Zamanımızın ayırıcı yönlerinden birisi, kavramlar dünyamızın yaşadığı büyük deformasyon. Kavramların uğradığı deformasyonları Ukrayna’dan Ortadoğu’ya uzanan kısa bir yolculukta açık bir biçimde görebiliyoruz. Aylardır, emperyalist merkezlerin liberal yayın organları tarafından “Putin’in devasa propaganda aygıtının yalanları”, “Rus emperyalizminin meşrulaştırılması için uydurulan propaganda malzemesi” olarak sunulan Ukrayna’da “Maidan Devrimi” ile iktidara ortak olan faşist güçler hakkında bazı bilgiler, […]
Zamanımızın ayırıcı yönlerinden birisi, kavramlar dünyamızın yaşadığı büyük deformasyon. Kavramların uğradığı deformasyonları Ukrayna’dan Ortadoğu’ya uzanan kısa bir yolculukta açık bir biçimde görebiliyoruz.
Aylardır, emperyalist merkezlerin liberal yayın organları tarafından “Putin’in devasa propaganda aygıtının yalanları”, “Rus emperyalizminin meşrulaştırılması için uydurulan propaganda malzemesi” olarak sunulan Ukrayna’da “Maidan Devrimi” ile iktidara ortak olan faşist güçler hakkında bazı bilgiler, gizlenmesi artık imkansız hale geldiği için Batı medyasına da yansımaya başladı.
5 Eylül tarihli The Times gazetesinde, ateşkes öncesi ciddi çatışmaların yaşandığı Mariupol’dan yazan Ben Hoyle, Mariupol’u savunmak üzere hazırlanan ağır silahlarla donatılmış, yüzleri kapalı gruptan en az birinin Nazi sembollerine sahip olduğunu söylüyordu. (Neo-Nazis give Kiev a last line of defence in the east)
Hoyle, 500 üyeye sahip Azov Taburu’nun, kendisinin Rusya yanlısı ayrılıkçılar olarak adlandırdığı Halk Savunma Güçleri’nin Kuzeybatı Ukrayna’nın en önemli şehri Mariupol’a doğru ilerlemesi karşısında görünen son bariyer olduğunu ifade ediyordu.
Hoyle, Azov taburunun şeffaf olmayan finansman kaynaklarına sahip olması ve bazı üyelerinin işkence yapmakla suçlanmasına rağmen, Ukrayna ordusundaki moral bozukluğu ve ordunun bazı birimlerinin kaypaklığı nedeniyle Halk Savunma Güçleri karşısında zorunlu olarak bu gruplara dayanıldığını ifade ediyordu.
Azov Taburu’nun yönetim merkezi olan çiftliği de ziyaret eden Boyle, merkezin bahçesinde bulunan silahlı araçların üzerinde “National İdea”(Ulusal İdeal) sözcüklerinin ilk harfleri N ve I sembolünün bulunduğunu ifade ediyor. Boyle N ve I’nın Almanya’da yasaklanan Nazi sembolünü çağrıştırır biçimde çizildiğini söylüyor.
Azov Taburu’nun eğitim alanını da gezen Boyle, burada eğitim yapan tabur mensuplarının sahip oldukları ağır silahları ve füzeleri de görme olanağı bulmuş. Boyle, Azov taburunun komutan yardımcısı ve ideologu olduğu ifade edilen ortaçağ tarihçisi Oleg Odnorozhenko ile de görüşmüş. Odnorozhenko, içinden çıktıkları Ukraynalı Neo-Nazi örgüt Ulusal-Sosyal Kongre ile birlikte “Avrupa kimliğini korumak için ayağa kalktıklarını” ifade etmiş.
Odnorozhenko, Avrupa Uygarlığı’nın yıkıma doğru gittiğini gözlemlediklerini belirtmiş. Avrupa Uygarlığı’nın yıkımının, “göçmenliğin kontrol edilmemesi, ailenin ve dinsel kimliğin tahribatı ve Avrupa’yı Avrupa yapan her şeyin yok edilmesi” nedenlerine dayandığını söylemiş. Boyle, gözlemlerini aktarırken, Azov taburu üyelerinin ırkçı bir söyleme sahip olduklarını da belirtiyor.
Avrupa’da faşist hareketin temel argümanlarının tümünü bir araya getirip ifade etmiş olan bu faşist şef, “İtalya, Yunanistan, İsveç, Rusya ve Fransa’dan taburlarına katılımlar olduğunu söylemiş. Ben Hoyle haberinde tabura İngiliz katılımının hiç olmadığını belirtme gereği duyuyor. Odnorezhonko, İngiltere’deki Ulusal Parti ile kontakları olduğunu ancak sıkı bir ilişkilerinin olmadığını söylüyor.
Boyle, Mariupol’u Savunma Birliği sözcüsünün yaptığı konuşmada; Azov taburunu Mariupol’u savunan halkçı ve yurtsever bir güç olarak takdim ettiğini, ardından, barış zamanlarında taburun fikirlerini paylaşmayacağını ancak Ukrayna için yararlı şeyler yaptıklarını söylediğini, ifade ediyor.
Bu haberde dile getirilen öğelerin tümü aylardır The Times gazetesi de içinde olmak üzere emperyal merkezlerdeki liberal yayın organları tarafından “Rus propagandası”, “Putin’in sözcülerinin komplo teorileri” olarak mahkum ediliyordu. Şimdi bunlar hiç yazılmamış, tartışılmamış gibi, faşistlerin varlığı ve etkinliğinin boyutları bu kez yeni argümanlarla gerekçelendirilmeye çalışılıyor.
Azov Taburu sözcüsünün argümanları, 2. Paylaşım Savaşı Öncesi Avrupa’da son derece güçlü olan ve faşist ideolojinin oluşturucu parçalarından bir bölümünü meydana getiren “kültürün ve ırkın dejenerasyonu” türünden düşüncelerle özdeştir.
Telegraph gazetesinde 11 Ağustos’ta Tom Parfitt imzalı haber de çatışma sahasından yapılmıştı. Parfitt’in haberinin başlığı, “Ukrayna Krizi: Neo Nazi tugaylar Rus yanlısı ayrılıkçılara karşı savaşıyor” idi. Haberin spotunda şu ibare yer alıyordu: “Kiev isyancılarla savaşın ön cephesine bazıları açıkça Neo Nazi olan güçleri sürdü”.
Alec Luhn, Foreign Policy’nin internet yayınında 30 Ağustos’ta yayınlanan Mariupol’dan gönderdiği yazısında (Preparing For War With Ukraine’s Fascist Defenders Of Freedom), Azov Taburu’nun kullandığı Neo-Nazi sembolleri ve taburun faaliyetlerini anlatıyor. ABD’nin emperyalist politikalarının savunulduğu bu yayın organında Luhn’un sahadan yazdıkları, aylardır propagandasını yaptıkları görüşlerin bütünüyle yadsınması anlamını taşıyor. Bu olgular, emperyal basın tekellerinin ne tür ideolojik savaş aygıtları olduğunu açık bir biçimde gözler önüne seriyor. ABD ve Avrupa’nın liberal yayın organları aylardır bir yandan faşist hareketlerin propagandasını yapıyor, diğer yandan da anti-semitizm eleştirileri…
Luhn Mariupol’dan şöyle yazıyor:
“Rusya yanlısı güçler, Ukrayna milliyetçisi faşistlere karşı savaştıklarını söylüyorlar. Azov taburu ve diğer taburların varlığını dikkate alacak olursak, bu öz olarak doğru.”
Luhn da faşist şef Odronozhenko ile görüşmüş, nasıl bir politik projeye sahip olduklarını sormuş ve aldığı yanıtları değerlendirmiş:
“Taburların politik platformu natsiokratiya’dır. Bu sistem 30’lar ve 40’lar da Ukrayna’da milliyetçiler iktidara geldiğinde uygulanmış. Bu milliyetçi iktidar Sovyet güçlerine karşı savaşmış; ancak aynı zaman da suçsuz binlerce Yahudi ve Polonya kökenli Ukraynalıyı da öldürmüştü.”
Odronozhenko savundukları Ukrayna’yı da tarif etmiş:
“Nüfusun farklı gruplarının sendikalarda bir araya getirilmesine dayana bir idari sistem, güçlü dış politika ve nükleer silahlara sahip güçlü Ukrayna.”
Politik platformlarını bu şekilde ortaya koyan Odronozhenko, Avrupa ve ABD’ye de çağrı yapıyor, Rusya’ya karşı daha agresif bir politika ve yeni hükümete güçlü bir silah desteği istiyor. Odronozhenko, kör ve aptal Avrupa politik elitinin Rusya’nın açık istilasına yol açtığını, Rus istilasının yakında her yerde olacağını belirtiyor, bunun hibrid bir savaş olduğunu ve kendilerinin en son 1945’te Avrupa’da görüldüğü gibi normal bir savaş yaptıklarını dile getiriyor.
Bu faşist şef, gerek The Times’ın haberinde gerekse de Luhn’un söyleşisinde, son derece açık bir biçimde hem faşist geçmişe sahip çıkıyor, hem de güncel politik-askeri hedeflerinin geçmişteki ile aynı –faşist bir siyasi düzen, etnik arındırma- olduğunu açık açık ifade ediyor.
Faşist taburlar aylardır bu hedefleri doğrultusunda Ukrayna’da insanlık suçları işliyor, sivil yerleşim birimlerini füzelerle, ağır silahlarla vuruyor, savaş uçaklarıyla bombalıyor. ABD ve AB bu faşist grupları silahlandırıyor, donatıyor, sırtlarını sıvazlıyor. ABD askeri uzmanları, İMF yetkilileri ve CİA yöneticileri aylardır Ukrayna’nın kukla iktidarını yönlendirmek için Kiev’de kamp kurmuş durumda.
ABD ve AB destekli faşist taburların sivil halka yönelik işledikleri suçlar, Amnesty İnternational’ın Eylül ayında kamuoyuna açıkladığı raporunda nihayet kendine yer bulabiliyor. Raporda, taburların adları verilerek işledikleri suçlar ortaya konuluyor.
Zamanımızın bir başka “devrim”i ve “devrimci”leri oldukça yakınımızda: Suriye…
Geçtiğimiz Şubat ayında “Özgür Suriye Ordusu” komutanı Selim İdris’in görevden alındığı duyurulmuş, onun yerine 2012 yılında Suriye Ordusu’ndaki görevini bırakıp ÖSO’ya katılan general Abdullah El Beşir’in geçtiği bildirilmişti.
ÖSO komutanı El Beşir geçtiğimiz hafta McClatchy News Agency’e bir röportaj vermiş. El Beşir’in röportajda anlattıklarını Patrick Cockburn, Counterpunch dergisinde yayınlanan “Why USA Middle East Policy İs Fraught With Danger” başlıklı yazısında aktarıyor.
El Beşir röportajda, kendisinin genel komutanı olduğu ÖSO için ‘Liderliği Amerika’dır’ diyor. Geçen Aralık ayından beri, malzemelerin Türkiye’de bulunan liderlik bypass edilerek CIA eliyle doğrudan Suriye’nin kuzeyinde bulunan 14 ÖSO komutanına ve güneydeki altmış daha küçük gruba ulaştırıldığını ifade ediyor El Beşir. Cockburn, diğer ÖSO komutanlarının da ABD’nin eğitim ve TOW anti-tank füzelerini de kapsayan silah desteğini doğruladıklarını ifade ediyor yazısında.
Patrick Cockburn, ABD’nin IŞİD’e karşı oluşturduğu yeni “savaş” koalisyonunun Suriye’de sahada hem IŞİD’e karşı, hem de Esad’a karşı savaşacak güçlerinin “ılımlı muhalefet” olarak kodlanan bu ÖSO unsurları olacağını ifade ediyor.
Ancak ABD parası, ABD silahı ve ABD komutası ile var olan bu unsurların başarısının mümkün olmadığını üç yıllık pratik açık bir biçimde gözler önüne seriyor. Son yıllarda, emperyalist basın ve düşünce odakları aracılığıyla yeni bir deformasyon dönemi yaşanıyor.
Emperyalist Batının parası, silahı ve eğitim olanaklarıyla, emperyalizmin jeo-politik öncelikleri doğrultusunda yönlendirilen faşist, cihatçı unsurlar “devrimci”, yine emperyalist Batı’nın jeo-politik öncelikleri doğrultusunda yaşanan iktidar değişimleri “devrim” olarak tanımlanıyor.
Devrimci Sosyalist güçler açısından, bu deformasyona yönelik ciddi bir temizlik operasyonu ise bir zorunluluk haline geliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.