“Üzülerek söylemek zorundayım, lütfen bana üniversite mezunu CV yollamayın. Bakmadan çöpe atıyorum. YÖK eğer talep ederse, çöpe attığım üniversite mezunlarının CV’lerini kendilerine hediye edebilirim. Çöp kutum dolu zira.” Bu cümleler Azerbaycan devlet petrol şirketi Socar’ın Türkiye CEO’su Kenan Yavuz’a ait. Nitelikli ara iş gücü bulamıyorum diyen Yavuz sözlerine (sitemine), buradan YÖK’e sesleniyorum, gelecek üç yıl […]
“Üzülerek söylemek zorundayım, lütfen bana üniversite mezunu CV yollamayın. Bakmadan çöpe atıyorum. YÖK eğer talep ederse, çöpe attığım üniversite mezunlarının CV’lerini kendilerine hediye edebilirim. Çöp kutum dolu zira.” Bu cümleler Azerbaycan devlet petrol şirketi Socar’ın Türkiye CEO’su Kenan Yavuz’a ait. Nitelikli ara iş gücü bulamıyorum diyen Yavuz sözlerine (sitemine), buradan YÖK’e sesleniyorum, gelecek üç yıl içinde binlerce meslek eğitimli işçi istihdam edeceğim. Üniversite mezunlarına ise kapım kapalı diyerek devam ediyor. Aslında bu son sözler üniversite-sermaye-iktidar ilişkisinde birçok anlam ifade ediyor.
İlk olarak “üç yıl içinde binlerce meslek eğitimli işçi istihdam edeceğim” cümlesi sermayenin iktidardan beklentisini belirtmektedir. Sermayenin bakışına göre artık uluslararası piyasalarda rekabet edebilmek için “kaliteli” bir iş gücü yaratılmalı. Yavuz’un söylemi üzerinden gidersek bu kaliteli iş gücü, nitelikli ara eleman olarak tanımlanıyor. Yani üniversite sermaye için nitelikli ara eleman üretmeli, gerekirse fen bilimleri de sosyal bilimler de sermayenin bu isteği doğrultusunda ortadan kaldırılmalı. Hatta Yavuz bırakın üniversiteyi teknik meslek yüksek okulları açın diyor.
Aslında bu sermaye-AKP-YÖK arasında dönen tartışma bugün neoliberal üniversitenin (üniversiter kimlikten kopmuş, halktan yana üretim yapmayan, niteliksiz, toplumdan yalıtılmış vs.) krizinin somut görünümlerinden biridir. Bu krizi üniversitelileri işçileştirerek, güvencesizleştirerek aşmak peşindedir. Sermaye her dönem kendi krizini bir şekilde üniversitelilere, gençlere mal etmiş ve sözde bizleri düşündüğünü ürettiği kampanyalarla (meslek lisesi memleket meselesi vb.) ve projelerle kendi iç krizinden çıkmaya çalışmıştır. Ancak malumunuz sermayenin bu meselesi hiçbir zaman memleket (bizim) meselemiz olmamıştır.
Kenan Yavuz devam eden ifadelerinde YÖK’e yani AKP’nin yükseköğretimdeki programına yükleniyor. “ YÖK sürdürülemez bir düzen kurdu. Kaynaklarımız heba oluyor, yazık oluyor. Sanayici olarak bir gün bile YÖK bizlere sormuyor istihdama dair ihtiyaçlarımız nelerdir diye. Kafasına göre hareket ediyor. Sonuç ise ortada. YÖK Sitcom Üniversitelere izin vermemelidir artık” diye devam diyor. Bu noktada AKP’nin “Her kente bir üniversite” kampanyasından kısaca bahsedebiliriz.
AKP çeşitli siyasi kaygılarla her şehre bir üniversite açmaya girişti. Her yere tabela üniversiteleri açıldı. Bu proje AKP’ye oy olarak döndü. Devlet, öğrenim kredileri, yurt ücretleri, harçlar, küçük şehirlerin ekonomisindeki kıpırdanma derken bir yandan da ekonomik olarak fayda sağladı. Ayrıca yapılan üniversite binalarının (yurt, derslik vd.) ihalesi yandaş şirketlere verildi. Bir yardımcı doçent, iki araştırma görevlisi ile bölüm kuruldu ve yandaş akademik kadrolar oluşturuldu. Sonuçta laboratuarı, kütüphanesi dahi olmayan üniversitelerle karşılaştık. Sonuç; niteliksiz eğitim ve aynı zamanda üniversite mezunu işsiz sayısındaki artış. 2002’de 76 olan üniversite sayısı 168’e dayanmıştır. TÜİK’ in 2015 Nisan İşgücü Anketi’nin sonuçlarını DİSK-AR şöyle değerlendiriyor. Yeni işsizlerin yarısı üniversite mezunu ve yükseköğretim mezunu resmi işsiz sayısı 600 bin kişi. Nitekim sermaye de “YÖK Sitcom Üniversitelere izin vermemelidir artık.” diyerek AKP’nin bu politikasından dönmesi gerektiğini yinelemiştir.
Ancak sermaye ve AKP krize girdikçe de gençlere vaad edilen “Her şehre bir üniversite” sloganlarının yerini pişkin bir iki yüzlülükle “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok” cümlesi almıştır. Hatta sermaye ve AKP ortaklaşa yarattığı bu krizi (istihdam edilemeyen mezun işsizler) yukarıdaki sözle örtmeye çalışmaktadır.
Şimdi baktığımızda ‘CV’lerinizi çöpe atıyorum” meselesi aslında sermayenin kendine güvencesiz çalıştırabileceği ucuz iş gücü arayışından başka bir şey değildir. Bu aynı zamanda yüz binlerce üniversite mezununun geleceksizlikle karşı karşıya bırakılmasıdır. Diğer taraftan da üniversiteli kimliğine yapılan saldırının somut bir örneğidir. Yavuz’un sarf ettiği bu söz üniversitelilere “Sizler ben ve benim gibi patronlar için varsınız, benim şirketimde, projelerimde çalışmak zorundasınız. Yalnızca benim için bilim ve teknoloji üretirsiniz.” demek oluyor. Temelde üniversitenin tarihsel olarak toplum yararına bilim üretme görevine bir saldırı mevcuttur. Toplum için üretilecek bilgi ancak sermayenin faydasınaysa üretilmelidir.
Hatta geçtiğimiz senelerde örnekleriyle karşılaştığımız fen ve sosyal bölümlerin kapatılmak istenmesi/kapatılması gençleri temel bilimlerden uzaklaştırıp sermayenin belirleyici konumda olduğu bu ara işgücünün oluşturulmasına olanak vermektedir. AKP iktidarında bir dönem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapmış olan Erdoğan Bayraktar’ın “…Türkiye’nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Ara teknik eleman ülkesiyiz biz” sözü de aynı sebeplerle üniversiteli kimliğine açık bir saldırıydı. Bu noktada neoliberal saldırılar bu denli dört koldan geliyorken bizlerin amfilerimizde, kantinlerde ve yurtlarda üniversite kim için vardı ve var olmalıdır tartışmasını daha nitelikli bir şekilde yapmalı, üniversite kimliği tartışmalarını sıklaştırmalıyız.
Üniversitelerde neoliberalizmin saldırılarına karşı mücadele pratikleri yaratmadan önce, bu tehdidin üniversitenin nerelerinde yuvalandığını göz atmak gerekir. 1945-50’li yıllardan başlayan, ülkemizde kurumsallaşması Özal dönemine denk gelen ve şimdi AKP eliyle sürdürülen bu neoliberal saldırıların üniversitelerde belli başlı merkezlerde üretilmektedirler.
Bunların başında teknokentler/parklar gelmektedir. Teknokentler üniversite içinde kurulmuş içlerinde şirketlerin bulunduğu AR-GE merkezleridir. Ancak bu AR-GE’ler araştırma geliştirmeden çok şirketler için ucuz kira bedelleri ve üniversitenin içinde bulunduğu için ucuz iş gücü demektir. Ayrıca AR-GE çalışmalarını yürütebilecek nitelikteki akademisyenler ve öğrenciler özgür bilim ortamı kısıtlandığı için bu teknokentlerde yalnızca imkânlarından faydalanabildiği şirketler için projeler üretebilmektedir. Bir diğer nokta ise her üniversitede bulunan üniversite-sanayi işbirliği odalarıdır. Doğrudan üniversitede üretilen ne varsa ilk elden sermaye ile paylaşılmasına ön ayak olan yapılardır.
Ancak bunların en yıkıcısı kariyer kulüpleridir. Kariyer kulüpleri şu anda her üniversitede pıtrak gibi çoğalmaktadır. Her üniversitede sayıları onları aşmıştır. Genellikle bölüm isimleriyle açılan (örneğin imalat mühendisliği kulübü) ve bir zaman sonra şirketlerin sponsorluğunu ‘kazanan’ bu kulüpler kendi bölüm öğrencilerine genellikle “bir şirkette nasıl yükselebilirsiniz” i öğretme amacı taşırlar. Bu yüzdendir ki her etkinliğine onlarca 5-6 tane CEO çağırıp her birinin hayat hikâyesini dinlettirirler üniversitelilere. Yani bu kulüpler rekabetçi, birbirini ezmeyi salık veren, halkı, doğayı düşünmeyen bir anlayışı yeniden üretirler.
Bu kariyer kulüplerinin düzenlediği her etkinliğe şirketler ya da bizzat üniversitenin kendisi sponsor olur. Bu sebeple kariyer etkinliklerinden kokteyller eksik olmaz. Çağrı afişleri, broşürleri kuşe kağıda basılmıştır. Etkinliğe giden herkes siyah takımları çeker, etekler giyilir, kravat, papyonlar takılır, takılmasına da kimse görmez ya da görür de anlamaz o basılan broşürlerin üzerinde büyük puntolarla yazan ‘Flexible hours’ esnek çalışmayı. Hatta sermaye öyle incelikli çalışmıştır ki örneğin İTÜ Makina Fakültesi’nden bir akademisyene 40 kişinin içinde bu esnek çalışma güvencesiz çalışmaya zemin hazırlar hocam denildiğinde, bu akademisyen(ler) size şöyle bir cevap verebilir: ”O Amerika’da da var, anlamı 24 saat içinde herhangi bir 8 saat çalışmadır.” Akademi içindeki sermaye yanlısı, gerici, bilim karşıtı kadrolaşmaya başka bir yazıda değinebiliriz. Şimdilik onları bir kenara bırakalım.
Hemen hemen her üniversitede yer alan bu kulüpler büyük küçük şirketlerin üniversiteden ucuz, nitelikli iş gücü devşirmeye başladığı ilk mekanizmadır. En önemli silahı güvencesizliği ve geleceksizliği yani çürük ve yaşanılamaz bir hayatı boyayarak biz üniversitelilere sunmasıdır. Bu açık saldırı başta üniversiteli kimliğine yönelmiştir. Bu saldırıyı kırmak ise teknokentlerin ve kariyer kulüplerinin üniversitelileri nasıl güvencesizliğe mahkum bıraktığını ve geleceksizleştirdiğini yüksek sesle tartışmakla mümkündür.
Son olarak sermayenin yıllardır iktidarlar ve YÖK eliyle üniversiteye karşı yürüttüğü bu saldırlar üniversiteleri gerçek kimliğinden ve içeriğinden uzaklaştırmaktadır. Bugün sermayenin talep ettiği/tasarladığı üniversite fikri bizlere geleceksizlik ve güvencesizlikten başka bir şey sunmamaktadır.
Yani güzel kardeşim sen garanti kariyer planları yapsan da onlarca sertifika sahibi olsan da yurt dışına gidip geri dönsen de bu düzenin üniversiteleri sana bir şey vaat etmiyor. Bugün bize düşen görev doğru üniversite kimliği tartışmalarıyla; üniversite içinde faaliyet gösteren şirket uzantılarıyla bağ kurmuş olan üniversitelileri nitelikli, halk yararına üretimden, bilim üretiminden yana taraf etmek, CEO-sertifika peşinde koşan üniversitelilere bu geleceksizleştirme politikalarının iç yüzünü anlatmak olmalıdır.