AKP hükümeti seçim öncesi Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kapsamlı bir savaş planlamıştı. Bu savaşın önemli bir parçası Rojava’ya yönelik olurken, esas olarak da Bakurê Kurdistan’a yönelik çok yönlü bir saldırı hedeflenmişti. Bu saldırı planının içinde 2009 ve 2010’da olduğu gibi kadın-erkek binlerce Kürt siyasetçi ve gencinin tutuklanması da vardı. AKP hükümeti seçimi kaybedince bu saldırı […]
AKP hükümeti seçim öncesi Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kapsamlı bir savaş planlamıştı. Bu savaşın önemli bir parçası Rojava’ya yönelik olurken, esas olarak da Bakurê Kurdistan’a yönelik çok yönlü bir saldırı hedeflenmişti. Bu saldırı planının içinde 2009 ve 2010’da olduğu gibi kadın-erkek binlerce Kürt siyasetçi ve gencinin tutuklanması da vardı. AKP hükümeti seçimi kaybedince bu saldırı planında bazı değişiklikler yapılsa da, yaptıkları planı adım adım uygulamaktadırlar. Öncelikli olarak tutuklamak istediklerini her gün beşer, onar gözaltına almaktadırlar. Kaybeden bir hükümet olduklarından tepki çekmesin diye toplu değil, günlere yayan tutuklamalar sürdürmektedirler.
Aslında bu tutuklamaların olacağı Tayyip Erdoğan’ın “taraf da yok, masa da yok, müzakere de yok, Kürt sorunu da yok” demesinden anlaşılmıştı. Çünkü Türk devleti Kürtler biraz örgütlenip siyasi mücadele alanına girdiği her durumda tutuklanmalara yönelmiştir. Kürtlerin örgütlü bir siyasi güç haline gelmesi istenmemiştir. Kürt sorununda çözüm ve demokratikleşme zihniyeti ve kararı olmadığı müddetçe bu saldırılar sürekli olacaktır. Tüm tutuklamaların, kültürel soykırım operasyonlarının siyasi karar sonucu gerçekleştiği bilinmektedir. Bu açıdan tutuklamalara karşı da siyasi bir tutum alınması ve mücadele edilmesi gerekir.
Tutuklamalar Kürt halkına karşı yürütülen bir savaş biçimi olmaktadır. Bu açıdan özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren bir halk bu tutuklamalara izin vermemelidir. Tutuklamalara sessiz kalmak, Kürt halkı üzerinde uygulanan kültürel soykırım politikası ve bu amaçla sürdürülen savaşı, meşru ve normal görmek anlamına gelir. Kürt halkına karşı yürütülen bu kirli savaş normal görülmeyeceğine göre, bu saldırılara karşı direnmek en meşru ve demokratik haktır.
Özgürlük ve demokrasi için direnen bir halk için en yanlış ve kabul edilemez şey, bu tür tutuklamalara sessiz kalmaktır. Bu tür tutuklamalara sessiz kalmak, boynuna uzanan bıçağa sessiz ve tepkisiz kalmaktır. Sanki tutuklamalar devletin meşru hakkıymış gibi yaklaşmak çok büyük bir yanlış ve gaflettir. Aksine, ‘bu devletin bu tür tutuklamalara hakkı yoktur; kabul etmemek gerekir’ deyip ayağa kalkmak gerekir. Kürdistan’da en az yüzde 80 olarak reddedilen bir devletin ve hükümetin bu tutuklamalara gitmesi, bir işgalci gücün uygulamasıdır. Zaten 7 Haziran seçimlerinden sonra Türk devleti Kürdistan’da tamamen işgalci bir konuma düşmüştür. Bunların başında da polis ve mahkemeler gelmektedir.
7 Haziran seçimlerinden sonra bu tutuklamaların artması, Kürt halkının siyasi iradesini kabul etmeme ve bu iradeye meydan okuma anlamına gelmektedir. O zaman Kürt halkı da siyasi iradesine sahip çıkmalı, siyasetçilerin ve gençlerin tutuklanmasına izin vermemelidir. Ortada evrensel hukuka ve kurallara karşı işlenmiş bir suç yoktur. Kürtlerin özgürlük ve demokrasi düşüncesi ve bu temelde örgütlenmesi suç olarak görülmektedir. Bu açıdan bu tutuklamalar en başta da evrensel özgürlük ve demokrasi normlarına saldırıdır; toplumların, halkların özgürlük ve demokrasi için örgütlenmesine saldırıdır. Bu saldırıya karşı durmak da en meşru haktır.
Bu saldırılar Kürt bilinçlenmesine ve Kürt örgütlenmesinedir. Türk devleti “benim tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak politikamı kabul etmez, bu politikalarımı reddeden bir düşünce ve örgütlenmeye sahip olursanız zindanları boylarsınız” demektedir. Bu nedenle bilinçli ve özgürlük isteyen her Kürt’ü düşman görmektedir. Bu tutuklamalarla aynı zamanda Kürdistan halkının AKP’yi sandığa gömmesinin intikamı alınmak istenmektedir. Bu büyük başarıyı sağlayanlar tutuklanıp zindanlara atılmaktadır.
Artık özgürlük ve demokrasi mücadelesinin birinci koşulu, bu tutuklamalara izin vermemek, tutuklama saldırılarına karşı direnmek olmalıdır. Bu tutuklamalara karşı direnilmediği takdirde dillendirilen her türlü demokrasi ve özgürlük söylemi anlamını yitirir. Bu tutuklamalara karşı direnmek en demokratik tutumdur. Kürdistan’da gösterilen direnişteki en eksik tutum bu tür tutuklamalara karşı hemen tepki gösterip direnişe geçilmemesidir. On yıllardır yürütülen mücadeleden sonra artık hiçbir siyasi tutuklamaya izin verilmemelidir. Her siyasi tutuklama bir serhildan nedeni olmalıdır. Eğer serhildan için birinci neden nedir, denilirse bunun cevabı siyasi soykırım operasyonları olmalıdır. Ancak böyle Türk devletinin siyasi soykırım operasyonlarına cesaret etmesinin önüne geçilir.
Kürt halkına en büyük düşmanlık siyasi soykırım operasyonlarıyla gösterilmektedir. Kürt’ün kendi kimliğine, kültürüne ve özgürlüğüne sahip çıkmasına düşmanlık bir kültürel soykırım zihniyetidir. Yapılan siyasi soykırım operasyonları, Türk devletinin kültürel soykırımda ısrar ettiğinin kanıtıdır. Kürtler bilinçli ve örgütlü olmasın ki kültürel soykırım politikası engelsiz sürdürülsün! Siyasi soykırım operasyonları bunun için yapılmaktadır.
AKP hükümeti bu siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürt’ün direncini kırıp kendi kültürel soykırımcı politikalarını Kürt halkına kabul ettirmek istemektedir. 20. yüzyıl boyunca siyasi tutuklamalar, katliamlar, cinayetler ve idamlar bunun için gerçekleştirilmiştir. Aynı zihniyet ve uygulamalar bugün AKP hükümeti tarafından da sürdürülmektedir.
Bu tutuklamaların kuşkusuz orta vadeli ve uzun vadeli amaçları olduğu gibi, yakın dönem amaçları da vardır. Bunlardan birincisi, mevcut sürdürdüğü saldırılara karşı halkı dirençsiz bırakmak; ikincisi ise düşünülen bir erken seçime Kürt halkının en dinamik güçlerini zindanlara atarak girmektir.
AKP’nin bu Kürt düşmanı amaçlarını boşa çıkarmak için en başta da siyasi soykırım operasyonlarına direnmek gerekmektedir. Önderliğe özgürlük mücadelesini siyasi soykırım operasyonlarına karşı direnişle birleştirerek serhildanları yükseltmek bu dönemin en temel direniş görevi olmaktadır. Bu temelde kültürel soykırımcı sömürgeci egemenliğin Kürdistan’da kabul edilmeyeceği etkili biçimde gösterilmelidir.