İşte, Gezi dinamiklerinin Kürt halkının özgürlük arayışıyla farklı biçimlerde ortaklaşarak sürece dahil olması durumunda, devrimci bir ihtimal daha açığa çıkabilir. Bu ihtimal, Demokratik bir Cumhuriyetin kurulmasının önünü açacak bir ikili iktidar sürecinin oluşmasını sağlayabilir 7 Haziran’dan sonra başlayan ve 1 Kasım seçim darbesi sürecinde sertleşen bir özel dönemin içerisindeyiz. İç savaş dinamikleri hareket halinde. Bu […]
İşte, Gezi dinamiklerinin Kürt halkının özgürlük arayışıyla farklı biçimlerde ortaklaşarak sürece dahil olması durumunda, devrimci bir ihtimal daha açığa çıkabilir. Bu ihtimal, Demokratik bir Cumhuriyetin kurulmasının önünü açacak bir ikili iktidar sürecinin oluşmasını sağlayabilir
7 Haziran’dan sonra başlayan ve 1 Kasım seçim darbesi sürecinde sertleşen bir özel dönemin içerisindeyiz. İç savaş dinamikleri hareket halinde.
Bu topraklara özgü iki tarihsel çatışma dinamiği öne çıkıyor.
Alevi-Sünni çatışması, halihazırda çok yoğun yaşanmasa da, bu topraklarda en fazla hareket eden toplumsal çatışma dinamiklerinden biridir. Türkiye kaotik bir sürecin içerisinde salınırken, yeniden kışkırtılarak sahnenin önüne çekilebilir.
Fakat şu an şiddeti sürekli artan ve ülkenin bütününe yayılma sancıları içerisinde olan toplumsal çatışma dinamiği, Kürt halkı ve polis/ordu arasındaki savaş ve onun daha az görünen yüzü olarak Türkler ve Kürtler arasındaki çatışma olasılığıdır.
AKP hükümetinin bundan önceki hükümetlerin deneyimlerinden hiç ders almadan çözüm masasını dağıtması ve Kürt halkı ile sonu olmayan bir savaşı tekrar başlatması, acaba sadece ahmakça bir hata mıdır?
Yoksa iç ve dış politikada arka arkaya gelen sıkışmışlığın aşılması için mi kullanılmaktadır? Ya da, yaşanılan yolsuzlukların, hırsızlıkların ve katliamların hesabının verileceğinin anlaşılmasıyla, şiddeti tırmandırarak bu kaçınılmaz sonuçtan kaçma telaşından mıdır?
PKK ve Kürt halkı için, Suriye/Rojava deneyimiyle ile başlayan bir dönemin ürünü olarak, gerilla savaşını halk güçlerine yayan yeni bir tarihi dönemin kapıları mı açılıyor?
Evet, Kürtlerin yaşadığı coğrafyadaki dört despotik devletin egemenliği altında yıllardır özgürlük mücadelesi veren 40 milyonu aşkın bir Kürt halk gerçekliğinden bahsetmek istiyoruz.
Türkiye için artık görmezden gelmek, yokmuş gibi davranmak mümkün değil.
Şimdi, sürekli değişen durumlara ve kurulup bozulan dengeler içerisinde gelişebilecek ihtimallere bir göz atalım.
1 Kasım seçimlerine giderken
“Devrimci Halk Savaşı (DHS)” hamlesinden önce, PKK ve T.C. devleti arasındaki savaş şehir merkezlerinden çok uzaktaki dağlarda sürüyordu. Bu yüzden, Türkiye halkları için bu bir savaştan ziyade, sanki sürekli olarak 30-40 “teröristin” öldürülmesi ve bu arada 1-2 askerin şehit düşmesi darlığında anlaşılan bir olguydu.
2010 sonrasındaki DHS hamlesinden sonra savaş şehirlere yayıldı ve devlet Kürtlerle çözüm masasına oturmak zorunda kaldı. Herkes Kürt halkının özgürlük arayışını ve bu arayışın silahlı öncüsü olma iddiasındaki PKK’nin varlığını; “Benim de Kürt arkadaşlarım var, ama PKK terörist” cümlesinin ötesine geçerek kabul etmek zorunda kaldı.
PKK vardı, hem de hiç öyle bahsedildiği gibi 300-400 teröristten ibaret değildi. Ayrıca çok somut taleplere yaslanarak, Kürt halkının özgürlük arayışının üzerinden silahlı mücadele yürüten bir örgüttü.
Birkaç yıl süren bu çözüm sürecinde, insanlar rahat bir nefes aldılar. Şehit cenazeleri yoktu, militarizmin ve şovenizmin etkisi kırılıyordu. Bu sürecin, Gezi Direnişi’nin patlak vermesinde de önemli bir rolü vardır. “Tek millet, tek din, tek vatan” için mücadeleye ara verilince; asıl sorunlar olan işsizlik, pahalılık, gericilik, yolsuzluk ve yasaklar daha bir göze batar olmuştu.
Nitekim, Gezi Direnişi, yaşanan savaşın baskısıyla geriye itilen halkın en meşru talepleri üzerinden büyüyüp yayılan bir halkçı direniş oldu. Geniş halk yığınları, Kürt halkının iyi bildiği devletin zor aygıtları ve medyanın oyunlarıyla aniden tanışıverdi.
Gezi’de kendi yaşadıklarının ve eylemlerinin yandaş medya aracılığıyla nasıl çarpıtıldığına şahit oldu insanlar. Batıda kendi “öz Türk halkına” bunu yapanın “doğuda Kürtlere” neler yapmış olabileceği, en çok konuşulan konulardandı.
Ardından, bütün dünya kamuoyu ile birlikte, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan genç kadın ve erkekler olarak, savaşçı Kürt halk gerçekliği giriverdi hayatımıza. Büyük bir sempati ve meşruluk kazanmıştı Kürtlerin IŞİD’e karşı silahlı mücadelesi.
Yeni rejimi katliamlarla kalıcılaştırmak
AKP kurmaya çalıştığı yeni rejimi kalıcılaştırmak için yaptığı her hamlede karşısında Kürtleri buldu.
Öte yandan, Suriye’de IŞİD’e karşı kazanılan her mevzi de, hem Türkiye’de PKK’nin elini güçlendiriyor hem de onu dünya ölçeğinde bölgesel bir güç yapıyordu.
PKK, bölgesel güç dengelerine girmeye çalışan ama eline yüzüne bulaştıran AKP hükümeti için ciddi bir tehdide dönüştü.
Son olarak, 7 Haziran’da Kürt halkının başını çektiği bütün halkçı-toplumsal güçlerin kazandığı seçim zaferi, AKP’nin başkanlık rejimi planlarını tümüyle bozdu.
Sonuçta, AKP hükümeti, sanki “çözüm masasına” hiç oturmamış ve böyle bir süreç hiç yaşanmamış gibi topyekun bir savaş başlattı.
Kürt halk hareketi de, Şırnak’ta başlayan ve hızla Cizre, Silopi ve Nusaybin’e yayılan “özyönetimlerini” ilan etti ve” meşru özsavunma” yapacağını açıkladı.
Artık, savaş, özyönetim ilan edilen şehir merkezlerinde, Kürt halkı ve özel harekat polisleri/asker arasında sürüyor. Kendisini YDG-H olarak adlandıran genç kadın ve erkeklerin oluşturduğu milis güçleri, tanklara ve toplara karşı öz yönetim ilanlarını savunuyor. Bu güçler, daha sonra YPS/YPS-Jin olarak dönüştüler.
Aylardır bir ülkenin ordusu, kendi ülkesinin şehirlerine tanklarla, toplarla girmeye çalışıyor; yüzlerce “terörist” öldürdük deniliyor, ama hala sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Ülke, nedense bir türlü “teröristlerden” temizlenemiyor.
Eller yükseliyor, restler çekiliyor
Türkiye devleti tarihinde ilk kez Kürtlerle bu kadar sert bir savaşın içerisine giriyor. Aylardır şehirler boşaltılıyor, halk göçe zorlanıyor.
Şehirler harabeye dönmüş durumda. Üstelik, inanılmaz bir yüzsüzlükle, henüz enkaz yığınlarının altındaki cesetler bile toplanmadan, şehirlerin yeniden yapılanmasında oluşacak rant konuşuluyor.
Türkiye halkları büyük bir korku ve suskunluk içinde… Adeta bir “Şok Tedavisi” uygulanıyor.
Öte yandan, keskin bir saflaşmanın olduğu ülkede, AKP hükümeti kendi kitlesini güçlü bir ajitasyonla konsolide ediyor. Yeni Şafak ve Yeni Akit’te art arda çıkan yazılarda, kendi taraflarında olmayanı terörist ilan eden söylemler yaygınlaşıyor.
Kürt halkına yönelik katliamlara muhalif olan ve patlamalardan “Sarayı” sorumlu tutan herkese; gazetecilere, akademisyenlere ve son olarak avukatlara yapılan operasyonlarla, korkutma ve sindirme amaçlı mesajlar veriliyor.
Peki, AKP hükümetinin bu şiddetli saldırıları ve katliamlarından sonra, Kürt halkının bir umuda ihtiyacı yok mu?
KCK sözcülerinin bazı açıklamalarıyla birlikte, halkın içinde, “baharın gelişiyle” gerillanın dağdan inip halkı kurtaracağı umudu yayılıyor. Pek gerçekçi bir beklenti değil.
KCK, ancak gerillayla birlikte devam edecek bir halk hareketinin çözüm olabileceğini açıkladı.
Bu arada, PKK’den daha radikal olduğunu söyleyen TAK örgütü de, İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’nda uçaklara verdiği zarardan sonra, Ankara’nın göbeğinde iki bomba patlattı.
TAK’ın eylemleri savaşın sadece Kürt coğrafyasında sürmeyeceğinin ve Türkiye’nin dört bir yanına yayılacağını gösteriyor.
En son Ankara’da Güvenpark’ta gerçekleşen patlama, çok sayıda sivil insanın ölümüne ve yaralanmasına sebep oldu.
Güvenpark eyleminin sorumsuz ve köylü intikamcılığıyla sınırlı eylem mantığı, Kürt halkının özgürlük hamlesine ve 7 Haziran seçim kampanyasında oluşan halkçı ittifaka ağır zarar verdi.
Fakat unutulmaması gereken asıl konu, savaşın bu noktaya gelmesini sağlayan politikaların kimin eseri olduğu.
İhtimaller
Savaşın askeri boyutu olduğu kadar bir de psikolojik boyutu var.
Hükümet ve PKK kanatlarından yapılan açıklamalardan, muazzam bir gerginliğin olduğunu ve her iki taraf için de bu işin sonu neresiyse oraya kadar gitmenin göze alındığı anlaşılıyor.
Neler olabilir?
AKP’nin başkanlık rejimi hayalleri suya düşebilir. Gerçekleşse bile, onca yıkıntı ve kayıptan sonra bu gerçekten kazandıran bir galibiyet olamayacaktır.
O hedefe ulaşabilmek için, bütün Kürt siyasetçiler ve onların çevresindeki avukatlar, akademisyenler ve gazetecilerin tutuklanması, sol siyasi güçlerin tasfiyesi ve ardından da, karların erimesi sonrasındaki süreçte Kürt gerillalarının kuşatacağı şehirlerin savaş uçaklarıyla bombalanması gerekecek.
Peki, savaşın seviyesi o seviyeye dek yükselebilir mi?
Bu seviye, Irak ve Suriye sınırlarının ortadan kalkması ve gerillanın şehirleri işgal etmesi sonucunu yaratmaz mı?
AKP hükümeti, şu an itibariyle kendi içindeki dengeleri ve zaafları da düşününce, böylesi bir olağanüstü yüksek gerginliği kaldırabilecek asabiyete ve konsolidasyona sahip mi?
Peki, PKK tarafında durum ne?
Türkiye’nin her tarafına yayılacak ve Suriye ve Irak’a da sıçrama potansiyeline sahip olan çapta bir savaşı kaldırabilir mi?
Bir ihtimal daha var
Cerattepe’de gerçekleşen ekolojik direniş ve kadınların 6-8 Mart eylemliliklerinde Gezi’nin kokusu vardı.
İşte, Gezi dinamiklerinin Kürt halkının özgürlük arayışıyla farklı biçimlerde ortaklaşarak sürece dahil olması durumunda, devrimci bir ihtimal daha açığa çıkabilir. Bu ihtimal, Demokratik bir Cumhuriyetin kurulmasının önünü açacak bir ikili iktidar sürecinin oluşmasını sağlayabilir.
Türkiye’de devrimciler için, kahve köşelerinde çay içerek politik süreçleri yarım yamalak ve yüzeysel tahlillerle analiz etmekle yetinme dönemi bitti.
“Komünist” sıfatlı kimileri, bazı “sol” yayınlarda günün sert gerginliklerinden paniğe düşerek sisteme ve devlete bağlılık ilan ettikleri yazılarıyla, “kültür merkezlerinde” çay içip kek yiyerek siyasal yaşamlarını sürdürme konusundaki kesin kararlılıklarını bir kez daha gösterseler de, gerçekte sol saflardan kopuşmalarını ilan etmekten başka bir şey yapmıyorlar.
Bırakalım, onlar bataklıkta çırpınsınlar.
Artık, sürekli ve aniden değişen durumlar, çok farklı ihtimaller ve yıkılıp yeniden kurulan dengeler arasında hayrete düşmeden cüret edip devrimcilikte ısrar edenler ve asıl olarak bu ikili iktidar sürecini öngörüp kavrayarak örgütleyebilecek olanlar ayakta kalabilecek.
Madalyonun öbür yüzünde, barbarca bir gerici karanlık ülkeyi boğuyor ve bataklığa doğru sürüklüyor.