Üstümüze dört nala koşarak gelen yeni rejimin yarattığı onlarca sorun, kurduğu yeni baskı alanı, yasal güvence altına aldığı farklı sömürü biçimleri var. Medyaya yönelik baskı ve sınırlamalar, hem bu baskı alanlarından biri; hem de diğerlerinin yerleşmesini kolaylaştıracak bir işlev görüyor. Bugün, özellikle belli konularda gerçek bilgiye ve bağımsız fikirlere, dijital medya dışında rastlayabileceğimiz mecralar son […]
Üstümüze dört nala koşarak gelen yeni rejimin yarattığı onlarca sorun, kurduğu yeni baskı alanı, yasal güvence altına aldığı farklı sömürü biçimleri var. Medyaya yönelik baskı ve sınırlamalar, hem bu baskı alanlarından biri; hem de diğerlerinin yerleşmesini kolaylaştıracak bir işlev görüyor. Bugün, özellikle belli konularda gerçek bilgiye ve bağımsız fikirlere, dijital medya dışında rastlayabileceğimiz mecralar son derece kısıtlı. Gündem ve parçası olduğu gazetecilik geleneği bunların arasında önemli bir yer kaplıyor.
“Yeni” ve “ileri” Türkiye ifadeleriyle tanımlanan bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemi belirleyen uygulamalar bizi kimi zaman acıya boğsa, öfkeyle doldursa da bazen acı acı, bazen de kahkahalarla güldürebiliyor. Ve bugünün Türkiyesi’nde medya çok ciddi bir otosansür uygulamakla birlikte aynı zamanda başlıca üç alanda güçlü bir sansürle de karşı karşıya; bu alanların birincisi AKP hükümetinin icraatları, ikincisi AKP hükümetin Suriye’deki bağlantıları, bu ülkedeki muhalif güçlere desteğiyle savaşın sürmesine katkısı ve üçüncüsü de Kürt meselesinin etrafındaki çatışma ortamı. Medyada -Can Dündar ve Erdem Gül gibi- gazetecilik faaliyetleriyle veya -Tahir Elçi gibi -dikkate değer bir kanaat önderi olarak- öne çıkan isimlere yönelik saldırıların boyutu ve benzerliği ortada.
Bu baskılar sebepsiz ya da saf bir kötülüğün ve zulmün eseri değil. Yasaları elinin tersiyle kenara itmek, bildiğini okumak, en işine gelen şekilde ilerlemek ve temsil ettiği egemenler adına hiçbir sınır tanımadan hareket etmek isteyen her iktidar, suçlarının duyulmaması, yorumlanmaması için medyayı susturmaya ihtiyaç duydu, duyar.
Bu ihtiyacın sonuçlarını görüyoruz, bırakın meslekten gazetecileri ve muhalif basını, sosyal medyada görüşlerini ifade eden, haber paylaşan vatandaş gazetecileri bile yargının hedefi oluyor. Özgür Gündem, bu hedefin en geniş, en fazla darbe alan parçalarından biri. Muhabirinden dağıtımcısına kadar tüm çalışanları, şiddet, fiziksel saldırı ve ölümle, hem tehdit hem de gerçeklik olarak karşı karşı kalarak işini, mesleğini yapıyor.
Ama Gündem’in devamı ya da son parçası olduğu, Özgür Basın geleneği olarak da tanımlanabilen bu ırmak, önüne kurulan barajlarla ilk kez karşılaşmıyor, yola çıktığı günden beri yargılanmalara, cezalara, bombalamalara, cinayetlere rağmen, ardında onlarca basın şehidi bırakarak akıyor.
O ırmak olmasaydı, bu topraklarda gazetecilik eksik kalırdı, o gelenek olmasaydı, ateşkesle adil barış arasındaki fark bilinmezdi, o gelenek olmasaydı, Mezopotamya’nın, Biyadüşşam’ın en güçlü kadın özgürlük hareketini tanımazdık, aynı coğrafyada toprağın, suyun ve insan dışındaki yaşamın kıymetinin nasıl ve ne kadar bilindiğinden haberdar olamazdık.
O yüzden Özgür Gündem’le dayanışmak, “gazete”nin başı sıkıştığında, elimden geldiğince burada olmak, benim için bu toprakların kaderini değiştirme çabasının, eşitlik, özgürlük, barış mücadelesinin bir parçası. Gündemimiz özgürlük olana, Gündem özgür kalana kadar, nöbet de sürecek.