Türkiye halkları da Suriyeliler konusunda bu travmayı yaşadı. Beklenti şuydu: Biz bunlara kucak açtık, yardım ettik, yemek verdik, biz onlardan üstünüz, bize saygı göstermeleri lazım! 2008 yılının sıcak bir temmuz günü Amasya kışlasında, çavuş talimgahındayız. Sıcak öyle böyle değil. Terliyoruz, terimizin tuzu kamuflajlarımızın üzerinde beyaz bir tabaka oluşturuyor. Öylesine sıcak! Bir sabah içtiması sonrası, bıçkın […]
Türkiye halkları da Suriyeliler konusunda bu travmayı yaşadı. Beklenti şuydu: Biz bunlara kucak açtık, yardım ettik, yemek verdik, biz onlardan üstünüz, bize saygı göstermeleri lazım!
2008 yılının sıcak bir temmuz günü Amasya kışlasında, çavuş talimgahındayız. Sıcak öyle böyle değil. Terliyoruz, terimizin tuzu kamuflajlarımızın üzerinde beyaz bir tabaka oluşturuyor. Öylesine sıcak!
Bir sabah içtiması sonrası, bıçkın onbaşı yanımıza geldi, “Filanca arkadaşın ekonomik durumu iyi değil” dedi. “Kendi aramızda para toplayacağız.” Toplandı paralar. Filanca arkadaşa verildi.
Birkaç gün sonra, ağaçlık eğitim alanında yat-sürün-kalk eğitimine geçtik. Koşuyoruz, yatıyoruz, sürünüyoruz, kalkıyoruz, koşuyoruz… Bıçkın onbaşı bölüğü cansız buluyor, komando dansı yapıyoruz, şınav çekiyoruz… Ter içinde kalıyoruz. Haliyle herkesin canı soğuk bir şeyler yemek içmek istiyor, herkes insan! Mola olunca nitekim kantine koşuyoruz, kimimiz su alıyor, kimimiz kola, kimimiz dondurma…
Filanca arkadaş da dondurma aldı o gün. Dondurma dediğim 50 kuruşluk bir şey. Oturdu bir ağacın dibine, yedi. O arada hepimizin elinde dondurma, kola, meyve suyu…
Arkamda oturan asker, “Şuna bak ya” dedi. “Millet onun için yardım parası topluyor, o dondurma yiyor!”
Sinirlendim. Payladım. “Adam içki içmiyor, sigara içmiyor. Dondurma yiyor” dedim. “İki kuruş verdik diye buna da laf edeceksen yuh sana.” Yalnız kalmadım. Birkaç asker daha o askeri ayıpladı, yuh çekti. “Sana ne, ne isterse yer” dedi…
***
Şimdilerde insanlar, “Suriyeliler hakkında ne düşünüyorsun, iyice azıttılar” dediklerinde, asker arkadaşlarının üç beş kuruş yardım ettiği, sonra askerlerden birinin yardım parasıyla dondurma yiyor diye aşağıladığı asker geliyor aklıma.
Suriyelilerin Türkiye’deki öyküsü, son günlerde yaşadıkları, medyadaki ve sosyal medyadaki Suriyeli algısı, o askerin durumunu hatırlatmıyor mu?
Hani demem o ki, havalar çok sıcak kardeşim, herkes denize, ırmağa, göle girip serinlemek istiyor, haliyle Suriyeli de denize girmek istiyor, giriyor. Biz ne diyoruz? “Şuna bak, bizim paramızla geçiniyor, bir de denize giriyor. Hem de donla!”
Şimdi burada…
“Ne yapsın, senin paranla hayatta kalıyor diye denize girmesin mi?” diye sorabiliriz ama onu sormadan önce şu soru üzerine düşünelim diyorum…
“Biz Suriyelilerden neden nefret ediyoruz?”
***
Bu soruyu Mersin’de, ki şu an şehirde 400 bin civarında Suriyeli olduğu söyleniyor, birçok kişiye sordum. Kimisi sormama gerek kalmadan meramını anlattı.
Suriyelilerin kaba, barbar olduğunu söyleyenler yoğunlukta. “Neden kaba ve barbar olduklarını düşünüyorsun” dediğimde aldığım cevaplar genelde şöyle:
Yolda üstüme üstüme yürüyorlar, otobüste yer vermiyorlar, bir şey diyen oldu mu dikleniyorlar, bağırarak konuşuyorlar, bisikleti üzerime sürüyorlar, kızlara bakıyorlar…
Suriyelilerin pis olduklarına, yaşadıkları sokakları kirlettiklerine inananların sayısı da fazla. “Nasıl kirletiyorlar” dediğimde aldığım cevaplar genelde şöyle:
Çekirdek kabuklarını yere atıyorlar, mangal yapıyorlar, deniz kenarında her yere çöplerini bırakıyorlar…
“Rahatsız oluyorum. Gitmelerini istiyorum” diyenlere, “Mesela neyden rahatsız oluyorsun” dediğimde aldığım cevaplar genelde şöyle:
Kirli sakallarından, briyantinli saçlarından rahatsız oluyorum. Onları her yerde görmekten rahatsız oluyorum. Çocukları parkta çok acar oynuyor, hoplayıp zıplıyorlar ondan rahatsız oluyorum. Sürekli doğum yapıyorlar, ondan rahatsız oluyorum. Çöp topluyorlar ondan rahatsız oluyorum. Gece yarısına kadar bağırarak konuşuyorlar ondan rahatsız oluyorum…
Bu kadar mı?
Değil elbette. Türklerin ya da Kürtlerin hatta “yerleşik Arapların” Suriyelilerden niye rahatsız olduğuna dair soruya verilen en çarpıcı yanıtı en sona sakladım:
“Suriyeliler çok geziyorlar. Eğleniyorlar. Şehrin en güzel mekanlarına gidiyorlar. Nargile içiyorlar. Lüks giyiniyorlar. Bizden daha iyi durumdalar…”
***
İşte tam da burada, arkadaşlarının topladığı parayla dondurma yedi diye aşağılanan asker bir kez daha geliyor aklıma. O asker, dondurma yiyen arkadaşını neden aşağılamıştı? Çünkü ona yardım elini uzatmıştı! O, ondan üstündü!
Türkiye halkları da Suriyeliler konusunda bu travmayı yaşadı. Beklenti şuydu: Biz bunlara kucak açtık, yardım ettik, yemek verdik, biz onlardan üstünüz, bize saygı göstermeleri lazım!
Peki, Suriyeli saygıyı nasıl gösterecekti. Saygıyı göstermenin birinci koşulu şuydu: Bu şehirde hiç yaşamıyor gibi yaşayacaktı. Adeta görünmez olacaktı. Yolda bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı görürse kenara çekilecek, yol verecekti. Otobüse bindiğinde Türk vatandaşı gelirse ona yer verecekti. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının işyerinde ucuz işçi olacaktı, kendi işyerini açmayı aklına bile getirmeyecekti. İşten çıkınca doğru evine gidecek, uyuyacaktı. Otomobil kullanmayacaktı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çılgınca alışveriş yaptığı AVM’lerde alışveriş yapmayacaktı. Yaz gelince denize girmeyecekti. Girdi diyelim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının girdiği yerlerden girmeyecekti.
Peki, Suriyeli ne yaptı?
Parası, iyi kötü varlığı olanlar için söylüyorum, bu şehirde yaşadığını, şehir ahalisinin gözüne gözüne soktu. İşyeri açtı. AVM’lere gidip alışveriş yaptı. Denize girdi. Mangal yaktı. Nargile tüttürdü. Lüks otomobiline binip şehirde turladı.
Haliyle, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları şu diyalogdaki travmaya benzer bir travma yaşadı:
“Bu ne la?”
“Lengeli fötr ağam!”
“Peki bu ne la?”
“Bu da lengeli fötr ağam. Ama seninki biraz eskimiş!”
***
Travmaydı çünkü hepimiz şehirlerde görünmeden yaşayan, yas tutan, ülkelerindeki ölümlerden dolayı üzülen, sıla özlemi çeken, mahzun; bize ev sahibi olmanın, veren el olmanın, bahşeden ağa olmanın gururunu yaşatacak kadar mahcup Suriyeliler beklerken…
Girişken, yırtıcı, cüretkar, kaba, vurdumduymaz, eğlenmeye düşkün ve daha da beteri, çoğu iyi İngilizce bilen Suriyelilerle karşılaştık…
7-8 yıl önce, Mersin’e turist olarak geldiklerinde, iyi de para bıraktıklarında işyerlerinin kapısına Arapça yazılar asan, hatta Arapça bilen tezgahtarlar arayan, AVM’lerde Arapça dergi çıkaran Mersinliler, bugün bırakın Arapça tabelayı, Suriyelilerin sokaklarda gezmesinden bile rahatsız… Suriyelilerden nefret ettiğini söylüyor herkes.
Ama neredeyse hepimizin işyerinde bir ya da birkaç Suriyeli ucuz işçi var!
Asıl büyük travma da o noktada yaşanıyor zaten; çünkü iki Suriyeli gerçeğinden birini işyerinde, aylık 300 liraya çalıştırdığı gencecik Suriyeli kızı görerek yaşıyor Mersinli…
Diğerini sokakta, caddede, AVM’de, kafede, lüks lokantada yaşıyor; parası olan Suriyelileri görüyor. Sahip olma, asil olma, ev sahibi olma, üstün olma vasıflarını kaybedeceğini sanıyor. Sığınmacılara vatandaşlık verilmesi girişimleri başladığından beri de kabus görüyor:
“Bu ne la?”
“Lengeli fötr ağam. Ama seninki biraz eskimiş!”
***
Son not…
Suriyelilerden neden rahatsız oluyorsun sorusunu sorduklarımdan hiçbiri radikal İslamcılık ya da IŞİD tehdidini dile getirmedi!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.