Şu muhtarlar olmasa dünyadan haberimiz yok. Varolsunlar, onlar sayesinde yurtta ve cihandaki gelişmelere vakıf oluyoruz. Bir de ‘milli medya’mız var. Taybet Ana’yı katledip suçu devlete atan komplocu teröristleri, sokakta ellerine iliştirilmiş el bombalarıyla top oynayan çocukları, hendek kazıp ortada sıçan oynarken kazayla hendeğe düşenleri ve bir de hendek başında devletimizin gizli sırlarını kayda alıp teröristlere […]
Şu muhtarlar olmasa dünyadan haberimiz yok. Varolsunlar, onlar sayesinde yurtta ve cihandaki gelişmelere vakıf oluyoruz. Bir de ‘milli medya’mız var. Taybet Ana’yı katledip suçu devlete atan komplocu teröristleri, sokakta ellerine iliştirilmiş el bombalarıyla top oynayan çocukları, hendek kazıp ortada sıçan oynarken kazayla hendeğe düşenleri ve bir de hendek başında devletimizin gizli sırlarını kayda alıp teröristlere yardım eden muhabir kılıklı eşkıyaları milli medyamız olmasa nereden bileceğiz? Su uyur, teröristler uyumaz. Uyanık ve de akıllı olmak şart.
Benzemesin kimse sana/bıyığına gurban olayım!
Muhtarların yalancısıyız: Artık ‘somut eylem’, ‘yardım etmek’, ‘yataklık etmek’, ‘üye olmamakla birlikte yardımda bulunmak, hizmet etmek’ gibi milli suçların yanında ‘gibilik/benzerlik’ suçlarımız da olmalıymış. Terörist GİBİ hareket etmeyecek, davranmayacak, cilve yapmayacak, düşünmeyecek, gülmeyecek, ağlamayacak, yazmayacak mışız. Nasıl ki erkek adam ‘karı’ GİBİ ‘kırıtmaz, gülmez, ağlamaz, oturmaz, kalkmazsa’ tamamı yerli ve milli yurttaşlarımız da terörist gibi davranamaz ve düşünemez. Yerli yurttaşlarımız eşsizdir, benzeri olmaz, tektir, orjinaldir, taklitlerinden sakınılır.
Geleneksel muhtarlarla tavsiye ve istişare kurulunda görüşülüp karara bağlanan-ki en küçük yerel birimlerin en yükseğiyle istişaresi bir demokrasi şölenidir elbet- yeni hukuk manzumeleri dillere destan: Mensup olmamakla birlikte yardım ve yataklık etme… gibi zaten gayet belirsiz ve ‘manevi suç ortaklığı’na bile takla attıracak bir hüküm varken bunun da ilerisine geçiliyor: Örgüt mensubu gibi hareket edenler! Hadi ilkinde en azından somutluğu ‘müphem’ de olsa bir suç isnadı vardı. Şu anki tanımlamayla o da yok: Mensup olması, mensup olmasa da o hesaba çalışması değil; GİBİ/BENZER hareket etmesi!
Artık hakkınızdaki en ufak ihbar ile güvenlik amirleri/savcılar sizin somut/yardım eden/yataklık eden/o manaya gelen EYLEMLERİNİZİ değil, gönüllerince üretecekleri BENZERLİĞİNİZİ/GİBİLİĞİNİZİ yargılayabilecek. Somutlarsak, misal bıyığınızdan saçınızdan şivenizden falan işkillenip birilerine -örneğin bir militana- benzetip ‘Amirim alın bu herif, örgüt elemanına yeterince benziyor’ deyip yargılayacaklar. Bu kadarı Hitlerin bile aklına gelmemişti!
Başkanlık Mahkemeleri yakındır
He r yeni rejim, beraberinde bir yargı tufanı ile kendini müjdeler. Başkanlık Rejimi de kendini yeni bir yargı dalgası ile müjdeleyecek ki bu dalganın ‘savunma hakkı, somut eylem, somut suç’ gibi kaygıları olacağını düşünmek için saflıktan öte Hitlerin propaganda şefini bile mumla aratacak bir tetikçi olmak lazım. Bu tavsiyeler uygulanırsa -ki her biri açık bir talimattır, uygulanacaktır, sol/demokrat vs muhalefeti-onlar zaten idamlık- hatta CHP’lileri falan geçin Atsızcılar bile ‘teröriste benziyor’ denilip yargılanabilir. Halihazırda kolaylıkla uygulanan bir şeyin bir de hukuken katmerli tatbiki, ‘bölücü, terörist vs’ yaftalarının suç olmasını bırakın AKP’li OLMAMAYI bile yargılayabilecek kapasitededir.
Dava için insanlık feda mı ediliyor?
İstibdat yargılarının ve onu önceleyen politik şablonların evrensel niteliğidir: Fiille eylem arasındaki rabıta/bağ koparılıp somut eylemden bağımsız hemen her şey suç kapsamına sokulur. Somutlarsak teröristle terör eylemi-şiddet/saldırı- arasındaki bağ koparılıp hemen her şeyi keyfi biçimde terörizm kapsamına sokmak gibi. Yahut komünizm diye bir suç icat ederken suçla eylem bağını alabildiğince koparıp bir aşk şiirinde geçen ‘kırmızı’ sözcüğünü bile yargılama konusu yapmak gibi. Ki bizzat Nazım’ın başına gelmiştir örneğin. Diktatoryal, otoriter ve faşist baskı rejimlerinin hemen tamamında uyguladıkları bu geleneksel usuller bugünün koşullarında güncelleniyor. Manevi, soyut ve hayali suç ortakları icat eden bu zihniyetler siyasal beka ve varoluşlarını her şeyin üzerinde ilahi bir strateji/keyfiyetle konumlandırır. İlahi, kutlandırılmış addettikleri varoluşları yegane ve mutlak hakikattir. Gücün ve mutlak iktidarın alabildiğince kutsandığı bu üstün erkler ricalinde kutsal stratejiler mevcuttur. O stratejiler de insanın ancak ucuz bir nesne/çöp değeriyle arz edebildiği lağım sularından ibarettir.
Levent Gültekin gibi bazı arkadaşlar ‘Dava için insanlığını satanlar diye’ hayıflanadursun o ‘dava’ denen şeylerin içinde değil İNSANLIK hiçbir zaman hakiki manasıyla insan yoktur. Şurasından burasından çekiştireceğiniz herhangi bir insan bile yoktur. İnsan dediğimiz şey beşeri bir vasıf/yükleme olup zoolojik bir canlı kategorisini insana evrilten şey binbir emek, mesai ve çaba ile edinilen kazanılmış değerler sistemidir. Başka bir deyişle doğuştan haklara sahip olan, izzet sahibi; rengine/kokusuna/mezhebine/etnik kimliği gibi bir şekilde içine doğduğu sosyo-kültürel çevreye göre değer kazanmayan, en sade/yalın/çıplak haliyle zaten değerli/eşit/hür olmaktır insanı insan yapan yahut yapmayan şey. Müslüman, Türk vs olmayı eksiklik/batınlık/sapkınlık/kusur/eşitsizlik nedeni vs gören mezhepsel/etnik paradigmanın zihin dünyasında değerli/eşit/izzet sahibi/özgür oluşuyla insan kavramı da insanlık kavramı da yoktur. Bu bağlamda örneğin mealen ‘Cem Evleri kırmızı çizgimizdir’diyen Sünni Diyanet’in aslında ifade ettiği şey ‘Çizgimiz Sünni İslam’dır. Etmediği ise ‘Sınırımız İnsan OLMAK’tır: ‘Ne olursan ol gel, insan olma!’ demenin başka bir şekli de Cem Evleri’ne çizgi çekmektir.
Sünni İslam’a/Müslüman’a ‘yegane/eşsiz’ ve tek makbul değer atfederken makbul/Sünni/Müslüman/Türk olmayan herkesi hakları ve meşruiyeti –ve elbette özerkliği/hürlüğü- dolayısıyla en hafifinden mekruh ilan eden bir paradigmadan insanlık ne ara üremiş ki şimdi üresin? Yeri gelmişken Diyanet’in Cem Evleri hakkında ahkam kesmesi, Tepecik Kerhaneleri patronlarının Kadın ve Aile Politikalarıyla ilgili ahkam kesmesinden farksız. Haksızlık olmasın, ikincisinin ilkinden daha adil olacağından şüphe yok elbet. Zira ikincisinin ‘genel ahlak’ açısından ‘ahlak’ gibi bir iddiaya sahip değildir. Hiçbir seks işçisi ‘ben acaip ahlaklıyım, ölürüm ahlaktan’ demez örneğin. Demedikleri bir ‘ahlaka’ sahip olmadıkları manasına gelmez; nitekim feleğin çemberinden geçmiş bu işçilerin sillesinden daha merdane bir ahlakları mevcuttur. Oysa Diyanet’in geneli geçin ‘evrensel’ bir ahlak iddiası mevcut mu? Mevcut. Peki beşeri bir varlık insana zerrece kıymet vermeyişleriyle zerrece ahlaki kırıntı gösterdikleri iddia edilebilir mi?
Mutsuzsam herkes mutsuzdur
Varoluşunu yegane kutsal, gayrısını en hafifinden mekruh addeden tüm milliyetçi/mezhepçi zihinsel şablonlarda özetle insan kavramı yoktur. Egemenliği yegane amaç belleyip mutlak gücü/iktidarı her şeyin üzerinde gören bu şablonlar, insanın mutsuzluk ve tatminsizliğinin yegane kaynağıdır. Eşitlik, adalet, hürriyet, hakkaniyet gibi bireyi mutlu, tatminkar eden duygulardan yoksun bu çerçeveler mutsuz aileler/anneler/babalar yetiştirir. Sınıfsal tahakkümün cinsel, mezhepsel, etnik tahakkümle biçimlendirdiği bu yapıda tek gerçek bacaklarından tutup tavana asan baba ve tecavüzde kapı gözcülüğü yapan anne kılıklı hibrit organizmalardır. Mutsuzluk ve tatminsizliği bir virüs gibi yayan ve üreten bu organizmalar, başta kendileri olmak üzere herkes ve her şeye gizli/açık düşmanlıklar besleyen patalojik tipleri üretir. Sakallı Amca’nın sınıfsal kısır döngü ile ‘yabancılaşma’ adını koyduğu döngüsel bataklık, kolektif şuur ve toplumsal vasatta kendini en absürt halleriyle üretmekle kalmaz bizatihi kendini yok eder. Adaletin Sarayları ve ihtişamlarının aksine yok olması, Başkanın Saray’a evrilen ihtişamına tezat o ölçüde korkusunun artması, kralların devasa saraylarının arkasında büyüdükçe büyüyen korkuları yahut göğe yükselen kuleleri, ikizlenen yolları, dağ bayır dikilen gösterişli betonerme binaları ve her tarafından cilalanan halkla ilişkiler şahikası anıtlarıyla bir toplumun gittikçe küçülmesi, vasatının düşmesi, gerilemesi gibi.
Hayretle soruyor ya bazıları: Bu kadar yatırıma, üretim artığına, imkana, reforma şuna buna tezat toplum nasıl eğitimde, sağlıkta, sosyal gelişmişlikte daha fazla geriliyor? Cevabı açık. Mutluluk üretmeyi, onun için de insanı mutlu edecek beşeri ve sosyal kazanımları her gün daha fazla katlediyoruz. Cenazesi günlerce yerlerde yatan; eşitliği, izzeti, özgürlüğü hatta can hakkını geçin öldürüldükten sonra mezara girme hakkı isteyen yurttaşlarıyla bir devlet baki, mutlu ve müreffeh kalabilir mi? 2000 yıl önceki mitik anlatılardaki savaşlarda bile ‘cenazelerin defnine saygı’ bir ahlaki kriterken mevcut durum insanlığı yüzlerce yıl geriye taşımakta. Alevisi, Kürdü, işçisi, kadını, muhalifi, öğrencisi, ateisti kısacası kendine ‘insanım’ diyen herkes hemen her Allah’ın günü sistematik aşağılanırken böylesi bir rejim mevcudiyetini Başkanlıkla bile olsa sürdürebilir mi? Es kaza sürdürürse o ülke Suriye’yi bile mumla aratmaz mı? Bunu mu yaşamak istiyoruz?
Enseyi karartmayın
Etrafında çay içecek neredeyse tek bir komşusu, Suriye’de paramparça olmuş kırmızı çizgileri ve değil silah vs yardımı, keçeli kalem yollamaya kalmamış cesaretiyle bu hıncı içteki savaş ve başkanlıkla tahkim etmeye çalışan bir iktidarın ömrü fazla sürmez. Şafağın hemen öncesi gecenin en karanlık saatleridir, unutulmasın. Bitirirken: Türk Ulusalcıları artık bir karar vermeli. Ya halkların/bireylerin otonomisi, özerkliği, izzeti ve eşitliğine saygı duyulacak ilerici ve laik bir demokratik birliktelik yahut kadın, çocuk, doğa ve tüm kutsalların istismarcısı faşist dinbazlığın stepnesi olmak? Ya Cumhuriyeti el birliğiyle yeniden kurup gerçek/eşit/onurlu yurttaşlığı özgüvenle yeniden tanımlayacağız yahut gelecek karanlık zilletin yakıtı olacaksınız. Bunca ölümü, acıyı siz de biliyorsunuz: ‘Yok hendekler, yok teröristler yapıyor’ gibi tüm Kürt ve demokratların gördüğünü aptalca bir inkarla yok sayamazsınız. İktidarın devşirmeleri dışında tüm Kürtlerin, solcuların ve demokratların gördüğü şeyleri yüzümüze riyakar bir pişkinlikle inkar ederek bizleri değil ancak kendinize inanacak birkaç eblehi kandırırsınız. Bu kayıtsızlık kendinizi paraladığınız ‘birliğin’ temeline bizzat dinamit koymakta. Yurttaşlık haklarını cenaze defin hakkına indirgeyen bu zilleti Kürtler ve biz yutar, sindirir, buna itaat eder miyiz zannediyorsunuz? Şuurunuzu bu kadar mı yitirdiniz, gerçeklikten bu kadar mı koptunuz? Öyleyse buyurun cenaze namazına…