HDP’yi desteklediğini açıklayan Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy ile seçimi ve AKP’nin hegemonya arayışını konuştuk. Sokakta ve sandıkta AKP geriletilmeli Önümüzdeki seçimler, özellikle AKP’nin daha baskıcı bir rejim kurma hevesi bakımından kritik önem taşıyor. Seçime parti olarak girerek barajı dağıtmayı hedefleyen HDP’ye değişik kesimlerden verilen destekler de giderek artıyor. Geçtiğimiz günlerde bir deklarasyonla 7 Haziran […]
HDP’yi desteklediğini açıklayan Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy ile seçimi ve AKP’nin hegemonya arayışını konuştuk.
Sokakta ve sandıkta AKP geriletilmeli
Önümüzdeki seçimler, özellikle AKP’nin daha baskıcı bir rejim kurma hevesi bakımından kritik önem taşıyor. Seçime parti olarak girerek barajı dağıtmayı hedefleyen HDP’ye değişik kesimlerden verilen destekler de giderek artıyor. Geçtiğimiz günlerde bir deklarasyonla 7 Haziran seçimleri konusunda HDP’ye destek tavrı açıklayan Halkevleri’nin Genel Başkanı Oya Ersoy’la seçimler ve sokak direnişi üzerine söyleştik.
Halkevlerinin seçim tavrını da kapsayan deklarasyonu, iyi düşünülmüş bir metin gibiydi. Pek fazla “şifresi” de var gibi görünmüyor. Yine de sormak istiyorum: Bu metin yurttaşlara ve Halkevcilere ne söylüyor?
Metinde de ifade edildiği gibi, biz, seçim sürecine halkın müdahalesinden söz ediyoruz ve sandık da bunun bir parçası.
O metin, yaklaşık bir ayı geçkin süredir Halkevlerinin bütün birimlerinde ve halk toplantılarında yapılan tartışmalardan süzülüp geldi. Biz, seçim süreçlerine hep halkın müdahale ettiği süreçler olarak baktık; çünkü seçimler hep halkı dışlayan, onun işlevini sadece oy vermeye indirgeyen bir süreç olarak yürüyor. Ama bu ülkede kocaman bir Haziran isyanı yaşandı ve artık AKP’nin neoliberal politikalarına, emek sömürüsüne, doğanın ve kentlerin yağmalanmasına karşı direnişler var. Biz Halkevleri olarak seçim sürecini bu direnişlerin sözünü söylediği bir süreç olarak örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Doğal olarak biz karma bir örgütüz; tabanımızda değişik eğilimler var. Tartışmalar sırasında boykotu savunanlar da, CHP’ye oy verilmesi gerektiğini düşünenler de vardı; HDP’ye oy verilmesi gerektiğini düşünenler de… Bu tartışmalarda bu seçimlerde HDP’ye oy verilmesi tavrı, ağırlıklı bir karar olarak, üstelik kırılganlıklar olmaksızın çıktı. Çünkü sandık tavrı bizim için ideolojik değil taktik bir tavırdır. Dediğim gibi, biz AKP’nin krizini derinleştirerek onu yıkacak gücün “Sokak” olduğunu, mücadele yolunun oradan geçtiğini söylüyoruz; sandık tavrı olarak da “HDP’ye oy verilmesi” kararı alıyoruz. Yani metnin arka planı filan yok; ne yazdıysak o. Bundan önce ki seçimlerde boykot ilan ettiğimiz, bağımsız adayları desteklediğimiz seçimler de oldu; oy verilmemesi gerekenleri işaret ettiğimiz seçimler de. Geçtiğimiz yerel seçimlerde Ankara başta olmak üzere ortak aday çıkardığımız yerler oldu.
Bu seçimde iki temel nedenle HDP’ye oy verilmesi çağrısı yapıyoruz: Birincisi Erdoğan’ın yüzde 10 barajına da yaslanarak bu meclisi “kurucu meclis” haline getirme, böylece bugün fiilen yürüttüğü diktatörlüğe anayasal nitelik kazandırma amacına karşı AKP’nin milletvekili sayısını azaltacak tek yol, HDP’nin barajı aşmasıdır. Bunda HDP’nin parti olarak seçime girme iddiası etkili oldu; yoksa biz bugüne kadarki seçimlerde “desteklediğimiz bağımsız adaylara” oy verilmesi çağrısı yaptık ancak hiçbir zaman bir partiye oy verilmesi çağrısı yapmadık.
İkincisi ise Kürt halkının temsil hakkıdır. Kürt halkının demokratik haklarının ve mücadelesinin desteklenmesini savunan bir hareket olarak biz HDP’nin barajı aşması gerektiğini düşünüyoruz.
Seçim tavrı her dönemde tartışılır. Ama bu kez, sorun o kadar karmaşık mı? Örneğin sokak ve sandık ikilemi o kadar hakiki mi?
Şimdi, bir halk hareketi varsa sandık zaten ikinci plandadır; halk hareketi zaten sokakta kendi taleplerini örgütler, sandıkta da taktik bir tavır alır. Hatırlarsınız, Demirtaş parti olarak seçime gireceklerini ilk açıkladığında açıkça sandık bizim için ikincildir deyip şöyle devam etmişti: “Evet, biz bağımsız vekiller olarak girdik, orada mücadelemizi yaptık, ama biz bir halk hareketiyiz, aynı mücadeleyi meclis dışından da sürdürebiliriz.” Yani bir halk hareketinin özgüveniyle seçimlere HDP olarak girme kararı aldıklarını açıkladı Demirtaş. Belki bizim cenahımızdaki bu tartışmaların nedeni, Batı yakasında bir halk hareketinin henüz olmamasından kaynaklanıyor; belki bu yüzden bu kadar sandık/sokak eksenli tartışmalar yapılıyor.
Biraz moral beklentisi de yok mu insanlarda? Sanki kısmi de olsa bir başarıyla soluk alma ihtiyacı mı var?
AKP neoliberal politikaları dizginsiz uygulamak üzere kurgulanmış bir parti. 12 yıldır bu misyonu devam ettirdi. Ama sonuçta Haziran isyanı ile egemenlerin kendi aralarında kriz ve iktidarın meşruiyet krizi ortaya çıktı. Bu politikalar bir sınıra dayandı ve kendi direnişini doğurdu. AKP sokakta, bu direnişlerde kaybediyor; Haziran’da böyle oldu. Bu defa da sandıkla kendi meşruiyetini devam ettirmeye çalışıyor. Hep sandık vurgusu yapıyor ve hegemonya kurmaya, kendi tabanını şekillendirmeye çalışıyor. Bence HDP’nin yüzde 10 barajını aşması, bu krizi derinleştirmek açısından önemlidir. Bu, eğer bir moralse, evet moraldir. Ayrıca bu moral zaten sokağı güçlendirecek bir şey. Son dönemlerde AKP’nin baskıyı bu kadar artırmasının sebebi de zaten bu, çünkü iktidarını sürdürebilmesinin yolu buradan geçiyor.
Mahir’den gelerek baktığımızda, Türkiye’de faşizm/demokrasi meselesi Erdoğan’la başlayan ve bitecek olan bir şey değil. Erdoğan’ın özel bir yeri var biraz ama; her şeyi kendinde tekleştiren bir yol izliyor.
Aslında bu iyi bir tartışma. Ortalıkta bir süredir “Faşizme geçit yok”, “Faşizmi engelleyeceğiz” lafları uçuşuyor. Oysa kendi kökenimiz olan Mahir’den gelip baktığımızda bu ülkede kurumsal, yukarıdan aşağı örgütlenmiş bir sömürge tipi faşizm var ve bunun gizli ve açık dönemlerinden söz edebiliyoruz. 12 Mart’tan 12 Eylül’e, Özal’a, vs. kadar yoğun faşist baskıları yaşadık. Ama bu tarih aynı zamanda faşizme karşı mücadelenin de tarihi. Yani HDP’nin barajı aşması tabii ki moral bir etki yaratır ama AKP’nin her durumda hukuku zorlayarak fiili olarak sürdürdüğü bir gerici faşist rejim var. Bu, ancak sokakta, halkın kendi öz gücüyle yürüttüğü mücadeleyle yıkılacaktır. Yine ne olacaksa barikatlarda olacak…
Kendi kampanyanızla katılacaksınız galiba…
Evet, kendi çizgimiz ve kendi kampanyamızla… AKP iktidarı Ortadoğu’da bir bataklıkta; ekonomideki durgunluk çok belirgin; Kürt sorununda çözüm masası diye ortaya konulan masanın çözüm olmadığı açığa çıktı, ki biz başından beri “AKP’nin karşısında Kürt halkının demokratik taleplerinin yanındayız” diyerek bu sürece müdahil olmaya çalıştık… Tıkanma ve kırılganlık ortada. Biz bu seçim sürecinde, haklarımızı gasp eden, kentlerimizi doğamızı yağmalayan, emeği güvencesizleştirerek sömürüyü artıran, gericiliği ve kadın düşmanlığını zirveye çıkartan AKP politikalarına karşı, bu politikaları durdurma hedefiyle hareket edilmesi, direniş mevzilerinin örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bağımsız çizgimiz bu. Bu direniş mevzilerinin ilerletilmesi 8 Haziran’da ne olursa olsun önemli. Seçimden sonra AKP’nin yağma talan politikaları, sömürü politikaları, gerici faşizan uygulamaları artacak; bunu yapmak zorunda. Bu yüzden seçim sürecinde bu direniş mevzilerini yaratmak ve örgütlemenin seçim sonrasındaki mücadele açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Bizim önceliğimiz bu. Bunu yaparken de sandıkta AKP’nin geriletilmesi için de HDP’ye oy isteyeceğiz.
1 Mayıs ve 1 Haziran var zaten…
AKP’nin kabusu olarak, evet… Seçim süreci de onlar için kritik yani. AKP bu seçimin baraj açısından da sıkıntılı olduğunun farkında… 20 bin polisin bölgeye yığılması bunu gösteriyor. Çünkü çok kırılgan, 12 yıldır biriktirdikleri yolsuzluk, hırsızlık, savaş suçları… Bunlar hepsi bekliyor şu anda. “Yeni Türkiye” hayali ile bu suçlardan yargılanma arasında ince bir çizgi var.
Adaylık konusu…
HDP heyeti seçimle ilgili bizi ilk ziyarete geldiğinde de bakış açımızı anlattık. Adaylık da önerdiler. Biz, sokağı önceleyen bir hareket olarak bu seçimlerde adaylık düşünmediğimizi belirttik. Adaylık, bizim HDP’nin barajı aşması ve Kürt halkının temsiliyeti konusundaki tutumumuzu gölgeleyecek bir şeydir, bunu söyledik.
Son olarak, 8 Haziran sabahı bir Halkevci ne yapacak?
Bugün ne yapıyorsa onu! Sokağı örgütlemeye devam edecek. 12 Nisan’da Ankara mitingimiz var. Daha sonra 1 Mayıs’ı “Yürü üstüne üstüne AKP’nin” sloganıyla örgütlediğimiz bir süreci devam ettireceğiz. Ardından 1 Haziran var. Bu süreçte sokakta direniş mevzilerini ne kadar oluşturabilirsek, AKP’nin sömürü ve talan politikalarına ve faşist baskılarına karşı ne kadar örgütlendirebilirsek, 8 Haziran sabahını da o kadar güçlü karşılayabileceğiz.
Şovenizmi birlikte kıracağız
Ama bu karar, Kürt hareketiyle ilişkilerinizde özel bir dönüm noktası değil sanırım. Zaten Halkevleri öteden beri Kürtlerle iş yapıyor, aynı karede görünmekten çekinmiyor, ama bir iç içe geçme gibi de değil bu…
Evet, sonuçta Kürt hareketinin ve Halkevlerinin kendine özgü programları var ve bunlar örtüşmüyor. Ciddi farklar var. Kürt hareketi bir ulusal birlik üzerine kurulu… Bize göre de Kürt sorunu bir ezilen halk sorunudur. Ama bunu biz sırtımızı dönme nedeni olarak görmüyoruz. Sonuçta Kürt hareketi, Kürt ezilen sınıflarına dayalı bir harekettir, ana damarı sosyalist gelenekten gelen bir harekettir. Ayrıca Ortadoğu açısından, özellikle kadın hareketi açısından değerli, laik temeli olan bir hareket olduğunu düşünüyoruz. Bütün bunlar çok önemli. Ayrıca Kürt ve Türkiyeli bütün ezilenlerin mücadelesinin birlikteliğinin önemini de biliyoruz. Bu açıdan 3-4 yıl öncesine göre daha iyi bir noktadayız; Haziran’la başlayan yakınlaşma var. Kobanê direnişi de Türkiye’nin dört bir tarafında ciddi bir etki yarattı. Biz bu iyi sürecin ilerletilmesi gerektiğini düşünüyoruz; şovenizm geriletilecekse eğer, bu Türk ve Kürt halklarının birlikte mücadelesiyle olacak. Tabii ki bunlar da sandık tavrımızdaki etkenlerden sayılabilir.