Umudunu korumak istiyor insan her şeye rağmen. Tüm olanlara, ölümlere, yıkımlara, yetimlere karşın korumak istiyor. Nihayetinde ne zaman öleceğimizi bilmeden, yarınların da bu topraklarda yaşanacak olmasının verdiği acı ve kaygıyla her gün nasıl yaşarız onu düşünüyoruz. Her şeyi sorgular hale geliyoruz. Varlığımızdan kimliğimize, inandıklarımızdan yönetilme şeklimize kadar. Yani bağımsızlığımızı sorguluyoruz aslında. Kime neden eyvallah edeceğimizi […]
Umudunu korumak istiyor insan her şeye rağmen. Tüm olanlara, ölümlere, yıkımlara, yetimlere karşın korumak istiyor. Nihayetinde ne zaman öleceğimizi bilmeden, yarınların da bu topraklarda yaşanacak olmasının verdiği acı ve kaygıyla her gün nasıl yaşarız onu düşünüyoruz. Her şeyi sorgular hale geliyoruz. Varlığımızdan kimliğimize, inandıklarımızdan yönetilme şeklimize kadar. Yani bağımsızlığımızı sorguluyoruz aslında. Kime neden eyvallah edeceğimizi tartışıyoruz. Hiç tartışması yapılmayacak bir değer üzerinden hem de. Özgür ve bağımsız yaşama değeri üzerinden. Bunların bir gelecek ve toplumsal kişilik oluşturacağı gerçeğinden hareketle bir top mermisi tarafından nasıl yok edildiğini izliyoruz. O top mermisi ki senin nasıl yönetileceğini belirleyen bir sesin, nasıl yaşayacağını emreden bir sesin top mermisidir.
Bir hikayenin kurgusal tarafından bakıp baskı rejimlerinin neden kökten haklı davranma dürtüsüne sahip olduğunu tartışalım. Diyelim ki ülkede keyfiyetten oluşmuş, sosyopatların manyakça terör eylemleri yaptığı bir örgüt var. Kanlı eylemler yapan, adı devlet olan bir yönetimsel yapının askerlerini öldüren, hatta sivilleri katleden tümden bir toplumun ruh haline kastetmiş bir terör örgütü var. Sırf keyfinden yapıyor farz edelim. Şunu da ekleyelim eksik kalmasın; dış güçler. Evet dış güçler, yedi kız kardeş, petrol örgütleri, “Yahudi aileleri” filan da destek versin. Sırf keyfiyetten bu kadar militanı uzun süre bir arada tutmak zor olur çünkü. Öyküsünü bile yazamadık bakın. 35 yıldır kendi halinde duran, masum, vatan-millet-sakarya özkültürüyle ideal insanlar yetiştiren devlete saldırsın dursun. Hiç bıkmasın, yorulmasın bu örgüt.
Devlet de medyasıyla her gün masumiyetini bin kez daha dile getirsin. Ölen askerlerine ağlasın, ağlatsın. Küçük askerler yetiştirsin. Hep bu mazlum vatanı korusunlar diye. Düşmanlarını bilsin o çocuklar. “Aziz kanlarıyla” sulanmış bir toprağa minnet eylesin. Yediği içtiği boğazına dizilsin ki hep kıymet bilsin. E kolay kazanılmamış bir metanın artı değerinden fazla minnet değeri vardır. Gazetelerinden hep birlikte yaşama mizanseni verilsin yine de. İnsancıl tarafı ağır bassın yönetimin. Kimseyi ırkından, dininden, dilinden dolayı aşağılamasın. Vergisini veren vatansever yurttaşlarıyla gurur duysun hep.
Ama vatan hainleri de eksik olmasın bu “vatan”ın. Ne etmişti ki bu devlet onlara zaten. Hem meyve veren ağacın taşlayanı çok olurdu tabi. Haini eksik olur mu? Azınlık sayısı neredeyse ekseriyete ulaşacak bir toplumsal yapısı olsun bir de bu devletin. Mutlu mesut yaşayan azınlıklar…
Ama…
Madem bu kadar masum, mükemmel, vatandaş aşkından ölen, eşit yurttaşlık ilkesiyle dört tarafı çevrilmiş bir devlet var, o zaman; neden hendekler, cinayetler, yıkımlar, mutsuz azınlıklar, ibadethanesi tartışılanlar, eğitim hakkı elinden alınanlar, akademisi teşvik primiyle çalışanlar, nefretle dolu gençliği, ırkçı-dindar palalıları, hep ama hep haklı tanrısal liderlerine tapan insanları, satılmış kalemleri, tetikçi gazetecileri, hırsızını seven vatandaşı, ölüsünü ayırıp nekrofil hazzından orgazm olanları, başka milletin geleceğini tayin etmeye çalışan aklı bozukları var. Neden?
Sürekli kendi mağduriyetine dem vurup başkasının tepkisine “hainlik” damgası vuranlar. Ülke rejimini tartışmaya açmayı kendine hak gören ama Kürtlerin yönetim isteklerini “bölücülükle” suçlayanlar. Alevilerin ibadethanesine alaycı yaklaşıp sırf hırsından Sünni Diyanet başkanına milyonluk aracı “oh olsun” diye hediye edenler. Dün birlikte “gömleklerini” değiştirdikleri tarikat liderlerinin “Türk askeri bir kerem zulmetmez” deyip dinini devletiyle harmanlayanlar. Hangi hakları tastamam teslim ettiniz de “Kürt sorunu yoktur” cümlesini “liderim benim” naralarıyla avuçlarınız patlayana kadar alkışlamayı doğru buldunuz. Siz Diyarbakır’a Amed’i geri verdiniz de, Tunceli’ye Dersim dediniz de, anadili şartsız şurtsuz verdiniz de (TRTKURDI’nin mide bulandırıcı hizmetini hatırlatmayın sakın), Cemevinin statüsü Alevilerin insiyatifindedir dediniz de, mecliste konuşulan Kürtçe’ye utanmadan X yazmaktan yüzünüz kızarmadı da, özyönetim talebi mi tu kaka oldu.
Yasin Börü üzerinden elde ettiğiniz nemanın hala biraz daha sıkalım ne çıkar aç gözlülüğüyle saldırdığınızı ama evinin önünde öldürülen Selamet Yeşilmen’i anmadığınızı, 3 aylık Miray bebeği görmediğinizi de unutmadık. Yasin Börü de Selamet Yeşilmen de Miray bebek de akıbetleriyle sizin eserinizdir bunu iyi bilin. Kürtleri kategorize ederek saflara ayırmak sizin olduğu gibi kimsenin haddi değildir. Dünya üzerinde hiçbir yönetim, hiçbir millet başkası üzerinde tasarruf sahibi olamaz.
Sizin sevdiğiniz şekilde siyaset yapan, istediğiniz zaman iyi istediğiniz zaman kötü görebileceğiniz bir millet yok karşınızda. Kendini seçilmiş kabul eden tüm yapılarınız, bireyleriniz, başkalarının duruşlarıyla ilgili ahkam kesemez. İnsanların yaşadığı siyasi dönüşümleri (ki bunların temellerine bakmak gerek) dahi yerebilecek hatta “gözümden düştü” ukalalığı ile yaklaşabilecek hareket kabiliyetini nereden buluyorsunuz? Eğer bir dönüşümden hatta u dönüşünden bahsedilecekse tepenize bir bakın bakalım ne göreceksiniz. Önce onu yazmanız gerekir. Siz o’na tek laf edin ki adaletinizi el üstünde tutalım. Tuzu kuru Türk-İslamcılığın kime ne kadar zarar verdiği tarihte yazılıdır. İslam’ın son kalesi dediğiniz toprakların ırkçı İslamcılığın en güzel örneği olduğu doğrudur. Tek doğru.
Özetle, hakları verilmemiş, dilleri, dinleri, mezhepleri, yaşam tarzları, kültürleri, eserleri, yönetilme istekleri kısıtlanmış azınlıklar. Her isteği başkaldırı sayılmış, ağızlarına bal çalınmış fazlasına “daha ne verelim” diye diklenilmiş azınlıklar. Her adımları izlenmiş, o adımların “dış güçler”e bağlandığı azınlıklar. Uzayıp gidecek bir listedir bu. Şimdi isterseniz hendekleri kapatın, isterseniz Diyarbakır’da herkese rezidans verin elinizde kalacak şeyin farkına bile varamayacaksınız. Çok şey kaybedildi. Hem de öyle birlikte yaşama kültürü filan değil, daha derinlerde. Bir daha onarılmayacak şekilde. Yeni Türkiye hepinize hayırlı olsun!