiye’nin dört bir yerinden barışın, kardeşliğin ülkesini kurmaya gelmiştik…
Ankara Tren Garı önünde elimi tutup beni uzaklaştıran kadına manasız gözlerle bakıp sayıklarken hala tüp patlaması ya da ses bombası olduğuna inanmak istediğim gürültünün, onlarca insanı öldürmüş bir bomba olduğunu hayatım boyunca unutamayacağım 3-4 saniyelik sessizlikte anladım…
13 yıllık AKP iktidarı, resmini tamamladı ve ortaya kan kırmızısı bir tablo çıktı. Bize sunacak başka bir resimleri yok. İşyerinde ölüm, savaşta ölüm, mitingde ölüm, sokakta ölüm, ülkeden kaçmaya çalışırken ölüm… O resimde sadece ve sadece ölüler var…
Karşımızdaki cephe bellidir; Saray, NATO ve İslamcı faşizm. Bu blok savaş bloğudur. Düzen değil yıkım, istikrar değil savaş istemektedir. Bu blok barış bloğuyla yani Türkiye ile olan savaşını Ankara’da patlattığı bombalarla yeni bir aşamaya taşımıştır…
Bu kadar katliam bu kadar can için tek bir devlet yetkilisi hesap vermedi. Ceza almadı… Devletin yaptığı aşikar olan hatta devlet tarafından üstlenilen, savunulan bunca ölüm ve katliamdan sonra biz devlete hala “KATİL” demeyelim öyle mi?…
Parçalanan bedenlerin tüm ülkede yankılanan ve vicdan sahibi ruhlarda derin bir merhamet uyandıran çığlıklarının, bir gün “adalet istiyoruz” haykırışlarıyla bin bir odalı sarayınızın kapılarına dayanacağından adım gibi eminim…
konuştuğumuzda hep “mitinge bomba atıldı” diyorduk, sadece bir kişi, s., “bizi bombaladılar,” cümlesini kurabildi. bizi bombaladılar!…
Gerçek anlamda stabilizasyonun sağlanabilmesinin ancak devlet terörünün son bulmasıyla, yani mevcut durumda siyasi rejimde köklü bir değişiklikle mümkün olduğunu akıldan çıkartmamak lazım. Travmatik yaşantıya maruz kalanların önemli bir kısmının bu tür bir stabilizasyonu sağlamak için farklı biçimleriyle direnişe devam ettiklerini gözlemlemek mümkün ki, bu üzerinde durulması gereken bir durum
Ben bir psikologum. Eğer o gün miting olabilseydi “savaşın açtığı yaraları psikologlar iyileştiremez” pankartıyla yürüyecektim. Sonra bomba patladı…
Bir gün arkadaşıma “Sence ben büyüdüğüm için mi bu olaylar çok canımı sıkıyor, yoksa bu adamlar iyice kafayı mı yedi” dedim. Ve dedikten birkaç hafta sonra kendimi Gezi Parkı’nda barikata kaldırım taşı söküp götürürken buldum. Çünkü bu devlet bizi artık göz göre göre yoksullaştırıyor, her şeyimize el koyuyor ve gururla öldürüyordu. Söyleyin şimdi kimdir devlet?
Artık masumiyeti kaybettik. Bir zamanlar masumiyet kavramının içine koyduğumuz her ne vardıysa, şimdi onu bir direniş savaşı içinde bir başka kalıba dökerek yeniden inşa edeceğiz…
Sendika.Org