Modelin ne olacağını henüz bilmiyoruz. Başkanlık modeli mi olacak, Osmanlı modeli mi olacak, Türk işi başkanlık modeli mi olacak, bilmiyoruz. Ama rol modeli biliyoruz: Atatürk! *** Atatürk’ün bu ülke için tartışmasız bir gerçekliği var: Kurucu başkandı. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştu. Toplumun belli bir kesimince ‘halaskar gazi’ yani kurtarıcı gazi olarak kabul edilmişti. *** Atatürk’ün ölümünden yaklaşık […]
Modelin ne olacağını henüz bilmiyoruz. Başkanlık modeli mi olacak, Osmanlı modeli mi olacak, Türk işi başkanlık modeli mi olacak, bilmiyoruz.
Ama rol modeli biliyoruz:
Atatürk!
***
Atatürk’ün bu ülke için tartışmasız bir gerçekliği var: Kurucu başkandı. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştu. Toplumun belli bir kesimince ‘halaskar gazi’ yani kurtarıcı gazi olarak kabul edilmişti.
***
Atatürk’ün ölümünden yaklaşık 60 yıl sonra, kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti büyük bir krize girdi. Devlet, dolayısıyla sermaye sınıfı ülkeyi yönetemiyordu. Ülke IMF kredileriyle ayakta duruyor, Anadolu’da orta sınıflar ve esnaf kesimi iflasın kıyısında geziyordu. 1999’da deprem, 2001’de siyasi ve ekonomik kriz, ölümcül vuruştan bir önceki vuruş gibiydi!
İşte Tayyip Erdoğan, hem büyük sermayenin (İstanbul sermayesinin) hem Anadolu sermayesinin, hem Atatürk’le asla ‘barışmamış’ İslamcı siyasetin, hem de ulusalcı-Atatürkçü kesimlerin açık ya da örtülü isteği, beklentisi doğrultusunda sahneye çıktı ve tarihi rolünü üstlendi.
Tarihsel bir gerçeklik olarak not düşelim: Erdoğan, Türkiye’de kapitalist sistemin ve devletin girdiği krizi bitirecek, devleti ve sistemi iflastan çekip çıkaracak tek siyasetçiydi; rolünü başarıyla oynadı, Türkiye’yi iflastan kurtardı.
Fakat sistem açısından beklenmedik bir şey oldu…
Türkiye devletini iflastan, kapitalist düzeni krizden kurtaran Erdoğan, kendisini ‘halaskar gazi’ olarak görmeye başladı. ‘Ülke bitmişti, ben geldim kurtardım’ iddiasını 2003’ten bu yana çeşitli tonlarda sürdürdü. Ama kapitalist sistemin aktörleri tarihlerinin en rahat dönemini yaşadıkları, ucuz işçilikten sıfır sendikaya kadar her alanda büyük kolaylıklar gördükleri için ve biraz da ‘emperyalist bir ülke olabiliriz’ umuduyla Erdoğan’ın her hamlesine, her sözüne hoşgörüyle yaklaştı. Onlara göre sistem kendini onarmıştı, Erdoğan da her siyasetçi gibi günün birinde çekilecekti, sistem işlemeye devam edecekti. Erdoğan ‘yeni Türkiye, yeni dönem fiilen başladı’ dediğinde ise, sistemde onarımla yetinmekten yana olan ama sistem değişikliğine soğuk bakanlar açısından her şey için çok geçti… Toplumun belli bir kesimi için ‘halaskar gazi’ olan Erdoğan, kitle desteğini arkasına almış, bürokrasiyi kendisine göre düzenlemişti. Ve elbette kitlesel desteği daimi kılmak için toplumu da düzenlemesi, ‘Yeni Türkiye’yi topluma anlatması, benimsetmesi’ gerekiyordu. Ama nasıl?
***
Atatürk, cumhuriyeti kurduğunda, cumhuriyeti kitlelere anlatma işini öğretmenlere vermişti, onun için öğretmenlerle bir araya geliyor, genç cumhuriyetin ideallerini öğretmenlere anlatıyordu.
Erdoğan ise, ‘Yeni Türkiye’ kurulduğundan beri, ‘Yeni Türkiye’yi kitlelere anlatma işini muhtarlara verdi, onun için muhtarlarla bir araya geliyor, ‘Yeni Türkiye’nin kodlarını muhtarlara anlatıyor.
Peki, ‘Yeni Türkiye’nin kurucusu olarak neden öğretmenlerle ya da başka bir ‘münevver’ zümre ile değil de muhtarlarla buluşuyor?
Bunun yanıtını vermeden önce yeniden ‘erken cumhuriyet’ dönemine dönmek ve Atatürk’ün, cumhuriyeti anlatma işini neden öğretmenlere verdiğini düşünmek gerek. Cumhuriyet açlıkla, yoksullukla, cahillikle, sıtmayla perişan olmuş bir halka bir iddia ve ideal sunuyordu. Eğitim almak, cahillikten kurtulmak, devlet memuru olmak, işçi olmak, açlıktan kurtulmak, insan gibi yaşamak. Artık cumhuriyet vardı ve her yurttaş eşitti, her yurttaşın okuma hakkı vardı, her yurttaşın başta öğretmenlik olmak üzere devlet memuru olma, işçi olma hakkı vardı, çalışma hakkı vardı. Cumhuriyet yoksul halk çocuklarını kıraç topraklardan, yalınayak yoksulluktan kurtaracak, onları şehirli yapacak, onları beyefendi, hanımefendi yapacak, onları üretime katacak tek projeydi. Cumhuriyetin bu iddia ve idealinin somut, elle tutulur, gözle görülür örnekleri ise öğretmenlerdi. Cumhuriyet’in ne getirdiğini köylerde onlar anlatacaktı. Onun için cumhuriyet, kırsal kesime giderken sadece karakol değil, okul da götürüyordu ve Atatürk, ‘Muallimler, cumhuriyet sizden fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister’ diye seslenerek genç cumhuriyetin nesillerini yetiştirme görevini öğretmenlere veriyordu.
‘Yeni Türkiye’nin halka sunduğu iddia ve ideal nedir? Yaşlı bakım parasından erzak yardımına, engelli bakım parasından eğitim yardımına kadar, cüzi miktarlarda ödenen, en ufak bir eksiklik ya da hata olursa anında kesilecek sosyal yardımlar… Eğer şansımız varsa Organize Sanayi Bölgeleri’nde, Serbest Bölgelerde sendikasız, düşük maaşlı bir iş. Pek şanslı değilsek Toplum Yararına Çalışma Projesi kapsamında 6 aylık geçici iş… Esnaf isek siyasi ve ekonomik istikrar; yani bankadan aldığımız krediyi planlanan dilimde ve miktarda ödemek. ‘Yeni Türkiye’nin halka sunup sunabileceği en büyük iddia ve ideal bu; sosyal yardım, düşük maaşlı iş ya da geçici iş, dükkanı döndürecek kadar istikrar… Muhtarlara işte bu noktada iş düşüyor, mahallenin gözü, kulağı ve elbette vicdanı-aklı olan muhtarın, bir yandan yoksul halka ulaşıp ‘Yeni Türkiye’yi anlatması, bir yandan da ‘Yeni Türkiye’nin nimetlerinden kimin ne kadar yararlanacağını belirlemesi gerekiyor.
Ve muhtarlara verilen daha da önemli görev: Mahalleye kim girdi, kim çıktı, kim kızlı erkekli kaldı, kim içki içti, devlet memuru olanlardan kim solcu, kim devrimci, kim iktidara karşı, kim paralelci… Öğrenecek ve gerektiğinde hemen müdahale edecek.
Yani ‘Yeni Türkiye’nin köydeki, mahalledeki sert eli de muhtar olacak, şefkatli eli de muhtar olacak.
‘Yeni Türkiye’nin muhtarlardan fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller isteyip istemediğini de henüz bilmiyoruz.
Tek bildiğimiz şu ki: Yeni nesil muhtarların eseri olacak!