Karşımızdaki cephe bellidir; Saray, NATO ve İslamcı faşizm. Bu blok savaş bloğudur. Düzen değil yıkım, istikrar değil savaş istemektedir. Bu blok barış bloğuyla yani Türkiye ile olan savaşını Ankara’da patlattığı bombalarla yeni bir aşamaya taşımıştır ABD işgali sonrasında Bağdat’ta ısrarla patlayan bombaların tek bir hedefi vardı. Ülkenin bütün kurumları zaten işgalci ordu tarafından yok edilmişti. […]
Karşımızdaki cephe bellidir; Saray, NATO ve İslamcı faşizm. Bu blok savaş bloğudur. Düzen değil yıkım, istikrar değil savaş istemektedir. Bu blok barış bloğuyla yani Türkiye ile olan savaşını Ankara’da patlattığı bombalarla yeni bir aşamaya taşımıştır
ABD işgali sonrasında Bağdat’ta ısrarla patlayan bombaların tek bir hedefi vardı. Ülkenin bütün kurumları zaten işgalci ordu tarafından yok edilmişti. Irak’tan geriye kalan tek şey bu coğrafyada yaşayan insanların zihinlerinde bir hayalet gibi varlığını sürdüren ‘Iraklı’ olma fikriydi. Kurumsal düzeyde yıkılmış olan ülkenin bir daha ayağa kalkamaması için insanların zihinlerinde de yıkılması gerekiyordu. Bu nedenle bombalar Irak toplumsalının ‘fay hattı’ denilen Sünni-Şii çatlağında patlamaya başladı.
Bu uğursuz çatlağı görme kabiliyeti olan iki yapı var dünya yüzeyinde; Biri CIA destekli cihatçılar-şeriatçılar diğeri ise CIA’in akıl hocaları, ‘Oryantalistler’. Gerçekte Iraklılar için de görünmez olan bu çatlak, CIA’nın IŞİD’le birlikte yürüttüğü ‘fazla mesaili bomba kampanyası’ sonucunda Iraklıların gözüne sokuldu. Herhangi bir mezheple örtüşebilecek her hedefte, ‘Cuma çıkışında’, az çok bir mezhep billurlaşması olan her pazar yerinde, Şii ibadethanelerinde, cenazelerinde; kısaca mezhepsel kimliklerin üzerinde sürekli patlayan bombalar, bildiğimiz anlamda bir ülkenin belkemiği olan demokratik-çoğulcu bir muhalefetin gelişmesini engelleyerek, işte bu olmayan çatlağı yarattılar. Irak’ı eski çağlardan kalma, herkesin unuttuğu bir kargaşanın içine sürükleyerek, ülkenin tekrar ayakları üzerine kalkmasının olanaklarını topyekün yoketmek istediler.
Wikileaks’in Suriye başlığı altında toparlanan belgeleriyle oluşturulan bir kitap bugünlerde yayımlandı. Kitabı henüz okumadım ama kitapla ilgili uzun bir tanıtım yazısında[1] ABD’nin 2001’den bu yana Suriye’deki tek amacının ülkeyi istikrarsızlaştırma ve Esad rejimini devirme olduğu gayet net. Bu amaç için seçilen ilk uğrağın ülke içi demokratik muhalefetin yok edilmesi olduğu da aynı netlikte Suriye elçiliği ile ABD Dışişleri Bakanlığı arasındaki yazışmalardan anlaşılıyor. Esad’ın mali ‘reform’larından sonra ülkeye yağmasa da damlamaya başlayan başlayan Körfez sermayesinin engellenmesi, Esad’ın ABD elçisi tarafından çok iyi bilinen psikolojisinin araçsallaştırılarak, ABD’nin Suriye’de bir politik aktör olmasını hiçbir zaman istemediği ülke içi sol muhalefetin, devşirme cihatçı katillerle ikame edilmesi ve ardından yine bu katillerin Suriye halklarının üzerine sürülmesi ile bütün ülkeyi dehşete sürükleyen sürekli bir ‘terör’.
Benzer bir tarihin izlerini Afganistan ve Pakistan eğer daha geriye gidersek Endonezya’da da takip edebiliriz. Endonezya’da ABD destekli darbeden sonra milyonlarca evet milyonlarca devrimcinin Sedat Peker benzeri tiplerin başını çektiği çeteler ve ordu tarafından katledilmesi, daha Sovyetler Birliği çekilmeden önce Afganistan’ın işgalden sonra demokratik bir ülke olmasına dair umutlarını taşıyan liderlerinin Taliban-CIA işbirliğiyle örgütlenen suikastler ve saldırılar sonucu öldürülmesi, Filistin’de falanjist milislerin İsrail desteğiyle gerçekleştirdikleri katliamlar… saymakla bitmiyor. Ama bütün bu katliamların hedefi nedir diye soracak olursanız ve yanıtı Türkiye cinsinden vermek isterseniz artık bu çok kolay. Garın önünde patlayan bombaların hedefi neyse bu saymakla bitmeyen katliamların hedefi de oydu.
Biz farklıyız diyen birçok haklı eleştirinin yükseleceğine inanıyorum. Haklısınız biz farklıyız. Ancak bir zamanlar onlar da farklıydı ve bize çok benziyordu. Kabil’in, Halep’in, Bağdat’ın ve Ankara’nın 1960’larda çekilmiş fotoğraflarına bakın benzerliği göreceksiniz. Yine 2015 yılının 10 Ekim gününde saat 10.04’de Garın önünde çekilmiş fotoğraflarla savaş sonrası Bağdat’ın, Kabil’in ve Halep’in kenar mahallelerinin fotoğraflarına bakın aynı kanı göreceksiniz.
Bu gördüğümüz, Afgan, Pakistanlı, Endonezyalı yoldaşlarımızın acı veren anıları mı? Suriyeli, Iraklı kardeşlerimizin gün ışığında gördükleri kabus mu, yoksa bizim geleceğimiz mi? Ayırdetmek gittikçe zorlaşıyor.
…
Suriye’de devam eden savaşın Rusya’nın da dahil olmasıyla bütün Ortadoğu’yu, belki de dünyayı içine alacak daha büyük bir yangına dönüşmesi NATO’nun temel hedefidir. Neokonların bu müdahaleyi çaresiz bir kenardan izleyeceklerini düşünmek büyük bir hata olacaktır. Bölgede savaşın doğrudan tarafı olan üç ülke İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye NATO’nun da desteği ve kışkırtmasıyla bu savaşı büyütmek istemektedir. Rusya’nın tam da ABD’deki seçimler öncesinde, seçime kadar olan sürenin operasyonlar için yeterli olacağını düşünerek müdahale etmesi doğru bir hesaplamadır ama sonuçsuz kalmıştır. Pentagon, Obama’ya rağmen bu fırsatı kaçırmayacak Obama’nın bütün ayak diremelerine karşın artık Rusya’nın da dahil olduğu savaşı tırmandıracaktır.
Suudi Arabistan cihatçılara Türkiye aracılığıyla yaptığı askeri yardımı hem nitelik-teknoloji hem de nicelik olarak arttıracağını açıkladı. Rusya’nın hava operasyonlarından sonra başlayan Suriye ordusunun kara harekatı cihatçıların elindeki tow’ların (tanksavar sistemi) beklenmedik sayılara ulaştığını gösterdi. Doğrulanmayan bir kaynak Rus hava kuvvetlerinin cihatçılara tow taşıdığı söylenen 3 Kızılay TIR’ını vurduğunu iddia ediyor.
Bir başka kaynak (yine doğrulanmayan) Amerikan özel kuvvetlerinin Suriye’de belirledikleri komuta kademesindeki hedeflere suikast operasyonları düzenlemeye başladığını söylüyor. Hizbullah Komutanı ve İran Devrim Muhafızları komutanının bu operasyonların sonucunda ABD özel kuvvetleri tarafından öldürüldüğü söyleniyor. Cihatçıların omuzlarında stinger füzeleri de görmeye başlayacağımıza dair yine doğrulanmamış birçok haber dolaşmaktadır. Bu yazıyı yazarken ABD hava kuvvetlerine ait kargo uçaklarının Haseke’deki cihatçılara havadan cephane indirdiğini okuyorum.
Rus iha’larının çektiği birtakım görüntüler cihatçıların askeri yığınaklarını cami yanlarına kaydırdığını göstermektedir. Rusya’nın camileri bombalamasını istiyorlar. Rus uçaklarının Türk hava sahası ihlaleri de Türk sınırının dibinde biriken cihatçılara yapılan saldırıların sonucudur. ABD savaş mekanizmasının yarattığı, Erdoğan’ın el verdiği Frankestein şimdi tam da o ele yapışarak bizi Suriye’deki ateşin içine çekerken, NATO da arkadan itmektedir.
Bir ülkenin bu tür bir açmazdan kurtulma şansı o ülkenin kurumlarında birikmiş aklın karar alma mekanizmalarına yansımasıyla gerçekleşebilir. Türkiye Irak gibi bir işgal ve yağma yaşamadı ve bir dış-iç güç, devletin bütün kurumlarını yıkmadı diyebilir miyiz?
Erdoğan’ın taktiği bellidir; Her kurumu suç işlemeye zorla, direniyorsa kadrolarını değiştir, yeni gelen kadro da suç işlemeye direnirse onu da değiştir ve bu değişiklikleri tüm kurum, yöneticileri ile birlikte, bir suç ortağına-çetesine dönüşünceye kadar sürdür. CB’nin T.C.’nin kurumlarıyla ilişkisi karşılıklı şantajla güvene alınmış suç ortaklığıdır. Bu nedenle şu anda T.C.’nin neredeyse her kurumu ve bunların başındaki suçlular Erdoğan’la kader birliği içindedir. Her birinin tek çıkar yolu tıpkı Erdoğan gibi ya bu iktidarı sürekli hale getirmek ya da arkalarında sonradan kendilerinden hesap soracak hiçbir yapı bırakmamaktır. Hiçbir adalet duygusu olmayan bu sosyopatlar, tüm bakanlar, kendi pireleri için tüm ülkeyi yakmaktan geri durmayacaklardır. Şimdiye kadar öyle cebri ve mali suçlar işlemişlerdir ki herhangi bir restorasyon döneminde en az Erdoğan kadar tehlikede olduklarını hepsi bilmektedir. İstifası istenen İçişleri Bakanı’nın yanındaki Adalet Bakanı’nın sırıtması bu gerçeğin ifadesidir. Devlet görevinden istifa edilir, mafya tetikçiliğinden istifa etmek diye bir şey yoktur. T.C.’nin neredeyse tüm kurumlarının yöneticileri Erdoğan’ın sadece suç ortağı değil, tutsakları, rehineleridir.
TSK da benzer bir yıkımın içinden geçmiştir. Askeri vesayeti sona erdirme başlığıyla sahte delillerle oluşturulan davalarla TSK’nın kurmay kadrosu hallaç pamuğu gibi atılmış, Erdoğan’ın ve NATO’nun ülkeye karşı işleyeceği suçlara direnecek komutanlar elden geldiği kadar teker teker temizlenmiştir.
TSK, bir NATO ordusudur. Yine de TSK elinde kalmış olan bütün güçle Suriye’deki ateşin içine itilmeye karşı koyacaktır. Bu direniş için ‘akıl’ da gerekmemektedir, ‘yaşama-hayatta kalma içgüdüsü’ yeterlidir. Suriye’de kendisini bekleyen ‘ayı’nın ne kadar tehlikeli olduğunu anlamaması olanaksızdır. Bu tehlikeyi umursamayan tek şüreka, uçurumdan aşağıya serbest düşüş halinde olan Erdoğan ve çetesidir. İçlerinde bulunduğu durum, verdikleri yaşam kavgası o kadar kritik hale gelmiştir ki; kendi yaşamlarını tüm Türkiye halklarının yaşamıyla Suriye’deki savaşta ya da Türkiye’deki bir -yoksa iki mi?- iç savaşta takas etme derdindedirler.
III. Dünya Savaşı’nın ateşinde ilk yanacak ülke olma olasılığımız bir yana birden fazla iç savaş tehlikesiyle de karşı karşıyayız. Ve bu iç savaşların ikisi de Erdoğan ve çetesi tarafından ülkeye dayatılmaktadır; Saray, bir yandan kiralık katilleri ile, sanırım belli bir takvime göre, Güneydoğu’da sırayla tüm Kürt yerleşim bölgelerinde, sivil katliamı örgütlemekte, öldürdüğü sivillerin cesetlerini tıpkı Vietnam, Irak ve Filistin’de işgalci ordunun yaptığı gibi zırhlıların arkasında sürüklemektedir. Hem Gerilla hem de Mehmetçik için hiçbir ayrım gütmeden kendini canlı kalkan yapan Kürt halkına onulmaz acılar çektirmekte, diğer yandan Batı’da, Kürt azınlığa ve çoğulcu demokratik muhalefete karşı linç çeteleri organize etmektedir. Türk soluyla, Kürt solunun HDP’de biçim bulmuş ortak hareket etme, birlikte barış içinde yaşama isteğini ise Ankara’da patlattığı bombalarla bu kez mezhep soslu bir iç savaşın bataklığında boğmaya çalışmaktadır.
Türkiye, Erdoğan aracılığıyla nefes verdiği Suriye’deki CIA destekli cihatçı istilasını şimdi yine Erdoğan aracılığıyla ciğerlerine çekmektedir. AKP seçmeni Saray’ın politikalarıyla bir milis-gücüne dönüştürülmekte, Suriye’ye önce ihraç edilen sonra da ithal edilen İslamci faşizmle el ele, Türkiye dediğimiz şeyden geriye ne kalmışsa, bir avuç sosyalistin zihnindeki hayaletin üstüne salınmaktadır.
Erdoğan’ın ve İslamcı faşizmin açıklayamadığı şey muhalefet değil bu muhalefetin çeşitliliği ve derinliğidir; CHP, HDP, sendikalar, sosyalistler, meslek odaları kısacası hem bildiğimiz, hem de hayalimizdeki Türkiye’dir. Muhalefetin tekleştirilmesi, giderek tüm muhalefete tek bir sıfatla seslenebilme AKP ve Saray için olduğu kadar İslamcı faşizm için de kavramsal bir zorunluluktur. Ankara’daki çoğulcu toplam, üstünde patlayan bombalarla eşitlenmiş ve aynılaştırılmıştır.
Karşımızdaki cephe bellidir; Saray, NATO ve İslamcı faşizm. Bu blok savaş bloğudur. Düzen değil yıkım, istikrar değil savaş istemektedir. Bu blok barış bloğuyla yani Türkiye ile olan savaşını Ankara’da patlattığı bombalarla yeni bir aşamaya taşımıştır. Anlaşılıyor ki kavga sokakta olacak ve bundan sonra polisin desteğine sahip ithal edilmiş CIA destekli İslamcı faşizm de kendi bildiği yöntemlerle bu kavgada yerini alacak. Bu bombalar karşısında artık hepimiz eşitiz ve aynıyız. Buna topyekün direnmeliyiz.
[1] http://www.truth-out.org/progressivepicks/item/33180-wikileaks-reveals-how-the-us-aggressively-pursued-regime-change-in-syria-igniting-a-bloodbath