Gazeteciliğin utanç senesidir 2015. Birçok şey için rezil bir yıl değerlendirmesi yapılabileceği gibi. Medya patronlarının ilk sayfalardan yalvarmalarından ne idüğü belirsiz zevatın onu bunu hedef göstermesine, keskin u dönüşlerinden fabrika ayarlarına ulaşmanın hazzını yaşayanlara, uçağa binme yarışında olanların gazeteci diye adlandırılmasına, haber yapanların içeri alınmasından heyecanlı gazetecilerin tutuklanmasına kadar rezil bir yıl. Penguen medyası diye […]
Gazeteciliğin utanç senesidir 2015. Birçok şey için rezil bir yıl değerlendirmesi yapılabileceği gibi. Medya patronlarının ilk sayfalardan yalvarmalarından ne idüğü belirsiz zevatın onu bunu hedef göstermesine, keskin u dönüşlerinden fabrika ayarlarına ulaşmanın hazzını yaşayanlara, uçağa binme yarışında olanların gazeteci diye adlandırılmasına, haber yapanların içeri alınmasından heyecanlı gazetecilerin tutuklanmasına kadar rezil bir yıl. Penguen medyası diye aşağıladığımız organların zaten daha aşağılık olduklarına kadar. Yüzlerce insanın hesapsızca öldürülmesini görmeden birşeyler konuşuyormuş havası yaratan tv programcılarına kadar berbat bir yıl. Gazeteciliği derinlemesine irdelemiş de hakkında ahkam kesmeye çalışan siyasetçilere, onların sözlerinden senkronize aptallığa tutulmuş köşe yazarlarına kadar utanç verici bir yıl. Akademisyenlerin el pençe durup orda burda gazetecilere sövmesine kadar aymazlığın zirve yaptığı bir yıl. Manşetlerden photoshop kurnazlığıyla yalanın uzmanı olmuş paçavralara kadar sahtekar bir yıl. Öldürülenlere sövecek kadar karaktersiz bir gazeteciler güruhunu yaratan bir yıl. Mazisi gazetecilerin tutukluk hallerine vicdansızca saldıran kesimlerin ikiyüzlü özürleriyle dolu bir yıl. Çok da kitap okumaya meraklı olmayan toplumların bir de kitaplarının yasaklandığı bir yıl. Yabancı gazetecilerin tutuklandığı, darp edildiği, bazılarının sınır dışı edildiği bir yıl. Gazetelerin basıldığı, basanların ödüllendirildiği, gazeteci dövenlerin serbest bırakıldığı, tehdit edilenlerin göz göre göre öldürüldüğü bir yıl. “2015 basın adına nasıl bir yıldı” sorusunun çok dert yanılacak cevapları var, böyle uzayıp gidecek. Ancak gazetecilik adına cesur insanların da daha bir varlık gösterdiği, yurttaş haberciliğinin yükseldiği bir yıl da oldu aynı zamanda. Oldu fakat her kalkışma, her ilerletici adım en sert şekilde karşılık buldu. Bu yüzden gazetecilik adına yapılan iyi şeylerin gelecek için umut kırıcı şekilde yok edilmek istendiği bir yıl da oldu.
Diğer taraftan anaakım ve havuz medyasının hali de içler acısı. Yani gazetecilik adına içler acısı. Gazetecilik ahlakından tamamen yoksun, günlük manşet malzemesi üretmek için dahi koltuğundan kalkmayan ama yaptıklarıyla ülkenin mevcut hale gelmesinde bir hayli emeği olan gazetelerden bahsetmek istiyorum. Örneğin tek klavyeden çıkmış köşe yazarlarının okuyucuların zihnini okşayan yazıları gibi.
Artık lider tapınması mı dersiniz aşkından divane olmuş gazeteci kitlesi mi bilemem. Ancak madem ilan-ı aşk edilecek her söz amentü kabul edilecek bari insanlara zulmetmeyin. Beyinleri körelmesin insanların. 2015 yılının unutulmaz bir derlemesidir bu.
Bu senkron “mücahitlerinin” yansımaları tabii ki de manşetlerin süsü oldu. Savaş mı çıkarılacak itinayla aynı membadan gelen “ayetlerle” muhteşem başlıklar atıldı. Geçmiş bağlamı kurmak, nereden nereye gelindi onunla ilgili analiz yapmak hak getire. Zaten yukarıdaki folklor ekibi düzenine bakılınca bunların bir rüyadan ibaret olduğunu tahmin etmek zor değil. 2015 mart ayında Dolmabahçede en azından umutlandığımız “yoksa oluyor mu” diye kendimizi avuttuğumuz mutabakatın yerle bir edilmesine koşarak destek gelmişti.
Adım adım çatışmanın temellerini atan bir gazetecilik süreci gördüğünüz gibi. Bu manşetlerin önceden çizilmiş bir yol haritasına bağlı olarak devam ettiği ve iktidar ile havuz medyanın veri akışında son derece “senkronize” şekilde “savaş gazeteciliği” ürünleri ortaya çıkardığına şahit olduk. Sonraki günlerde “Elde silah barış olmaz” sözünden hareketle 8-9 gazetenin aynı manşetle piyasaya çıktığına da tanık olduk. Bir anda “barış”tan “elde silaha” dönüşün hızlı bir savunucusu oldu gazeteler.
Yenişafak gazetesinin manşet hazzı kör- lüğünü de beraber getirmiş. Üstte barış girişimlerini yok eden ortak alıntı, altta Sırrı Süreyya Önder’in “Silah dönemi bitti” başlığı var. Gazetenin ilk sayfasında dahi tutarlı olamayacak kadar “muhteşem” bir gazetecilik örneği sergilemiş.
Nisan ayına geldiğimizde önceden manşetlerle de desteklenerek devrilen masanın asıl amacının ne olduğu da ortaya çıkmış oldu aslında. Nisan ayı manşetlerinin yoğun hedefi 7 Haziran’da yapılacak seçim ve HDP’nin barajı geçip geçmeyeceğiydi. Zemini “elde silah” ile oluşturan havuz medyası silahı HDP’ye iliştirip “aman barajı geçerlerse” korkularını örtmeye çalıştılar. Manşetler böyleyken köşe yazarlarının da tetikçiye dönüştüğünü söylemek gerek. Cem Küçük’ün ortaya çıktığı daha doğrusu palazlandığı bir dönem oldu ayrıca. Barış ile ilgili söyleyecek sözü ortaya sunacağı bir analizi olmadığından arzu ettiği doğal ortamına da kavuşmuştu Küçük.
2015 Newroz’undan önce başlayan rahatsızlığın, Dolmabahçe’de zirve yapmasının nedeni kronolojik olarak sıralanınca daha bir net ortaya çıkıyor. Gazetecilik faaliyetinden çok saldırganlık kültürüne sarılan bu isimlerin yaptıkları istemsiz de olsa tek şey savaş nasıl çıkartılırın yol haritasını sunmak oldu. Rüzgarın bir anda sertleştiği bir dönem yaşadık ve malum medyanın da rüzgarlar konusunda manevra kabiliyetini bir kez daha görmüş olduk. Gerçi bu konuda fazla naïf mi davranıyoruz ondan emin değilim. Zira kalemin tek elde olduğu bir siyasi iklimde sadece omurgasız olmanın kafi geldiğini de söylemek gerek. Yoksa anaakımda u dönüşü sergileyenlerin görece daha pragmatist davranacak kadar “bağımsız” olduğunu söylemekte yarar var. Sermayeye tanınan bir imtiyaz olarak da yorumlayabiliriz bunu.
Günler geçtikçe daha doğrusu 7 Haziran yaklaştıkça anket verileri de daha bir korku yaratmış olacak ki, tahmin konusunda pek başarılı anket şirketleri nasıl olduysa doğruya yakın sonuçlar vermişti, nefret ve saldırgan dil gazetelere iyice hakim olmaya başladı. Selahattin Demirtaş’ın kişiliği üzerinden, ki hala saz ve cici çocuk saldırısı devam ediyor, Kürt siyasi hareketine olabildiğince yüklenilmeye başlandı. Tahayyüllerinde tek karizmatik lider olabilir inancından kaynaklı olarak Demirtaş’ı hedef seçen havuz medyası ağabeyinden mal varlığına kadar her alanda mevzilenmişlerdi. Tamamen manşetlere boğmamak adına merak edenler için mayıs ayı gazeteleri: mayısgazeteleri
Nihayet 7 Haziran seçimleri yapıldı ve her ne kadar kabul edilmese de, çünkü başarı nicelikle ölçülüyor bazıları için, iktidar düştü. Sonraki dönemde gazeteler bu kez yeterli görmedikleri savaş haberciliğini daha da sertleştirerek bu kez milli-yerli desteğiyle de tümden muhalefeti cephelere ayırarak tam bir savaş meydanı yarattı. Bunun seçim öncesinde ve sonrasında günlük hayata tehlikeli bir şekilde yansıması da oldu. Yüzlerce parti binasının saldırıya uğraması, insanların tehdit edilmesi, meydanlarda bombaların patlaması, insanların ölmesi havuz medyasının gündemini çok da meşgul etmedi. Bu kamplaşmanın ortaya çıkaracağı ateşin nasıl sonuçlar doğuracağını oturup düşünmediler belli ki. Gazetecilik hassasiyetinde olmayan kukla medyanın ülkeyi siyasi olarak böldüğü manşetlere şöyle yansıdı;
Özellikle “Haçlı İttifakı” manşeti ile günlerce konuşulan Star gazetesi tipik bir Türk İslamcı muhafazakarlığın mağduriyet “gömleğini” giydi. Elindeki gücü kaybetme korkusuyla “bunlar gelirse, başımıza gelecekler bellidir” kehanetiyle hem gazetelerini hem de sosyal medya hesaplarını doldurmak için arşivlerindeki mağduriyet raflarına başvurdular.
Havuz medyası asıl amacına ulaştı ve bugünleri yaşamak adına her adım atıldı. Tekrar seçimde elde edilen güçten sonra savaşın şiddetlenmesine ve en nihayetinde şehirlerde tankların top atışı yapmasına kadar da ilerledi.
Medyanın yaratacağı etkinin büyüklüğünü görmek adına 2105 yılı Türkiye’si çok acı bir örnektir. Kalemin nasıl kullanıldığı, nereye hizmet ettiği ve yarattığı algının halklar arasında meydana getirdiği sonuç çok daha efektif olabilir. Tüm bunlar olurken savaşa karşı gerçeği aktarmaya çalışan alternatif medya çalışanları, yurttaş habercileri zaman zaman çok etkili oldular ve gün geçtikçe de gelişmeye devam ettiler. Tamamen karamsar bir tablo varmış gibi görünse de şartlar gereği ortaya çıkan muhalif ve alternatif medya etkisini daha fazla gösterecektir. Öyle umut ediyoruz.
Malum medyanın varlığı totaliter tüm rejimlerin içinde oluşan/oluşturulan “ihtiyacın” ürünü aslında. Ancak bu kadar fazla sayıda kullanıma hazır ve gönüllü gazetecilerin varlığı Türkiye için utanç vericidir. Gazetecilerin ve gazeteciliğin onuru ile oynanan bir ortamda kendi vicdanıyla da yüzleşemeyen “yandaşlığın” gelecek ile ilgili umutsuzluk aşılamaları da ayrıca kaygı vericidir. Geride bıraktığımız yıl içerisinde öldürülen insanları bile ayırarak üzerinden bir dil yaratan gazeteciler, hapsedilen, sınır dışı edilen, kitapları yasaklanan, sahada gerçek gazetecilik yapan meslektaşlarına ihanetleri de almanaklara not edildi. Gittikçe yozlaşan bir gazetecilik ikliminde bir savaşın da asıl tetikçisi olabilecek gazetecilikten ve hala tutuklu olan 34 gazetecinin de rejimin bir sonucu olduğu akıllarda yer etmelidir. Bu bağlamda George Orwell’in 2015 Türkiye basınını da özetlediğini düşündüğüm cümleleriyle bitirelim.
“Totalitarizm, bir inanç çağından çok bir şizofreni çağı vaat eder. Toplum, yapısı belirgin bir biçimde yapay hale gelince; yani yönetici sınıfı işlevlerini kaybetmesine rağmen güç kullanarak ya da sahtekarlıkla iktidara tutunmakta başarılı olunca totaliterleşir. Böyle bir toplum ne kadar uzun olursa olsun asla ne hoşgörülü olabilir ne de entelektüel açıdan istikrarlı. Asla ne olayların gerçeğe uygun şekilde kaydedilmesine ne de yazınsal yaratımın ihtiyaç duyduğu duygusal samimiyete izin verir.”
George Orwell