AKP iktidarının 12 yılı aşkın bir süredir emperyalizmin ve neoliberal düzenin ihtiyaçları çerçevesinde inşa ettiği neoliberal İslamcı rejimin krizleri en belirgin dönemini yaşıyor. Düzenin açmazları giderek derinleşiyor. Egemenler Haziran İsyanı ile tepe noktasına çıkan rejimin krizine yegâne çözümü, şiddet aygıtlarının keskinleştirilmesi ve toplum üzerindeki İslamcı gerici politikaların yaygınlaştırılması olarak görüyor. Siyasi iktidarın “parlamenter düzeneği” egemen […]
AKP iktidarının 12 yılı aşkın bir süredir emperyalizmin ve neoliberal düzenin ihtiyaçları çerçevesinde inşa ettiği neoliberal İslamcı rejimin krizleri en belirgin dönemini yaşıyor. Düzenin açmazları giderek derinleşiyor. Egemenler Haziran İsyanı ile tepe noktasına çıkan rejimin krizine yegâne çözümü, şiddet aygıtlarının keskinleştirilmesi ve toplum üzerindeki İslamcı gerici politikaların yaygınlaştırılması olarak görüyor. Siyasi iktidarın “parlamenter düzeneği” egemen siyasette silikleştirmesi, düzenin sürekliliğinin sağlanmasında siyasi iktidar erklerinin söylem ve fiili uygulamalarının belirleyici olması, yeni faşist baskı yasaları, bu çerçevedeki “başkanlık sistemi” tartışmaları ve özellikle düzenin geleneksel şiddet aygıtlarının daha fazla profesyonelleştirilmesi ‘Türkiye faşizme gidiyor’ veya ‘faşizme geçiş süreci’nde olduğumuza yönelik çeşitli yanılsamaları doğurmaktadır.
Kuşkusuz ki böylesi bir yanılsamanın oluşmasındaki ilk etken AKP’nin içerisine girdiği krizden çıkış arayışında elinde sadece baskı ve şiddet araçlarının kalmış olmasıdır. Toplumun geneli üzerindeki siyasal ve ideolojik hegemonyanın tesisi, iktidarının ilk yıllarına nazaran dibe vurmuş durumdadır. Siyasi iktidar ve onun sürdürdüğü politikalar karşısında saflaşan önemli bir kesimin düzene nasıl ve hangi araçlarla eklemleneceği egemenler açısından en temel problemler arasındadır. Geçtiğimiz yılları ve siyasi iktidarın önümüzdeki dönem kaba stratejisini göz önünde bulundurduğumuzda ezilenlerin direngen tepkilerinin sisteme entegrasyonu için düzen içi muhalefet kanallarının yegâne yol olarak gösterilmesi ve toplumsal tepkilerin daha çok zor aygıtlarıyla bastırılmasına yönelik bir genel strateji hâkim durumdadır. Siyasi iktidarın bu stratejiye uygun olarak attığı adımlar toplumun bütününde önümüzdeki dönem ‘daha sert bir siyasal sürecin yaşanacağına’ yönelik doğal bir algı yaratırken solun belirli bir kesiminde ise ‘faşizmin inşa edildiğine’ yönelik çarpık bir politik tespit ve ideolojik yanılsama oluşturmaktadır.
Bu yanılsamanın ikinci ve temel etkeni ise Türkiye’nin siyasal rejimine dair tanımlamadaki yanlış politik tutumdur. Rejimin özelliklerine bakış açısı ve temel olarak faşizmin nasıl tanımlandığı rejimin güncel krizinin doğru yorumlanması ile ilintilidir. Rejimdeki sertleşme eğilimlerini ‘faşizme geçiş süreci’ olarak tespit etmek bu tanımlamadan hareketle oluşturulacak siyasi çizgiyi, örgütlenme ve çalışma tarzını belirleyeceğinden soyut bir tartışma olmaktan çıkmakta ve faşizme karşı mücadelede doğru siyasal çizginin ortaya koyulabilmesi açısından önem taşımaktadır. Öyle ki, ‘faşizme geçiş’ sürecindeki bir ülke ile zaten faşizmin bir devlet biçimi olarak egemen olduğu bir ülkede devrimci mücadele, politik iddialar ve pratik adımlar doğal olarak farklılık gösterir. Bu noktada, rejimin genel özelliklerinin tanımlanması ve ona karşı somut siyasal mücadelenin devrimci yolunun inşa edilmesi için çeşitli hatalı eğilimlere karşı ideolojik mücadele vermek ve politik doğruluğa ve netliğe dayanan bir mücadele çizgisini ortaya koymak önemlidir.
“Sömürge tipi faşizm”
Faşizme karşı mücadelenin başarıya ulaşabilmesi faşizmin tanımlanması konusunda doğru siyasal çizgiye sahip olmaya, bu siyasal çizgiyi siyasal mücadelede hâkim kılmaya ve pratikte uygulayabilmeye doğrudan bağlıdır. Bu noktada ülkemizde faşizmin tarihsel gelişimine, nasıl inşa edildiğine ve bugünkü niteliğine kısaca bakmakta fayda var. Bu tartışmada, ideolojik ve politik bir yanılsama yaşamamak için başvuracağımız temel kavram Mahir Çayan’ın ‘sömürge tipi faşizm’ tespitidir. ‘Sömürge tipi faşizm’ yeni sömürge kapitalizminin devlet biçimidir ve yeni sömürge kapitalizminin temel ve özgün krizinin bir ürünüdür. Sömürge tipi faşizm, yeni sömürge ülkelerde yükselen devrimci hareketleri özgün yöntemlerle bastırma stratejisidir.
Sömürge tipi faşizmin en temel özellikleri şunlardır: Sömürge tipi faşizmin sınıfsal temeli oligarşidir. Yeni sömürgecilik ilişkilerinden kaynaklı egemen sınıfların pozisyonu temel olarak zorunlu ittifaka dayanır (oligarşi). Kurucu gücü devlettir. Kurucu öznesi ordu, polis, yargı ve bürokrasinin işleyişini sağlayan kontrgerilla aygıtıdır. Klasik faşizmin aksine belirli bir kitle desteğine dayanmaz ve yukarıdan aşağıya devlet gücüyle yapılandırılır. Yeni sömürge kapitalizmin mutlak krizli yapısı nedeniyle süreklidir. Egemenler açısından ihtiyaç halinde başvurulan ya da zaman zaman devreye sokulan bir yöntem değildir. İkili karaktere sahiptir. Yani klasik faşizm örneğinde olduğu gibi sadece açık diktatörlük biçimleri görülmez. Burjuva demokrasisinin bir enstrümanı olan parlamenter demokrasi ve şiddet, terör ve baskı aygıtları iç içe yapılandırılmıştır. Milliyetçilik ve İslamcılık sömürge tipi faşizmin dayandığı temel ideolojilerdir. Egemenlerin dönemsel güncel ihtiyaçlarına göre ya milliyetçilik ya da İslamcılık stratejik olarak ön plana çıkartılır. İdeolojik altyapısı aynı zamanda kendisine toplumsal temel oluşturmasının politik aracıdır. Toplumsal temelin verdiği avantajla, sivil faşist hareket kontrgerilla tarafından sürekli canlı tutulur. .Dönemsel olarak “gizli faşizm” ve “açık faşizm” gibi farklı rejim biçimlerine bürünür. Bu farklı rejim biçimlerinin tercihi yeni sömürgeciliğin yarattığı toplumsal çelişkilerin keskinleştiği ve mevcut egemenlik ilişkileri ile krizlerin çözülemediği durumlarda yapılır. Sınıf çatışmasının seyri ve güncel durumu bu tercihin önemli bir belirleyenidir. Egemenlerin tercihi genellikle gizli faşizmden (yani faşist aygıtların varlığının yanında örneğin parlamentonun da açık olması) yanadır fakat toplumsal tepkinin özellikle parlamenter seçeneklerle sisteme eklemlenemediği ve oligarşi içi çatışmalarda dengenin kurulamadığı koşullarda düzenin gidişatı açık faşizme yönelir ve düzenin yeniden tesisi hedeflenir.
Sömürge tipi faşizmin bu temel özellikleri göz önünde bulundurulduğunda ülkemizde son dönemde daha fazla belirginlik kazanmaya başlayan baskı politikaları “faşizme geçiş süreci”ni değil rejimin içerisine girdiği krizden çıkış yolu olarak düzenin şiddet aygıtlarını toplumsal alanda daha fazla devreye sokma eğilimini ifade etmektedir. Öte yandan ülkemizde faşizmin altyapısını yeni sömürgecilik ilişkilerinin krizi ve yeni sömürgelerde yükselen devrimci hareketler oluşturmaktadır. Bu iki durumun mutlak varlığı ülkemizde faşizmi zorunlu ve sürekli kılar.
Sömürge tipi faşizmin AKP dönemi
Türkiye’de rejim AKP iktidarı ile birlikte bir restorasyon süreci geçirdi. Yeni sömürge kapitalizmin neoliberal döneminin güncel ihtiyaçlarına göre rejimin bütün aygıtları yeniden tesis edildi. AKP’nin etkin özne olduğu bu restorasyon süreci sömürge tipi faşizmin yukarıdaki temel özelliklerine uyumlu bir biçimde sürdürüldü ve neoliberal İslamcı bir rejim inşa edildi.
Oligarşi içi çelişkilerin bütün keskinliği altında ve toplumsal dinamiklerin ezilmesi gibi temel bir amaçla rejim 1990’lara nazaran daha işlevli bir konuma getirildi. İktidarının ilk yıllarında rejim neoliberalizme uygunluk yönünde atılan bütün adımlara ‘demokratik ve özgürlük’ görünümü ve liberallerin de desteğiyle meşruluk kazandırıldı. Devletin yukarıdan aşağıya yeniden organizasyonu AKP iktidarı eliyle yapıldı. Bu yeniden inşaa sürecinde kontrgerilla çekirdeğinde uzun yıllardır etkili bir konumda bulunan devletin ‘askeri, Kemalist, bürokratik seçkinlerinin’ tasfiyesi uzun bir egemenler arası çatışmanın sonunda tamamlandı. “Devletin eski sahiplerinin tasfiyesi” AKP ile bütünleşen liberallerin hegemonyası ile iç içe sürdürüldü. Bu süreç solda liberal ve ulusalcı çarpılmalara yol açtı. Solun bir kesimi kontrgerillanın bugüne kadar merkezinde bulunan “askeri güçlerin” tasfiyesini, devletin ve toplumun demokratikleşmesine yönelik bir adım olarak görerek AKP ve liberallerin yanında saf tuttu. Diğer bir kesimi ise kontrgerillanın çekirdeğinde yapılan dönüşümü “cumhuriyetin kazanımlarının tasfiyesi” şeklinde değerlendirerek egemenler arası çatışmanın bir safına yedeklenmiş oldu.
Bu süreçte AKP iktidarının en temel rolü sömürge tipi faşizmi, kapitalizmin neoliberal dönemine uygun bir biçimde yeniden şekillendirmesi oldu. Temel olarak yapılan şey, sömürge tipi faşizmin geleneksel şiddet aygıtlarının ve halkın tepkilerini ezmeye dönük bütün araçlarının yeni döneme uygun olarak yeniden inşasıydı. 1990’lardaki savaş rejiminde İslamcı liberal rejime geçiş süreci egemenler arası sert dalaşların ve liberal-ulusalcı hegemonyanın basıncı altında gelişti. Bu süreçte AKP’nin başarısı gizli faşizmin yeni rejim biçimini bir önceki dönemden daha üst bir niteliksel evreye dönüştürmek oldu. Bu noktada sömürge tipi faşizmin kurucu öznesi kontrgerilla yapılanmasının çekirdeğinde bir dönüşüm gerçekleştirildi. Kamuoyunda AKP ve liberaller tarafından propaganda edilen “askeri vesayetten sivil siyasete geçiş” aslında kontrgerillanın merkezinin ordu-TSK odaklı yapılanmadan devletin sivil görünümlü unsurlarına doğru el değiştirmesiydi (Bknz; MİT ve İçişleri Bakanlığı, bu süreçte yeni kurulan Kamu Güvenliği Müsteşarlığı…). Bu el değiştirme sömürge tipi faşizmin kurumsallık, yukarıdan aşağıya yapılandırılması ve süreklilik özelliklerine uygun bir biçimde yapılarak rejim yeniden tesis edildi.
Faşizme karşı mücadele ve gençlik hareketi
Düzenin yeniden inşaa sürecinin ilk dönemleri ‘demokratik’ görünüm altında yapılırken rejimin açmazlarının yoğunlaştığı ve krizden çıkış kanallarının daraldığı son dönemde ise rejimin yeni koşullara göre değişiklik eğilimi sömürge tipi faşizmin sertleşme yönünü daha fazla açığa çıkarıyor. Bu noktada düzenin faşist yönünün son dönemde daha fazla açığa çıkması sömürge tipi faşizmin İslamcı, mezhepçi dinamiklerle bir kez daha kaynaşarak düzenin krizlerine çare olmasını ifade etmektedir.
AKP iktidarı rejimin içerisine girdiği krizden çıkışı “başkanlık sistemi” olarak gösteriyor. “İç Güvenlik Paketi” gibi yani faşist baskıcı yasaları ve “tek adam diktatörlüğüne” dayanan başkanlık sistemi tartışmaları sömürge tipi faşizmin yeni rejim tipi eğilimini gösterirken düzenin “yeniden restorasyonuna ve yeniden inşasına” işaret etmektedir. Bu restorasyon sürecinde Tayyip Erdoğan’ın “tek adam yönetimine” dayanan başkanlık rejimi, neoliberal yeni sömürge kapitalizminin üst yapısı sömürge tipi faşizmin, krizlere çare olarak sertleşme ve merkezileşmeye dayanan eğilimiyle buluşmaktadır. Sömürge tipi faşizmin, “demokrasi” unsurlarıyla (örneğin seçimler gibi) baskı ve şiddet aygıtlarının “başkanlık sistemi”, “tek adam diktatörlüğü” şemsiyesi altında yeniden inşaası ve yönetilmesi hedeflenmektedir.
Bu hedef içerisinde “İslamcılık/İslamcı politikalar” rejimin baskı politikalarının yapıtaşlarından bir tanesidir. “Tek adam diktatörlüğü” İslamcı ve mezhepçi bir siyasetle beslenerek inşa edilmeye çalışılıyor. Ezilenlerin tepkilerinin bastırılması amacıyla geleneksel şiddet aygıtlarının daha fazla işlevlendirilmesinin yanı sıra artırılan İslamcı gerici politikalarla, rejimin yükselen baskıcı niteliğine toplumsal zemin hazırlanmaktadır. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde siyasi iktidarın İslamcı faşist kitle temelini diri tutan ve genişleten çeşitli hamleleri artacaktır.
Dolayısıyla AKP iktidarı, bugüne kadar inşaa edilen düzenin ve kendi siyasi iktidarının perçinleştirilebilmesi noktasında rejimin baskıcı niteliğini artırmaktadır. Buradaki temel hedef rejimin Tayyip Erdoğan’ın diktatörlüğü etrafında yeniden inşası ve toplumun çeşitli alanlardaki direniş dinamiklerinin ezilmesidir. Egemenlerin bu hedefi toplumun geniş bir kesiminde demokrasi ve özgürlük ekseninde çeşitli hoşnutsuzluklarını biriktirmektedir. AKP faşizminin geldiği düzey toplumda yeni direnme eğilimlerinin oluşmasına ön ayak olmaktadır.
Üniversiteli gençliğin ise baskılara karşı politikleşme dinamikleri giderek güçlenmektedir. Rejimin sürekliliği için başvurulan zor yöntemleri gençliğin zaten oldukça güçlü olan faşizme karşı politikleşme ve direniş damarını olumlu bir biçimde beslemektedir. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın “tek adam diktası”nı hedefleyen eğilimleri ve bu yöndeki çeşitli politik hamleleri geniş gençlik kesimlerinde öfke birikimini artırmaktadır. Bu noktada gençlik hareketi, özellikle içinden geçtiğimiz bu süreçte rejimin krizlerini derinleştiren ve AKP iktidarının giderek artan baskı politikalarına karşı gençliğin direnişini örgütleyen bir politik hat geliştirmelidir.
Toplumun ve özellikle gençliğin tepkilerinin siyasi iktidar tarafından çeşitli araçlarla sınırlandırılması ve bütün yaşama nüfuz eden baskı stratejisi ancak gençliğin devrimci eylemi ile kırılabilir. Bu noktada gençlik hareketi bu süreçte yoğun baskı politikaları ve birçok alandaki İslamcılaştırma hamleleri karşısında üniversitelerden doğru siyasal inisiyatifini artırmaya dönük bir politik çizgi izlemelidir. Bu durumun nesnel koşulları ülke siyasetinde ve üniversitelerde mevcuttur. Ülkenin ve toplumun içerisine sürüklendiği durum gençlikte çeşitli ‘endişeler’ yaratmaktadır. Gençlik kesimlerinde, baskıların daha da sertleşeceğine ve tek adam diktatörlüğünün inşa edileceğine yönelik kaygılar karşısında ‘teslimiyet’, ‘umutsuzluk’ ya da ‘ülkeden kaçış’ gibi çeşitli olumsuz eğilimler belirmektedir. Gençliğin bu endişelerini politik tepkilere ve kesintisiz bir harekete dönüştürmek gençlik hareketinin en temel görevleri arasındadır.
Siyasi iktidarının ülke genelinde izlediği baskıcı ve diktatöryal siyasetin üniversitelerde yansıması denetim-gözetimin artırılması ve rektör atamalarındaki ‘demokrasi krizi’nin belirginleşmesi şeklinde görülmektedir. Bu bağlamda üniversitelerde açığa çıkan dinamiği, özellikle de rektör atamalarındaki, siyasi iktidar karşısında kitlesel ve militan bir biçimde harekete dönüştürmek gençlik hareketinin siyasal sürece müdahalesi açısından kritiktir. Üniversitelerde uzun yıllardır süregiden AKP karşıtı tepki bir kez daha AKP iktidarı karşısında kitlesel olarak saflaşma kanalını yakalayabilmektedir (Ör; İÜ rektörlük seçimi). Bu noktada üniversitelerdeki politik saflaşmanın AKP iktidarının genel olarak yürüttüğü faşist politikalara karşı toplumsal direnci güçlendiren bir stratejiye sahip olması gerekmektedir.
Türkiye oligarşisi yeni bir geçiş sürecinde. Bu süreçte AKP iktidarı, daha özel olarak Tayyip Erdoğan, tek adam diktatörlüğü altında neoliberal gerici düzenin ve kendi siyasi iktidarının geleceğini garanti altına almayı hedefliyor. Siyasi iktidar bu hedefin ancak toplumsal direniş dinamiklerinin bastırılarak başarılacağını görerek hareket ediyor. Bu noktada rejimin yeniden inşası için faşizmin bütün yöntemlerinin kullanılacağını söylemek mümkün. Böylesi bir dönemde devrimci gençlik hareketinin piyasacılık ve İslamcılık politikalarının şemsiyesi olan tek adam diktatörlüğüne karşı kitlesel, militan direnişi mümkün ve zorunludur. Gençlik hareketinin, rejimin oldukça krizli yönleri bulunan ve kırılgan bir yapıya sahip bu geçiş sürecine geniş gençlik kitlelerini siyasallaştıracak ve harekete geçirecek bir müdahalesine ihtiyaç vardır. Bugüne kadar üniversitelerde biriken AKP karşıtı siyasal direnci yıkıcı bir kuvvet olarak iradi bir biçimde tek adam diktatörlüğünün inşasına karşı yönlendirebiliriz. Bu bağlamda gençliğin AKP karşıtı direniş mevzilerini yaygınlaştırmalı ve daha etkin bir pozisyona getirebilmeliyiz. Bu dönemde üniversitenin, üniversitelilerin egemenler karşısındaki devrimci potansiyeli ve devrimci gençliğin üniversitelerdeki köklü varlığı en temel dayanağımız ve sürükleyici gücümüzdür.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.