Bush eline bir balyoz alarak Baal Şamin tapınağını kendisi yıkmadı ama şu anda bu tapınağı ve çevresindeki antik mezar-anıtları sistematik olarak tahrip eden ve sanrılı beyinlerinde General Boykin’in şeytansı imgesine karşı savaş açtıklarını düşünen insanların ortaya çıkmasına neden oldu İlk önce zalimce gülümseyerek, acımasızca bombaladı. İki partinin de (hem Cumhuriyetçilerin hem Demokratların) desteğini arkasına […]
Bush eline bir balyoz alarak Baal Şamin tapınağını kendisi yıkmadı ama şu anda bu tapınağı ve çevresindeki antik mezar-anıtları sistematik olarak tahrip eden ve sanrılı beyinlerinde General Boykin’in şeytansı imgesine karşı savaş açtıklarını düşünen insanların ortaya çıkmasına neden oldu
İlk önce zalimce gülümseyerek, acımasızca bombaladı. İki partinin de (hem Cumhuriyetçilerin hem Demokratların) desteğini arkasına alıp (sanki bu destek durumu meşrulaştırıyormuş gibi) modern Irak’ı yok ettikten sonra savaş pilotu kıyafetleri içinde duyurusunu yaptı: “Görev tamamlandı!”
George W. Bush, Irak’ın altyapısını, kurumlarını, yönetici partisini ve ordusunu yok etti. Sonra, farklı mezheplerden insanların yaygın olarak (kız alıp-kız verdiği), birbirleriyle evlendiği (Sünni-Şii) dinsel hoşgörü ve komşuluğu, ülkenin toplumsal dokusunu yok etti.
Bush, genç kızların başları açık, Batılı kıyafetler içinde okula gitmesini sağlayan yasaları ve düzeni ortadan kaldırdı. Doktorların ve diğer meslek sahiplerinin çalışmalarını sağlayan özgürlüğü yok etti ve herhangi bir toplumun belkemiği olan bu insanların kitleler halinde Irak’ı terk etmesine neden oldu. Yok ettiği mahallerlerde yaşayan insanlar canlarını kurtarabilmek için kaçmak zorunda kaldı. Irak’taki Hristiyan topluluğunu yok etti. 2001’de nüfusu 1,5 milyon olan bu topluluk 10 yıl sonra 200 bin kişiye düştü. Hakim seküler ideolojiyi yok etti ve mezhepsel-ayrılıkçı çatışmanın çağını başlattı. Rock’n Roll müzik yayını, alkollü içki ve DVD satış hakkını yok etti.
Anbar eyaletinin istikrarını ortadan kaldırarak, Abu Musa el-Zerkavi’nin Irak’ta bir El-Kaide şubesi açmasına olanak sağlayan kaosu yarattı.
2007 “ayaklanması” sırasında o zamanlar “El-Kaide Mezopotamya” şimdi ise adı IŞİD olan bu “örgütün” komşu ülkeye yayılmasına yol açarak Suriye’yi istikrarsızlaştırdı. Bölgede ortaya çıkardığı iktidar boşluklarıyla El-Kaide için yeni olanaklar ve üreme alanları yarattı. Özgür Êzidi topluluklarını soykırım ve kölelikle ortadan kaldırdı. IŞİD’in öncüllerinin bölgede kuluçkalanmasını sağlayarak başkanlık dönemi sona erdikten üç yıl sonra bile Suriye’de barışçıl bir değişimin olanaklarını ortadan kaldırdı.
Eylemleriyle Irak-Suriye sınırını ortadan kaldırdı. Musul’da Yunus peygamberin türbesini yok etti. Nemrut’ta 3.300 yıllık abideleri, Asurluların muhteşem yapıtlarını tahrip etti. 23 Ağustos’ta, bir öğleden sonra, Crawford Teksas’taki evinin resim stüdyosunda otururken Palmira, Suriye’deki 2 bin yıllık Baal Şamin tapınağını yok etti.
Palmira’nın muhteşem incisi, Roma, Asur ve Mısır sanatının karışımının bu eşi bulunmaz örneği, koruma altındaki antik kentin günümüze en iyi durumda ulaşmış yapısı olan bu tapınak şimdi bir moloz yığınından ibaret.
(Dünya kültürel mirasının -BM tarafından Dünya Kültürel Mirası statüsünde korunan- bu son derece acı kaybının, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın sözünden çıkmayan Batı ana akım medya tarafından nasıl görmezden gelindiğini fark ettiniz mi? Sanki, yalanlara dayalı bu kriminal savaşın sonuçlarından sadece biri olan bu yıkım o kadar utanç vericiydi ki bu konuyu açmaya bile tahammül edememişlerdi. Bu yüzden ‘konuşan kafalar’[1]; “Biz Ortadoğu’da ne halt yedik? Neden bizim hükümetimiz bu kadar çok masum insana ve insanlığın kültürel mirasına bu çapta, süreklilik arzeden ve hala devam eden, hesaplanmış bir terörle zarar veriyor?” diye kendilerine bir kere bile sormadan; Kentucky mahkeme katibi Kimberly Davis’e[2], Rusya’nın Suriye’ye rutin silah sevkiyatına, New England Patriots[3] Deflagate skandalına iki kat daha fazla yoğunlaştılar.)
Bush 2001 yılında ‘büyük saldırısını’ planlamaya başladığı zaman bölgede durum zaten yeteri kadar vahimdi. Şimdi ise çok daha vahim. Cinayetler, çarmıha germeler, kafa kesmeler ve paha biçilmez antik kültürel mirasların tahribi son hızla devam ediyor ve görünür gelecekte bir umut ışığı yok.
İnsan bunun arkasından ne gelecek diye düşünmekten kendini alamıyor. Genç müslümanlar, geçmişin şan ve şerefle dolu halifelik dönemini yeniden ihya edeceklerini düşünürek IŞİD’in siyah beyaz bayrağı altınta toplanıyor. IŞİD’i Batı’nın günahlarını, hepsi birer işbirlikçi ve hain olan bölge liderlerini, inançsızları ve paganları tanrının gazabıyla cezalandıracak, dünya tarihinde bir dönüm noktası olarak görüyorlar.
Bamiyan’ın Budalarını ya da Kral II. Aşurnarspal’ın Nemrut’ta bulunan 2900 yaşındaki rölyeflerini tahrip ederken hiçbir ahlaki kaygı fanatik islamcının bir kere daha düşünmesine yol açmıyor. Kendini kaybetmiş vandal, inançsızların, putlarının kırılmasından dolayı dehşete kapılmalarını istiyor. Allah böyle istiyor! O en büyük!
Dinsel aptallığın yıkıcı gücü çok farklı biçimlere bürünebilir. Başkan George W. Bush bir gazetecinin kendisine sorduğu, “En beğendiğiniz felsefeci kimdir?” sorusunu “İsa peygamber” diye yanıtlamıştı. En başından beri “Teröre Karşı Savaş”ını “Haçlı Seferi” olarak tanımladı. İslam karşıtı herhangi bir eğilimi olduğunu reddetmesi ise dini hoşgörüsüzlüğü göz önüne alındığında tiksindirici bir çelişkidir. El-Kaide ile İslam’ı aynı hedefte kasıtlı olarak birleştirmiştir.
Irak’ta görev yapan deniz piyadeleri barakalarının duvarlarına Saddam Hüseyin ve Usame Bin Ladin’i ortak düşman olarak gösteren posterler asmışlardı. Gerçek hayatta birbirlerine düşman olan bu iki figürü, her ikisi de anti-Amerikancı, Müslüman ve Arap oldukları için sanki “silah arkadaşları”ymış gibi algılıyorlardı. Ancak bu aptallık onların suçu değil. Bu öğretilmiş bir aptallık. Bu arada da Bush, yardımcısı Dick Cheney aracılığıyla Filistin lideri Yasin Arafat’ı “terörist” olarak damgalayıp, İran’la olduğu gibi Yasin Arafat’la da görüşmeyi reddediyor ve barış için tek şans olan diplomatik girişimleri elinin tersiyle kenara itiyordu.
Bush 11 Eylül nedeniyle toplumda ortaya çıkan anti-müslüman duyguyu Ortadoğu’ya genel bir saldırının kamuoyu desteğini oluşturmak için kışkırttı. Dünya ve tarih hakkında cahilliğiyle ün kazanmış olan Bush, dini toplantılarda askeri üniformasıyla “vaazlar” veren, ABD’nin Ortadoğu’da; “kendisine şeytan diyen” ve “bizi bir Hristiyan ordusu olduğumuz için yok etmek isteyen” düşmana karşı “ruhani bir savaş” verdiğini anlatan Savunma Bakanı Yardımcısı Tuğgeneral William “Jerry” Boykin tarafından alenen ifade edilen saçmalıkları destekliyordu.
George W. Bush, yüzbinlerce Iraklı sivilin ve yabancı bir güç ülkelerini işgal ettiği zaman askerlerin her zaman yaptıkları ve yapmakla yükümlü oldukları şeyi yaptıkları, ülkelerini savundukları için öldürülen onbinlerce Iraklı askerin ölümünden kişisel olarak sorumludur. 2003-2011 yılları arasındaki kayıplarla ilgili tahminler 150 bin-800 bin kişi arasındadır. ABD ordusu “biz ceset saymayız” diye küçümseyerek bu konuda bir bilgi vermekten kaçınmaktadır. Irak ve Ortadoğu’da ABD ordusunun öldürdüğü insan sayısı IŞİD’in cinayetlerinin kat be kat üstündedir.
Bush eline bir balyoz alarak Baal Şamin tapınağını kendisi yıkmadı ama şu anda bu tapınağı ve çevresindeki antik mezar-anıtları sistematik olarak tahrip eden ve sanrılı beyinlerinde General Boykin’in şeytansı imgesine karşı savaş açtıklarını düşünen insanların ortaya çıkmasına neden oldu. Colin Powell Dışişleri Bakanı’yken genelkurmay başkanlığını yütüten Yarbay Lawrence Wilkerson 3 Eylül’de RT televizyonuna verdiği bir röportajda Cheney’in “savaş suçlusu olarak hapishanede olması gerektiğini” ve Cheney’in “bir idiot” olduğunu söyledi. Ben de diyorum ki Powell da savaş suçlusu olarak yargılanmak için yeteri kadar suç işlemiştir ve 5 Eylül 2003’te BM Güvenlik Konseyi’ne yalan demetinin sunuşunu yaparken kendisini de “yararlı bir idiot” haline dönüştürmüştür. Kişisel olarak yaptığı açıklamalarda Irak rejimine isnat edilen suçlar konusunda derin kuşkuları olduğunu söylemesi onu hiçbir biçimde aklamaz.
(İlk “Afro-Ameikan Dışişleri Bakanı” olarak kendisine yüklenen görevi nasıl bir bağlılık duygusuyla ifa ettiğini henüz fark etmediyseniz, Vietnam’a yaptığı bir ziyaret sırasında Mai Lai katliamını[4] yine aynı “bağlılık duygusuyla” nasıl örtbas ettiğini hatırlayın. Medya aracılığıyla yaptığı birkaç çıkışa rağmen bir münvezi gibi davranmış ve buna rağmen Wilkerson’un kendisini savaş suçlusu değil de, savaş baronlarının kurbanı gibi sunmasına izin vermiştir.)
Ama asıl sorumluluk şefindir. Bush savaş suçlularının şefidir. “Daha adil bir dünyada” Obama da tıpkı Cheney gibi, demir parmaklıkların arkasında olmalıdır. Obama, Bush kabinesi üyelerinin işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmelerinin önünü kapatmış ve bu kabinenin rejim-değişikliği politikasını takip ederek Libya’yı yok etmiş, Suriye ve Yemen’de katlanılmaz acılara neden olmuştur.
Bush ve Obama 3 yaşındaki Kürt mülteci Aylan Kurdi’nin trajik ölümünün suç ortaklarıdır. Aylan Bu küçük mülteci oğlanın Ege kıyısına vurmuş cesedi Türk yetkililer tarafından bulundu. Son 70 yılda Avrupa’nın karşısına çıkan en büyük mülteci krizinin sorumluluğu Bush ve Obama’nın omuzlarındadır.
Obama ve o zamanki Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 2011’de Şam rejimine saldıran “mücahitleri” desteklemeye karar verdiklerinde, kendileri ne derse desin, sekülerlere karşı “radikal İslamcılar”ın yanında yer almışlardır. Ne idüğü belli olmayan, büyük ölçüde hayal mahsulu Özgür Suriye Ordusu’na gönderdikleri M198 Howitzerler, dağıtılmış Irak ordusundan arta kalan tanklar ve zırhlı Humvee’lerle birlikte en sonunda IŞİD’in eline ulaşmıştır. Suriye’deki Kürt güçlere gönderildiği söylenen ABD yapımı el bombaları, cephane ve roket-itimli el bombası fırlatıcıları da IŞİD’in eline geçmiştir.
IŞİD ve diğer İslami güçler (bazıları ABD’nin müttefikleri Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından desteklenmektedir) ve tabii ki Amerikan destekli “ılımlılar” yüzbinlerce Suriyeliyi ülkelerinden kaçmak ve çevre ülkelerde mülteci olmak zorunda bırakmıştır.
Washington suçu Esad Hükümeti’ne atmaktadır. Esad’ı “Arap Baharı” sırasında barışçıl protestolarda, “silahsız göstericilere” ateş açmakla suçlayarak bu savaşa neden olmakla suçlamaktadır. Ancak o barışçıl protestocuların hiçbiri İslamcı fanatiklere katılmamış sadece Suriye Hükümeti’yle görüşmek istemiştir. Bu görüşme talebi İran ve Rusya tarafından desteklenmiş ama inatla Esad’ın çekilmesini isteyen ABD tarafından engellenmiştir.
Esad’ın kenara çekilmesinde ısrar ederek, ABD destekli “Özgür Suriye Ordusu”nun hem Esad’ı devireceği hem de Nusra ve IŞİD’i yenilgiye uğratacağı yanılgısına sadık kalan Obama yönetimi Şam’a verdikleri destek için Rusya ve İran’ı (Gerçek IŞİD karşıtları) ve yine yakın zamanda büyük baskı altında olan Suriye rejimine desteğini arttıran Rusya’yı paylamaktadır. Oysa Suriye’deki savaşın ve kriz mağduru Avrupa’nın hazırlıksız yakalandığı mülteci akınının sürüp gitmesinin yegane sorumlusu kendisidir. Bu politika savaşın içindeki en kötü tarafın işine yaramıştır. Avrupa’daki en dost canlısı ve merhamet sahibi insan bile Washington’un rejim-değişikliği saplantısının yarattığı sorunları neden biz yüklenmek zorunda kalıyoruz diye kendisine sormak durumunda kalmıştır.
“İlk Günah” Irak ve Irak’ın yalanlara dayalı bir savaşla yıkılmasıdır. Emperyalist devletin bu hatayı algılama yeteneğinin olmaması ve bundan sorumlu olanların yargılayamaması ve bu sorunu açıkça ifade eden lider adaylarını ortaya çıkaramaması bu sorunun sistem-içi çözülemeyeceğini ve bu günahın bu sistem içinde temizlenemeyeceğini kanıtlamaktadır. Sanki Ortadoğu’nun yıkımı, en vahşi ve saldırgan formuyla ABD’nin büyüklüğünün sonuçlarından biri değilmiş gibi, kulağımıza çalınan tek şey “Amerika’yı Yeniden Büyük Ülke Yapma” çağrılarıdır.
Donald Trump’ın bize dayattığı algı Taliban, El-Kaide ya da IŞİD’i ortadan kaldıramayan, Libya’dan, Pakistan’a ve oradan da Ukrayna’ya uzanan bir hat içinde dağınık, itaat etmeyen birtakım güçleri kendi çizgisine getiremeyen, rakiplerinin gözünde bir kurban ya da alay konusu olan bir ABD’dir.
Bütün başkan adayları o veya bu şekilde ulusal aşağılanma ve ulusal büyüklük temalarını seçim kampanyalarında kullanırlar. Ancak, gerçeğin yüzüne bakamazlar. Baksalar bile, halkın yaşam standartları dibe vurur, küresel işbirliğinin dokusu çözülürken ve bütün dünya artık ABD’nin kabadayılığından bıkmış halde iken, kendilerinin hala küresel hegemonya peşinde koşan % 1’in işbirlikçileri olduklarını halka anlatamazlar.
Kongreye gelen her askeri bütçeyi onaylayan, senatonun İsrail yanlısı bütün tasarılarına evet oyu veren ve Wall Street’e karşı yürüttüğü mücadele, “serbest girişim”e karşı zorunlu politik sadakatiyle anlamsızlaşan Bernie Sanders’ın tek alternatif aday olduğu bir sistem içinde gerçek değişim umudu ne olabilir?
Wall Street daha önce, savaş karşıtı (sahte) bir üne sahip olan siyah bir adayın yine sahte demokratik sürece olan inancı arttıracağını hesap etmişti. Obama işi kaptı. Değişen tek şey Afganistan’a yeni bir saldırı dalgası ve Afganistan, Pakistan, Yemen’deki insanları öfkeden çıldırtan, rekor sayıda İHA saldırısı oldu. Ha bir de yine rekor sayıda, ABD emperyalizme ait rahatsız edici gerçekleri ortaya seren, gazeteci ve kamu görevlilerinin -whistle blowers- yargılanması oldu.
Tüm yaşamsal kararları alan yüzde 1’in çok küçük bir bölümü, önemli olanın, seçimi hangi adayın kazandığı değil, sistemin kazanmasının olduğunun farkında. Her dört yılda bir seçmenler vazife aşkıyla sandıklara gidip, Ali Veli’ye ya da Veli Ali’ye oy verdiklerinde, aslında sistemin-kendilerinin meşruiyetini onayladığını, her defasında, yaptığı seçimden pişman olan ve seçim sonrası yanılgılarından kurtulan seçmenin, tek protesto biçiminin de bir sonraki seçimde “diğer partiye” (Oyunun kuralları gereğince bir ‘kazanma şansı olduğunu düşündürecek en küçük sayı, sadece iki) oy vermek olduğunu da çok iyi biliyor.
Irak suçunun “İlk Günah”ının kefareti burjuvalar tarafından lütfedilmiş bir seçimde Amerika’nın ayrıcalığını temsil edecek bir başka “soytarı”yı seçme şansı olamaz. Bu “ayrıcalık” daha fazla ülkeyi yıkmanın ve daha fazla kaos yaratmanın mazereti olamaz. Bu suçu üreten, dünyaya sonu gelmez acılar salan bu sistem, gerçek bir devrim olmadan altedilemez. Ne bunun nasıl gerçekleşebileceğini ne de şu anda Palmira’nın ölüm döşeğindeki mücevherini işgal eden canavarların insan hafızasına ve kültüne verdiği zararın nasıl onarılabileceğini biliyorum.
Ama şimdi bu muhteşem demokratik sistemin önümüze koyduğu seçenekler arasından bir seçim yapmak durumundayız; Hillary Clinton (“Geldik, gördük, O öldü)[5], boş kafa Donald Trump (“Buradaki en savaş yanlısı insan ben değilim”), “asshole” Jeb Bush (“Kim olsa Irak’ı işgal ederdi”) ya da bir değişiklik umudu için en iyi seçenek gibi gözüken “askerlerimizi destekleyin” Bernie Sanders arasından.
Sermaye ve savaşa adanmış bu köhne sistem Baal Şamin Tapınağı’ndan sökülüp atılmalıdır. Sadece bu ‘yıkım’ küresel kurtuluşu sağlayabilir.
Dipnotlar:
[1] ABD ana akım medya
[2] Yasaya rağmen eşcinsel evlilikleri onaylamadığı için kısa bir süre için gözaltına alındı.
[3] ABD futbol takımı skandalı
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/My_Lai_Katliam%C4%B1
[5] Veni, vedi, vici – Sezar; “Geldim, gördüm, yendim”
[Counterpunch’taki İngilizce orijinalinden Murat Karadeniz tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]