1980 sonrası 34 yıllık dönem ile 1980 öncesi 34 yıllık dönemi karşılaştırıldığında dahi o çok övünülen sporda sözüm ona özerkliğin, özelleştirmenin yani sporda liberalizm/kapitalizm modelinin ne denli “kan emici” olduğu bir kez daha ortaya çıkar Yurt dışındaki “sıradan ama topluma açık ve çok yararlı spor alanları ve tesislerini” görünce, Türkiye’deki sözüm ona topluma açık ama […]
1980 sonrası 34 yıllık dönem ile 1980 öncesi 34 yıllık dönemi karşılaştırıldığında dahi o çok övünülen sporda sözüm ona özerkliğin, özelleştirmenin yani sporda liberalizm/kapitalizm modelinin ne denli “kan emici” olduğu bir kez daha ortaya çıkar
Yurt dışındaki “sıradan ama topluma açık ve çok yararlı spor alanları ve tesislerini” görünce, Türkiye’deki sözüm ona topluma açık ama göstermelik belediye ve parti propagandası amaçlı spor alanları ile sadece endüstriyel spora hizmet eden üç beş spor tesisine bakıp kahrolmamak mümkün değil.
Mevcut iktidarın spor alanları ve tesislerine bakış açısını Erzurum’a yaptığı ve olağanüstü bir propaganda ile takdim ettiği milyon dolarlık kış spor tesislerinin gerekli mühendislik ve mimarlık projelendirmesinin olmaması nedeniyle çökmüş olmasında görebiliriz görmesine de, asıl vahimi mevcut iktidarın ve onu var eden zihniyetin spora politikasının cinsiyetçi, rantçı ve toplumsallık karşıtı yapısıdır.
Son on yılın sportif yapılanması ve süreci iyi analiz edildiğinde okullardaki sportif etkinlikler ölçeğinde olsun, kulüpler ölçeğinde olsun spor yapan kız çocuklarının sayısı konusunda ciddi azalmanın olduğu görülecektir. Yine spor alanları ve tesislerinin amaç ve işlevleri analiz edildiğinde ise spor yapan nüfusun ülke nüfusuna oranla artmasını hedefleyen bir stratejinin ilkesel olarak göz önüne alınmadığı sonucuna ulaşabilirsiniz. Tüm bunlara ilaveten spor alanları ve tesislerinin rantçı bir anlayış ile hem iktidarın devamını sağlayacak şekilde hem de belirli bir sermaye grubu oluşturmayı sağlayacak biçimde ihale edildiği gerçeğini de görebilirsiniz.
Şatafatlı törenler ile açılan ama spor yapmak isteyen insanların çoğu zaman giremediği ve yararlanamadığı spor tesislerinin “Türkiye Sporunun” uluslararası boyutta ne işleve sahip olduğunu anlayamamak ne denli normalse, bu ülkenin “terk edilen devletçi spor politikasının” yerine ikame edilen “liberal spor politikasının” spor ağababaları, spor tefecileri ve spor rantçıları yaratmaktan başka bir sonuç üretmediğini son 30 yıldır en acı şekilde görüyor ama anlamıyor olmak da o denli normaldir. Üstelik bu normallik sayıları neredeyse yüze yaklaşan spor yüksekokullarında yer alan ve sayıları binleri bulan spor bilimi uzmanlarının yer aldığı bir Türkiye’de gerçekleşmektedir. Çünkü “spor bilimi uzmanlığını” da iktidar koşutluğu ve mevcut düzenden beslenen liberal/kapitalist yaklaşımların sporda özelleştirmeci ve yarışmacı anlayışın bir sonucu olarak toplumcu/devletçi ve eğlence ve sağlık için spor anlayışından bir içerikle dizayn ederseniz, eleştirel spor bilimciliğini yok ederseniz. Belki nicel olarak spor insanınız çoğalır ama nitelik olarak aynı şeyi düşünen ve söyleyen spor insanlarınız olur.
Türkiye’deki tüm spor tesislerinin ne kadarının devlet eliyle yapıldığının, ne kadarının liberal spor politikalarının ürünü olan sermaye gruplarınca yapıldığını analiz ettiğimizde karşımıza ikiyüzlü ve bilimsel olmayan bir spor politikası çıkmaktadır. 1980 sonrası Özal ve onun ekonomi politikalarının bir uzantısı ve sonucu olarak ortaya çıkan sporda özerkleşme, özelleşme ve spor alan ve tesisleri ve işletmeciliği ile ilgili yapılanmalara bakınca sanırsınız ki; sermaye bu alanda yatırımlar yapacak ve ülkeye yeni spor alan ve tesisleri kazandırırken spor alanında da bir sıçramaya neden olacaktır. Spor tesislerinin 1930 ve 1940’lara kadar geriye gitmeyi bırakınız, 1980 sonrası 34 yıllık dönem ile 1980 öncesi 34 yıllık dönemi karşılaştırıldığında dahi o çok övünülen sporda sözüm ona özerkliğin, özelleştirmenin yani sporda liberalizm/kapitalizm modelinin ne denli “kan emici” olduğu bir kez daha ortaya çıkar.
Tamamen halkın malı olan ve çoğu ağırlıklı olarak 1930-1980 yılları arasındaki 50 yıllık süreçte inşa edilen tesislerin, sporda devlet politikasının birer ürünü olduğu ve 1980’den sonra da, çoğunlukla “futbol kulüplerine” peşkeş çekildiğini ya da gençlik kampları ve benzeri uygulamalar ile atıl duruma getirildiğini iyi bilmek gerek.
Halkın vergilerinden oluşan devlet sermayesi ile endüstriyel spor amacına yönelik olmak üzere, özelikle de futbol takımları olan kulüplere peşkeş çekilen tesislerin, halkın ücretsiz spor yapma hakkına yönelik alan ve tesisler olmadığını biliyoruz.
Hem ulusal ölçekte profesyonel hem de toplumsal ölçekte eğlence ve sağlıklı yaşam amaçlı spor politikası stratejilerinden uzak gerçekleştirilen spor tesisleri konusundaki milyon dolarlık yatırımları merak edenler, ülkedeki kapalı yüzme havuzlarının, spor salonlarının ve salt futbol alanlarının nerelere, niçin yapıldıklarına iyi bakmalıdırlar. Söz konusu bu tesislerden kimlerin, ne ölçüde ve nasıl yararlandığı yanında bu tesislerin işlevselliği ve stratejik spor politikası açısından gerekliliklerine ve tesislerin bize neler anlatmak istediğine iyi bakmalıdırlar.
Bu ülke ve bu toplum spor alanlarının ve tesislerinin yapılanmasında böylesine bir savurganlığı, verimsiz kullanmayı ve ekonomik/toplumsal amaçsızlığı hak etmiyor.
* İsmail Topkaya: ÇOMÜ Eğitim Fakültesi öğretim üyesi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.