Yolculuk başlıyor: medyanın yalanlarıyla kuşatıldığımız şehirlerden, tanklarla, zırhlı araçlarla kuşaltılmış şehirlere. Kürt halkını öldürmeye devam eden sessizliği bozmaya, direnen bir halkın kadınlarıyla kucaklaşmaya gidiyoruz “Ölümden değil barıştan yanayız” diyen kadınlarla Kürt illerinde gerçekleşen katliamlara karşı, Saray’ın savaşı ile büyüyen sessizliği bozmaya, bu savaşa “bizim rızamız yok” demeye 5 Şubat Cuma günü Ankara’dan; İstanbul’dan, Adana’dan, […]
Yolculuk başlıyor: medyanın yalanlarıyla kuşatıldığımız şehirlerden, tanklarla, zırhlı araçlarla kuşaltılmış şehirlere. Kürt halkını öldürmeye devam eden sessizliği bozmaya, direnen bir halkın kadınlarıyla kucaklaşmaya gidiyoruz
“Ölümden değil barıştan yanayız” diyen kadınlarla Kürt illerinde gerçekleşen katliamlara karşı, Saray’ın savaşı ile büyüyen sessizliği bozmaya, bu savaşa “bizim rızamız yok” demeye 5 Şubat Cuma günü Ankara’dan; İstanbul’dan, Adana’dan, İzmir ve daha birçok ilden Diyarbakır’da buluşmak üzere yola çıkıyoruz. İlk engeli, Ankara’dan hareket etmemizle birlikte polislerin arama ve kimlik kontrolü bahanesiyle yaşıyoruz. Araçlardaki pankartların tek tek açılıp, içinde “barış” kelimesi geçen her pankartın not alınması, el konulması devletin barışı istemediği, devlet terörünün açıktan devam edeceğinin göstergesiydi.
Ve yolculuk başlıyor, medyanın yalanlarıyla kuşatıldığımız şehirlerden, tanklarla, zırhlı araçlarla kuşaltılmış şehirlere doğru… Umutluyuz, Kürt halkını öldürmeye devam eden sessizliğe karşı direnen bir halkın kadınlarıyla kucaklaşmaya gidiyoruz.
Diyarbakır girişinde bir kez daha durduruluyoruz, GBT ve arama derken araçlarda beklemeye devam ediyoruz. Sonra bir ses geliyor çevredeki sanayi işçilerinden; “barış getiren ablalar hoşgeldiniz” diyerek ellerinde çay tepsisiyle bizleri karşılıyor. Polisin arama sırasındaki tüm agresifliğine, tacizine rağmen sakinlikle Sümer Park’ta bizi bekleyen kadınlarla buluşmayı bekliyoruz. Aramanın ardından yola koyuluyoruz, araçlar art arda dizilip şehir içine doğru ilerliyor. Diyarbakırlılar başımızdaki, boynumuzdaki barışı temsil eden beyaz yazmaları gördükçe zafer işaretleri ile karşılıyor bizi, arabaların kornalarına basanlar Diyarbakır’a geldiğimizi duyuruyor.
Top seslerinin altında barış için kucaklaşıyoruz
18 Ocak’ta Barış için Kadın Girişimi’nin (BİKG) çağrısı ile başlayan “Ölümden Değil Yaşamdan Yanayız, Barış ve Hakikat Hakkımızı Savunuyoruz” kampanyası kapsamında 13 ilden 500’ün üzerinde kadınla Sümer Park’ın girişinde, yağmurun ve top seslerinin altında barış için kucaklaşıyoruz. Yoldaki aramalar nedeniyle biraz gecikiyoruz tabii ama oradaki kadınlar o kadar dinamik ve coşkulu ki bizi de alıyorlar hemen aralarına. Sümer Park’a zılgıtlarla, ıslıklarla, alkışlarla, ritim aletlerinin sesleri eşliğinde yürüyoruz. Heyecan, mutluluk, hüzün, hepsini aynı anda yaşıyoruz. Kendi güvenliğimizi aldığımız nöbet alanına üst araması yaparak giriyoruz, içimiz o yüzden rahat. Yakılan ateşlerin etrafında toplanıp sloganlarımızla birlikteliğimizi güçlendiriyoruz.
Basın açıklamasından önce ilk konuşmayı Gülten Kışanak yapıyor: “Eğer bu savaşa son verecek bir güç varsa o da kızkardeşliğe ve barışa inanmış kadınlardır” diyor. Ardından ‘‘Yaşasın kadın dayanışması’’ sloganıyla tek bir seste birleşiyoruz. Basın açıklamasını dinliyoruz. Türkçe ve Kürtçe okunan basın açıklamasında şu ifadelere yer veriliyor:
“Barış ve hakikat hakkımızın takipçisi olmak için İstanbul’dan, Bursa’dan, Rize’den, Ankara’dan yola çıktık. Adalete, hakikate, yaşama ve barışa sırt çevirmeyi reddettiğimiz için buradayız. Sokakları insansızlaştıranlara, hayata düşman olanlara, adaleti güçten ibaret sananlara isyanımız olduğu için buradayız.”
farklı illerden kadınlarla heyet oluşturuyoruz. Barış için nöbet tutan DTK’nin, İHD’nin ve Büyükşehir Belediyesi’nin önündeki sağlıkçılar, eğitimciler ve cenazeleri hala Sur’da bekletilen ailelere ziyarette bulunmak için… Arkadaşlarımızı yolluyoruz. 16.00’da yapılacak foruma kadar ateşin etrafında bekliyoruz. Geri döndüklerinde anlatıyorlar: “Herkes barışta ısrar ediyor, Diyarbakır’a barışın huzurun geldiğini görmeden nöbetlerini sonlandırmayacaklarını söylüyorlar.”
Öldürmekle barış olmaz
Bir ara Medeni Yıldırım’ın annesi Fahriye Yıldırım’ı görüyorum. Barış için Diyarbakır’a gelen kadınları Sümerpark’ta karşılamaya gelmiş o da. Sohbet ediyoruz bizi evine davet ediyor, geleceğimizi duymuş bir sürü “pişi” getirmiş bize. Yolda yeriz diye de koyuyor çantamıza. Fahriye anne; “Biz kadınlar, biz analar barış istiyoruz, artık evlatlarımız ölmesin istiyoruz. Bu savaş bitsin çocuklarımızı kucaklayabilelim, mezarlarında ağlamayalım. Diyarbakır’dan dönen kadınlar barış elçisi olsun” diyor.
Ateş başlarında birlikte ısınırken, top ve silah sesleri arasında tedirginlikle etrafa bakarken Diyarbakırlı kadınlarla göz göze geliyoruz, onlar alışmış bu seslere. Bir barış annesi bu sesin üstüne ekliyor: “Biz öldürmekle bitmeyiz, öldürmekle de barış olmaz.”
Nöbet kadınların deneyimlerini paylaştığı “Kadın ve Özyönetim” başlıklı forumla devam ediyor. Cenazesi Sur’dan alınamayan gençlerin anneleri en ön sırada oturuyor. Deneyimlerimizden, neden burada olduğumuzdan, ne yapabileceğimizden konuşuyoruz.
Sonra cenazesi hala Sur’da bekletilen Rozerin Çukur’un annesi kürsüye çıkıyor:
“Buraya gelen tüm kadınları selamlıyorum. Rozerin, 16 yaşında lise öğrencisi genç bir kızdı. Psikolog olacaktı. Onun hayalini yıktılar. Başka Rozerin’lerin hayali yıkılmasın. Dimdik ayaktayım bütün anneler de benim gibi ayakta dursun, Rozerin’in cenazesini istiyorum. Bütün yapılanların hesabını sorsunlar. Cenazemizi versinler istiyoruz. Onun suçu nedir? Suçu Kürdüz diye… Sur güzel bir mahallemizdi yaktılar yıktılar bütün insanlar buna ses versin başka acılar yaşamayalım.” O sözlerini böyle bitiriyor biz gözlerimizi kırpmadan onu izliyoruz…
Sonra söz “ne yapmalı”ya geliyor. Diyarbakırlı kadınlar diyor özyönetim için “Nasıl oturup kalkacağımıza, nasıl konuşacağımıza, nasıl yaşayacağımıza kendimizin karar verdiği sistemdir” ve ekliyor ”Biz bu sistemi hendek dediğimiz barikatların arkasında kuruyoruz.”
Biz ise aklımızdan Batı’da burada gördüklerimizin duyduklarımızın herkes tarafından bilinmesi için ne yapabiliriz diye geçiriyoruz. Forum bitiyor, artık yola çıkma vakti. Yola çıkmadan önce dayanışmayı, mücadeleyi, direnişi büyütmek için ses çıkarıyoruz. Zılgıtlarla, ıslıklarla, bendir sesleriyle top sesini bastırıyor sesimiz. Otobüslerimize biniyoruz, gözlerimiz, geride bıraktıklarımızdan ayrılmıyor.
Kendi aramızda sohbetler başlıyor sonra;
“Ne kadar güzel bir şey kızkardeşlik köprüsü böyle sağlam temeller üzerinde kurmamız”, “Daha uzun kalmalıydık, iletişim kuramadık, temasa geçemedik”, “Buraya gelerek gördük ki batı doğu arasında oluşturulan o çizgi, aslında yok. Ve bu deneyimin sadece bizde kalmaması için uğraşmalıyız.”
Hepimizin aklında tek bir görev var: Döndüğümüz şehirlerde, medyanın bizden gizlediği, yanlış yansıttığı savaşı görünür kılmak, barış talebimizi daha da yaygınlaştırmak.