Bu yazının amacı, işkencenin inceliklerini (Amerikancası “gelişmiş sorgulama teknikleri”) ABD’li meslektaşlarından öğrenmiş kontrgerilla ve emniyetin kanla yazdığı Türkiye işkence tarihini, CIA’nin işkence raporu ışığında değerlendirmektir. Tıp ve işkence Alman faşizminin yenilgisinin ardından Gestapo’nun bayrağını CIA devraldı. Hitler istihbaratının Sovyetler Birliği Birimi Başkanı Reinhard Gehlen ekibiyle birlikte ABD’ye sığınmıştı. Nazi kaçkınlar arasında sorgu uzmanı bilim adamları […]
Bu yazının amacı, işkencenin inceliklerini (Amerikancası “gelişmiş sorgulama teknikleri”) ABD’li meslektaşlarından öğrenmiş kontrgerilla ve emniyetin kanla yazdığı Türkiye işkence tarihini, CIA’nin işkence raporu ışığında değerlendirmektir.
Alman faşizminin yenilgisinin ardından Gestapo’nun bayrağını CIA devraldı. Hitler istihbaratının Sovyetler Birliği Birimi Başkanı Reinhard Gehlen ekibiyle birlikte ABD’ye sığınmıştı. Nazi kaçkınlar arasında sorgu uzmanı bilim adamları ve doktorlar da bulunuyordu. Bu, Nazilerin akademik araştırma ve deneysel tıptan yararlanarak geliştirdikleri sorgulama tekniklerinin CIA’ye geçmesini sağladı.
1946’da Panama’da kurulup 1984’te Fort Benning’e taşınan School of Americas (SOA), ABD’nin işbirlikçilerine kontrgerilla teknikleri, komando ve psikolojik savaş, askeri istihbarat ve işkence yöntemleri eğitimi verdiği en önemli merkezdi. Bu merkezlerde müttefik ve uydu ülkelerden devşirme on binlerce faşist katil, işkenceci ve darbeci yetiştirildi. Tutsakların nasıl çözüleceğine, elektroşokun ve halüsinojik maddelerin nasıl kullanılacağına dair birçok elkitabı çıkartıldı. Pentagon’un bile fiziksel ve psikolojik işkence yöntemlerini anlatan bir “İşkence Eğitim El Kitabı” vardı. Bunlar Kore, Vietnam, Kamboçya, Mozambik, Angola başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde en vahşi biçimlerde uygulandı. Yunanistan, Şili, Arjantin ve Türkiye faşist cuntalarının işkenceleri aynı tornadan çıkmış gibi birbirlerine benziyorlardı.
CIA alnındaki damgaya ve hakkındaki şayialara aldırmadan, 11 Eylül İkiz Kuleler olayından sonra da pervasız tavrını sürdürmüştür. İşkence raporunun kamuoyuna yansıtılan kısmı, Guantanamo, Avrupa ve Asya kıtalarındaki gizli sorgu odalarında yapılanların onda biri bile değildi, yine de dünyayı sarsmaya yetti. Raporda en çok dikkati çeken noktalardan biri, sorgulama programlarının tasarımında ve uygulanmasında psikologların ve psikiyatrların da rol almalarıydı. Bunlar isimlerinden bağlı oldukları şirketlere, işledikleri haltlar karşılığında aldıkları paralara kadar belliydi. Bunun için milyonlarca dolar harcamaktan kaçınılmıyor, ABD’li psikologların meslek örgütü APA (Amerikan Psikologlar Birliği) ile kurumsal işbirliği yapılıyordu.
James Mitchell ve Bruce Jessen, Amerikan ordusunda Hayatta Kalma, Kaçınma, Direnme, Firar (SERE) programının eğitmen psikologları arasındayken, onlardan, bunları tersine çevirerek terör şüphelilerini konuşturacak projeler tasarlamaları istenmişti. Onlar da, aklın işleyişi ve psikolojik zihin-kontrol yöntemleri hakkındaki akademik bilgilerini, kurbanları bitkin ve çaresiz bırakarak yıkıma uğratacak sorgulama tekniklerinde kullanmışlardı. Görevleri arasında işkencenin uzun süreli bedensel hasar bırakmasını önlemek ve Amerikan yönetimini dava edilmekten korumak da vardı. Başka meslek kuruluşlarının mensuplarına yasakladığı bu tür kirli işlere, APA üstü kapalı onay vermişti.
Pulitzer ödüllü yazar James Risen geçen yıl yayımlanan bir kitabında, dünyanın en büyük psikologlar derneği APA’nın üst düzey personeli ile CIA, Pentagon ve Beyaz Saray ulusal güvenlik psikologları arasında nasıl işbirliği yapıldığını, sorgulama yapacak araştırmacı psikologlarla operasyoncu psikologların nasıl bir araya getirildiklerini ayrıntılarıyla deşifre etmişti. Temel fonksiyonları artık özel şirketler tarafından yerine getirilen dev ABD istihbaratı, sözleşmeci şirketlere her yıl yarım trilyon dolar ödemekteydi ki, bunun önemli bir kısmı işkence sektörüne akıyordu.
CIA’nın “gelişmiş sorgulama teknikleri”nin geldiği nokta açısından vurgulanması gereken şudur: Başka birçok şey gibi bu olguyu da, uluslararası durumun özellikleri, ülkelerin ekonomik ve politik gelişme düzeyi, bilimsel-teknolojik gelişmeler belirlemektedir. İşkence işlevi ve kapsamı itibarıyla olduğu yerde saymamakta, çağdan çağa, yüzyıldan yüzyıla değişmektedir. En katı ve en ağır biçimlerde bedene yönelmiş Orta Çağ işkencesi seyirlikti. Burjuva devrimleriyle dönüşüme uğrayan egemenlik, hukuk, üretim, insan anlayışlarıyla birlikte bu değişime uğradı. Modernleşme sürecinde bedene yönelik eziyet yine korundu, ama hedefte artık ruhsal olan, irade, duygu ve düşünce vardı. Şiddet oklarını artık ruha, zihne yöneltiyordu.
Amerikan işkencelerinin şiddet uygulamadaki acımasızlığını gösteren pek çok örnek verilebilir. Fakat iş çıplaklık, cinsellik, dışkılama (vs.) olunca, kimse ırkçı Amerikalı aptallarla yarışamaz herhalde. Elit danışmanlar, cinsellik konusunda ilkel muhafazakârlar olduklarını düşündükleri Arapları, kendilerince zayıf yanlarından yakalayan bin bir aşağılama yöntemleri geliştirmişler: Çıplak erkekleri üst üste yığma, yüze kadın külotu geçirme, işeme sahneleri, tasma ile gezdirme, mastürbasyon yaptırma. Oral seks, gay pozunda ve çıplaklığın her halinde istenmeyen pozlarda çekilmiş fotoğraflar… Ebu Garib yapımı pornografik sahneler bunlarla sınırlı değildi, sopalar ve farklı aletlerle tecavüz, tutukluları dışkılı hücrelerde tutma, kaba dayak dâhil pek çok sadistçe ve ahlak dışı işkence de yapılmıştı.
Türkiye’de işkence
Türkiye kamuoyunda işkence denince daha çok sille tokat girişmek, falaka, aç susuz bırakmak gibi atadan kalma yöntemler anlaşılır. Bu, işkence konulu film ve romanlarda, hatta tezgâhtan geçmiş devrimcilerin anlatılarında sıkça görülür. Sorgucular cahil, aklı kıt, psikopat kişiler olarak resmedilir. Gerçi bizimki gibi işkencecisi bol bir ülkede böyle tipler az değildir. Ancak, sorgulamanın üst bir eğitim ve uzun deneyim gerektiren profesyonel bir iş olduğu unutulmamalıdır.
İşkence, kurgusal aklı, mekânı, araç, gereç ve aletleri, yöntemleri, bileşimleri, hedefleri ile başlı başına bir teknoloji işidir. Muktedirlerin dedikleri gibi “münferit”, “patolojik”, “geçici”, “apolitik” bir olgu değildir. Siyasi ve iktisadi egemenliği koruma ve güçlendirmeyi amaçlayan sürekli ve sistemli her faaliyet gibi resmi ve kurumsaldır.
Adli vakalarda, karakollarda, sokakta, gösterilerde kaba zor sıkça uygulanır. Ali İsmail Korkmaz’ın katlindeki gibi ilkel ve kaba biçimler olağan bir hal almıştır. Fakat siyasi ve sistemin güvenliğini ilgilendiren meseleler söz konusu olduğunda bunlarla yetinilmez. Böyle durumlarda işkence uzman kişilerce tasarlanır, çıplak şiddete tuzaklar, hileler, kandırmacalar eklenir ve paket halinde uygulamaya konur. Türkiye fazla gelişmemiş bir ülke olarak isterse arkadan gelsin, nasıl olsa CIA ve Pentagon eğitimiyle açığını kapatacaktır.
İşkencenin şaha kalktığı dönemlerde MİT ve Siyasi Şube olsun, ordu olsun hekimleri, psikologları, psikiyatristleri bürolarından eksik etmediler. Bayılanları ayıltmak, mağdurun zayıf taraflarını ortaya çıkarmak, işkence süresini uzatmak ve istenmeyen ölümleri önlemek doktorlara düştü. Bilimsel bulgu ve deneylerden yararlanarak kurbanlarını panikletmekten, morallerini bozup manen çökertmeye çalışmaktan geri durmadılar.
12 Eylül cuntası bazı profesörleri siyasal suçluların ruhsal profillerini çıkarmakla görevlendirmişti. Amerika’da yaşayan nöropsikiyatri uzmanı Prof. Turan İtil ve Cerrahpaşa Psikiyatri Kliniği’nden Prof. Ayhan Songar, Metris, Mamak ve Erzurum cezaevlerinde kobay olarak kullandıkları siyasi mahkûmlar üzerinde test, ilaç ve elektroşok deneyleri yaptılar. Onlara göre hepsi de “hastalıklı” ve “suçlu kişilik”lerdi. Turan İtil, “Terörist olmasalardı da katil olurlardı” diye kestirip atmıştı. Amaç faşist darbeyi ve işkenceyi meşrulaştırmaktı. “Hasta” toplum darbeyle (ameliyat), “hasta” siyasi mahkûm ise işkenceyle iyileştirilir, demeye getiriyordu.
Araştırma sonuçlarını kamuoyuna değil, 1983 yılında verdikleri özel bir seminerde kontrgerillacı cezaevi ve emniyet görevlilerine açıkladılar. Daha sonra da NATO görevlileri ve ABD kuruluşları ile paylaştılar. Bazı Batı ülkelerinde Gladiocu psikologlar ve psikiyatristler yargılanırken, Türkiye’dekilere dokunan olmadı. Oysa, TSK bünyesindeki Türk Gladiosunun (Özel Harp Dairesi) merkez üssünün ABD olduğunu ve birçok şeyin oradan yönetildiğini bilmeyen yoktu. Aynı ağa bağlı Başbakanlık Politik Psikoloji Merkezi, 1997’de sessizce feshedilip meçhuller arasına katılıvermişti.
Fiziksel ve psikolojik işkence
İşkence yöntemleri, kaba bir ayrımla, fiziksel ve psikolojik diye iki grupta toplanabilir. Falaka, askı, elektrik şoku, tazyikli soğuk su, kol-bacak kırma, makata cop veya şişe sokma (vs.) birinciye, idam sahnesi, uykusuz bırakma, işkence izletme, tabutluk, ırza geçme, yalan haber (vs.) ise ikinciye girer. Ülkemizde envai çeşidine tanık olunan bu işkenceler arka arkaya veya aynı anda uygulanmışlardır. Bazen de, tıpkı tecavüz ve makata cop sokmada olduğu gibi, birini diğerinden ayırmak mümkün olmaz.
Türkiye’de meselenin psikolojik boyutu genellikle gözden kaçmıştır. 12 Eylül döneminde fosseptik çukurunda bekletme, dışkı ve haşerat yedirme, birbirine tecavüz ettirme, aile fertlerini birbirleri önünde çırılçıplak soyma, genç kızların ırzına geçme, ölüm ve tecavüzle tehdit etme, hoparlörden sürekli marş dinletme, dolapta bekletme gibi akla hayale gelmez psikolojik işkence şekilleri uygulandı. Üstelik çoğu ölüm ve kalıcı hasar umurunda olmayan acemi askerler ve polisler tarafından, kaba işkenceler eşliğinde yapıldı. Faşizmin psikolog bulundurma, dikkatli olma gibi bir derdi yoktu.
Fiziksel işkencenin abartılması, her iki yöntemin amacının da sürekli ruhsal gerginlik yaratıp, işkence görenin ruhsal örgütlenmesini bozmak olduğunun unutulmasından ileri geliyor. Kaba şiddet yalnız bedeni değil, maneviyatı da etkiler. Maddi ve manevi tazyik göğüslenemez hal aldığında kırılma başlar ve mağdur hem kendine güvenini hem de direnme gücünü kaybeder. Fiziksel işkencenin vereceği acının değerinin, yaratacağı psikolojik gerilim derecesiyle ölçülmesinin nedeni budur. Kaba zor bedeni çabucak yorduğu, kısa ve kolay yoldan ruhsal zafiyet yarattığı için, işkencecinin baş enstrümanıdır.
Nitekim Amerikalı işkence kahramanları James Mitchell ve Bruce Jessen, kurbanlarını sırtüstü bağlayıp yüzüne su dökerek boğulma duygusu yaratırken, bunun “kontrol ve öngörülebilirlik duygusunu ortadan kaldıracağını” ve “çaresizlik hissi” yaratacağını düşünüyorlardı. Günlerce uykusuz bırakılan tutsak önce psikoza sokuluyor, düşünceleri ve söyledikleri üzerinde kontrolünü kaybetmesi sağlanıyor, sonra da işbirliğine zorlanıyordu. CIA’nin işkence elkitabında D.D.D. (Bitkinlik, Bağımlılık, Dehşet) adı verilen yöntemin amacı, daha üstün bir dışsal gücün kişinin iradesi üzerinde etkili olmasını sağlamak ve kişide psikolojik gerileme yaratmaktı. Geçmişin acı deneyimleri sırasında edinilen olumsuz şartlanmaların ilerideki davranışları belirlemesi demeye gelen “Öğrenilmiş çaresizlik” bir başka örnekti. 1970’lerde depresyonun teşhis ve tedavisinde kullanılan bu deney de Psikolog Martin Seligman’dan ödünç alınmıştı.
Vargı
Genellikle sorgulamanın iki hasım arasında bir düello olduğu söylenir. Buna, aralarındaki kıyaslanması imkânsız eşitsizliği de eklemek gerekir: İşkenceciler çoktur, tutsaklarını istedikleri koşullarda ve uzun süre ellerinde tutabilir, binlerce kişiyi sorgulamanın tecrübesiyle çok şey yapabilirler. İşkence görense tek başınadır. Elleri kelepçeli, gözleri kapalı ve kıpırdayamaz olduğu, bilmediği bir mekânda tutulduğu için bu bile değildir. Kendi bedenine hükmetmesi engellenmiştir.
Neyse ki, eşitsizlik yalnızca fiziksel açıdan geçerlidir. Ruhsal, zihinsel, iradi açıdan geçerli değildir. Bedensel ve ruhsal direnç göstermek, yalvarmamak, acıya tepki vermemek, tehditler ve aşağılamalar önünde boyun eğmemek üstünlüktür. Dik durmak, işkencecinin moralini bozan manevi bir güçtür. Susmak, sorulara cevap vermemek, onurlu bir sükûnet sergilemek daha da büyük bir güçtür. Soru soranın avantajları, sessizliğin derin boşluğunda kaybolmaya mahkûmdur. İşkenceci sonuç alamazsa, öldürme yoluna gidebilir. Bunu yaparsa ölen kazanacak, öldüren kaybedecektir.
Çünkü cellâdın fiziksel üstünlüğünün sınırı, işkence görenin bilincidir. Beden iyi donanmış beyni zorlar ama ona itaatsizlik edemez. Eşitsizliğin dengeye geldiği yer işte burasıdır. Her iki taraf da kazanabilir, şanslar eşittir.
Fiziksel olsun psikolojik olsun işkencenin son hedefi bedeni yok etmek, ölüme götürmek değildir. Asıl hedef işkence göreni çözmek, davadan döndürmek ve rehabilite etmektir. Ölüm yol kazası değilse, intikam ve gözdağı içindir.
12 Eylül yıllarında insan direnişini fiziksel sınırlarla açıklamak yaygındı. Bu, işkenceyle karşılaşmadan veya tecavüz tehdidiyle çözülenleri açıklamıyor. Ölen ama yenilmeyenleri de açıklamıyor. İtirafçıların ekseriyeti ciddi bir işkence görmeden çözüldüler. Fiziksel işkencenin kontrollü uygulandığı 1996 sonrasındaki itirafçı sayısı, doludizgin uygulandığı 12 Eylül döneminden daha fazlaydı.
Denilen doğru olsa, direnmek, beden idmanı gerektirir. Hemen, çivili yatakta yatabilen Hint fakirleri örnek verilecektir. Bunlar gerçek hayatta uygulanılırlıkları zor istisnalardır.
Yapılacak tek şey, bir şey söylemeyeceğini yıllar öncesinden beynine kazımak ve her adımda bunun bilincini geliştirmektir.