Türkiye’nin rejimi atasözündeki deveye benzedi. Doğru düzgün yeri kalmadı. “Rejim devesi”ne “Medyan neden eğri?” diye sorarsan, alacağın cevap o atasözünden mülhemdir: “Yargım, polisim, parlamentom, yerel yönetimlerim, üniversitelerim doğru mu ki?” İktidarların yamultarak tıkadığı sistemleri açmak lavabo açmaya benzemez. Yenilikçilik ve vizyon icap ettirir. O basitlikte olsaydı, sorunu 17 Aralık’ın müstafi bakanındaki kafayla hallederdik. Mucit çıkaramıyoruz […]
Türkiye’nin rejimi atasözündeki deveye benzedi. Doğru düzgün yeri kalmadı. “Rejim devesi”ne “Medyan neden eğri?” diye sorarsan, alacağın cevap o atasözünden mülhemdir: “Yargım, polisim, parlamentom, yerel yönetimlerim, üniversitelerim doğru mu ki?” İktidarların yamultarak tıkadığı sistemleri açmak lavabo açmaya benzemez. Yenilikçilik ve vizyon icap ettirir.
O basitlikte olsaydı, sorunu 17 Aralık’ın müstafi bakanındaki kafayla hallederdik. Mucit çıkaramıyoruz ya, bir “ara eleman” çağırırdık. Oysa çözümler ara elemanlarla üretilmiyor. Gerekli reformlar zamanında yapılamadığı için tıkanan ve sonra çöken verimsiz sistemlerin yerine genellikle yenileri icat ediliyor. Yakın tarihimizde de yaşadık; çöken ekonomi modelini yeniden yapılandırması için ülkeye dışarıdan “ara eleman” değil “mucit” getirdik.
Bu ülkenin özgür düşünen, eleştiren ve sorgulayan beyinlere ihtiyacı her geçen gün artıyor. Yenilikçi çözümler ancak bu tür kaliteli beyinlerden çıkıyor. Her alanda daha merkeziyetçi, kontrolcü ve sonuçta totaliter bir yapıya doğru hızla yol alan bu rejimden, böylece neden olduğu sorunların çözümü için bir taraftan da yenilikçi düşünce üretme kapasitesini haiz kaliteli beyinler yetiştirmesini beklemek mümkün değildir. Bu tür kısır döngülerin sonucu tıkanma, verimsizlik ve durgunluk oluyor. Durgunluk da çöküşü getiriyor.
Çıkış yolunu gösteren yenilikçi önerilerin gidişattan kaygı duyan yetkin insanlar tarafından düşünülüp ortaya atılmasının zamanıdır. Şimdi tartışalım ki ileride imkan olursa uygulansın. Kilit mesele, memleketin en büyük potansiyeli olan insan kaynağı ise stratejik hedef, eğitim sisteminin külliyen reformdan geçirilmesi olarak karşımıza çıkıyor.
Bu uzun girişten sonra sözü nihayet 10 eski rektör ve YÖK üyesi tarafından hazırlanan bir çalışmaya getiriyorum. 19 Haziran akşamı bir grup gazeteciye sunumu yapılan çalışmanın başlığında, “Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılması Kapsamında Dikkate Alınması Gereken Temel İlkeler ve Yaklaşımlar” yazıyor.
Hazırlanması bir yıl süren çalışmanın sunuş bölümünden alıntıladığım şu ifadeler de maksadı anlatıyor: “Bugünkü global dünyada rekabete açık, yenilikçi ve sürdürülebilir kalite anlayışına sahip üniversite yapılanması özellikle Türkiye Yükseköğretimi için artık vazgeçilmez bir ivedilik olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’de üniversitelerin şeffaf ve hesap verebilir bir özerklik için, akademik kaliteyi temel kabul eden, uluslararasılaşma ilkelerini benimseyen ve rekabete açık bir organizasyon yapısına kavuşmaları konusunda artık vakit kaybedilmemelidir.”
Yükseköğretimde akademik özgürlük, kurumsal özerklik ve hesap verebilirliğin “vazgeçilmez ilkeler” olarak sıralandığı çalışmadan fikir vermesi amacıyla derlediğim bazı öneriler şöyle: Anayasada yükseköğretim üst organlarının sadece planlama ve koordinasyon görevlerini yerine getirdikleri belirtilsin.
Yükseköğretimde kalite güvencesi ile ilgili mutlak bağımsız bir üst kuruluş olmalı; kurumsal kalite güvencesi, yükseköğretimin tüm hizmetlerini kapsayacak şekilde bütün kurumlarda zorunlu tutulmalı. Hukuk, mühendislik, mimarlık ve tıp gibi mesleki yetki veren yükseköğretim programlarını tamamlayanlar, mesleklerini icra etmek için yapılacak ulusal merkezi bir sınava girmelidir. Doktora tez çalışmalarında jüri, çoğunluğu üniversite dışından olmak üzere oluşturulmalı, doktora tezi için asgari kriterler belirgin olmalıdır.
Bir üniversitede alınan unvan bir diğerine geçişte öğretim üyesi ile birlikte taşınmamalı, doktora dışındaki unvanlar üniversite ile hukuki bağ devam ettiği müddetçe kullanılabilmelidir. Çalışmanın tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
http://yuksekogretimdeyapilanma.org/rapor-2014-06-19.pdf Özgür, yenilikçi, rekabetçi ve kaliteli insan kaynağının zenginliği ile “özgürlükçü demokrasi” arasında doğru orantılı bir ilişki var.