İşçi ölümleri ile ilgili Türkiye üzerine hem uluslararası hem de ulusal onlarca rapor çıktı. Bunların yanında, bu ölümlerin basından takibi maalesef, 10 ve katları olduğu zaman mümkün. Türkiye, manken iş kazalarının maden işçisi kazalarından daha çok tıklandığı bir ülke. Burda maden kelimesini kafiyeli olduğu için kullandım, lakin sektörlerlere senelik olarak baktığımızda inşaat sektöründeki kaza ve […]
İşçi ölümleri ile ilgili Türkiye üzerine hem uluslararası hem de ulusal onlarca rapor çıktı. Bunların yanında, bu ölümlerin basından takibi maalesef, 10 ve katları olduğu zaman mümkün. Türkiye, manken iş kazalarının maden işçisi kazalarından daha çok tıklandığı bir ülke. Burda maden kelimesini kafiyeli olduğu için kullandım, lakin sektörlerlere senelik olarak baktığımızda inşaat sektöründeki kaza ve ölüm daha fazla. Ancak hem işçisiyle, hem sendikasıyla, hem basınıyla hem de siyasi kanadıyla işçilerin hak arama mücadelesi, üzerine ölü toprağı atılmış durumda.
Bu konuyla ilgili yaşanılan facialar yetmezmiş gibi simulasyon yapsak, daha anlatılabilir geliyor. Çünkü gerçeklerin olağanüstü karşılandığı, katliamların, cezasızlıkların sıradanlaştığı ve faili gün gibi ortada olan cinayetlerin meçhul bırakıldığı Türkiye’den bahsediyoruz.
Bir İşçi. Adı A. olsun. Tersane, inşaat, maden, boya, cam, belediye temizlik… herhangi birinde. B sektörü olsun bu da. Belediye’de çalışırken işten atılıyor ve grev yapınca polisten biber gazı yiyor. Ya da:
Tersane’de iş güvenliğinin olmadığını söyleyip, işten atılıyor ve grev yapınca biber gazı yiyor. Ya da:
İnşaat, Boya, Cam, Alüminyum… grev yapmayı da geçtim, sendikalı olduğu gün işten çıkarılıyor. Burda tüm A işçileri herhangi B sektöründe ilk yenilgisini tadıyor. İşçinin aldığı bu mağlubiyetten sonra, öğrenilmiş çaresizlikle, geri kalan işçiler, kötü koşullarda çalışmaya devam ediyor. Ve ikinci raund başlıyor.
Buraya kadar yazılanlar tanıdık aslında. Yazın bir kaç fabrikada grev yapan işçiler ve ona müdahale eden polisler aklımızda. Google’a Şişe-Cam diye yazınca, metni otomatik olarak grev ile tamamlıyor ama sonucu kimse bilmiyor. Burda Aziz Çelik’in yazısına bakıp, fikir sahibi olabilirsiniz.
Buraya kadar basının ilgisi de, ulusal güvenliği bozuyor yasakları devreye girince iyice bitiyor. Ve cinayete giden yol başlıyor. Kötü koşullara ses çıkaramayan ve mücadele ederse işten çıkarılıp eve ekmek götürememekten, kredilerini ödeyememekten korkan A işçisi için kaderinde bu var dönemi başlıyor.
Şehitlik mertebesi, aileye yapılan maddi yardım, bağışlar, tazminatlar ve babasız kalan çocuklara yapılan eğitim yardımları, basının “acı gerçek, şoke eden detay” manşetleriyle devam eden günah çıkarma ve duygu sömürüsü… ulusal yas ilan etme. Şehitlik hiç bu kadar sıradanlaşmamıştı.
Sendikaların faciaya (katliama) dikkat çekmek için günlük 2 dakika ve katları şeklinde yaptığı iş bırakma eylemi, siyasilerin “acımız büyük, acımızı paylaşıyoruz, gereken tüm soruşturmalar yapılacak, sorumlular hesap verecek” demecini vermeden öteye gitmeyen ve fıtrata bağlayan pişkinlikleri. Sonuç:
Yeni Türkiye’nin ilk toplumsal mutabakatı: İşçi ölümleri.
A işçisi B sektöründe kendi rızasıyla can verdi. Bu aslında çoğu davada tanıdık olan bir durum. Kadınlar tecavüzcüsünün, kendi rızası ile ilişkiye girdi iddiasıyla karşılaşır. Katiller, önce o vurdu ya da tahrik etti ile damga vurur davaya. Türkiye’de dava açarsanız, başlangıçta en az siz de tecavüzcü kadar tecavüzcü, katil kadar katil olabilirsiniz. Halbuki her iki taraf da suçsuz olmalı en başta, masumiyet karinesi ölçeğinde. Ama karşı taraf, devlet, devletin beslendiği sermaye, sermayenin beslediği basın ve basın açıklaması yapan sendika olunca, gelin “Thomas D. Quency’nin Güzel Sanatların bir dalı olarak Cinayet’i” kitabını aratmayan bir cinayet inşası yapalım. Buna “Güzel sanatların bir dalı olarak Cezasızlık” ı ekleyelim.
Herkesin aklına Soma geliyor ama Soma Katliamı, son yıllardaki toplu olarak işçi ölümlerinde yetkililerin hataların tekrarlanmaması için önlem almasını ve denetimlere dair yaptırımlarını arttırması gerekirken, ters yönde etkiledi. Bu sayıda ölümleri de sıradanlaştırdı.
İktidar, faciadan sonra cinnet geçirmeyip eylem yapan işçileri, “belli odakların yörüngesine giriyor” şeklinde yaftalayınca ok yaydan çıktı. Sosyal medya ve basında iktidar yanlısı yazarlara ve paylaşımlara bakıldığında, Soma Faciası, dış güçler tarafından hükümeti yıkmaya yönelik planlanmış bir komplodan tutun, Katy Perry’nin klibindeki simgeler ile Soma bağlantısına, belli yazarların da Geziciler, paralelciler şeklinde iyice kutuplaştırmaya çalıştığını rahatça gözlemleyebilirsiniz. Bu tabloya ne atılan tekmeleri ne de eylem yaptığı için işçilere edilen küfürleri dahil etmedim.
Sarı sendikalar, sendikalaşma oranı, sendikasızlaştırma, sendikaların üzerindeki baskı ve sendikaların uluslararası sendikalara üyeliği ile ülke içindeki bu tarz facialarda, hak arama ve grev kararlarındaki yaptırım gücü. Ölü sayımız arttığı gibi, cinayet işbirlikçileri de artıyor.
Basının bu konuda istatistik ve rapor paylaşmaktan öteye gitmeyen haber anlayışına, facia sonrası bu hatası yüzünden günah çıkarma ve duygu sömürüsüne dönen paylaşımları da, cinayetin boyutunu gözler önüne seriyor. Şirketin ismini vermeden, rezidans deyip ölü sayısını alıştıra alıştıra vermelerinden anlayabiliriz. Aynı yayın yapan kanallar, web siteleri o rezidansın ait olduğu firmaların reklamlarını kanallarında ve sitelerinde yayınladıkları için, boyunları bükük durumda. İşçi ölümleri, kendilerini öldüren firmalardan reklam almadığı için faili meçhul olarak yayımlanıyor.
Burda siyasi baskının yanına eklemlenen, sermayenin gücünü gözleyebiliriz.
Toplumsal mutabakatın, kaderine razı edilen işçiyle, işçiye şehit olacağını müjdeleyen siyasetçiyle, sendikasıyla, sermayesiyle ve basınıyla devam eden bileşenlerinin son halkası: Halk!
Sağ muhafazakar çoğunluktaki bir toplum, şartlar böyle olunca bu ölümlerin, öldürülmelerin yöresel ayaklanması dışında sessiz kalıp, hayatın olağan akışında yoluna devam ediyordu.
Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyen Tekel İşçileri’nden, 1966’da Demirel Döneminde grev yapan Cam İşçileri örneğine bakarsak aslında işçi sınıfı o kadar eli kolu bağlı değil.
İktidara hem yerel seçimde, hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hem istikrar hem de ekonomik büyüme konusunda kaderine razı olup çözümü sandıkta arayan işçiler, artık çözümü grev haklarında, sokaklarda aramalılar.
Sendikaların kısırdöngüsüne aldanmadan çünkü iktidara sendikadan daha çok sahip çıkan işçi seçmenler, iktidarın onların hiç bir can güvenliği ve emeğinin hakkını geri vermediğini test etti, onayladı. İşçiler haklarının aranması konusunda, tekrar oy vermelerine rağmen hem iktidarın bir şey yapacağını artık beklememeli, hem de muhalefetin iktidara karşı çaresiz olduğunu Soma Faciası öncesindeki verilen soru önergesini aklından çıkarmamalı. Eylemi dakikalar süren sendikalara ve ölü sayısına yönelik istatistik ve rapor yayımlamaktan öteye gitmeyen basına da güvenmemeli. Uyuşturulan halk, şehit haberlerinin sıradanlığıyla değil işçi sınıfının özgüveniyle ve varoluşunun önemini hatırlatacak greviyle uyanacaktır. Bu toplumsal mutabakat, kader değil. Biber gazı yiyip ölmek, kaderine razı olup iş kazasında ölmek… iktidar ve sermayenin militarizmi aratmayan bu düzeninde, öldürülenlere savaşta ölmüş gibi şehitlik verilmesi ve öldürenlerin cezasız kalması. Ve bu ölümlerin aynı ivmeyle devam etmesi. İşte Yeni Türkiye’nin ilk toplumsal mutabakatı.
Bu, şehitliği konusunda üzerinde uzlaşılmış işçilerin kendi varoluşunu hatırlayıp, grev kararı almasıyla yırtıp atılması gereken bir mutabakat.