Soma’da Tayyip’i yuhalamışlar. Diktatörlüğün fıtratında var demek ki… “Sözün bittiği yer” tabirine hep gıcık olmuşumdur. Öyle anlarda söyleniyor ki, bence tam da o konu üzerine konuşmalı herkes. Hayır, bunu diyenler “Söz bitti, sıra eylemde” anlamında deseler tamam. Anlatılmaya çalışılan şey bir çaresizlik hali, kilitlenme hali olunca canım sıkılıyor… Örneğin bu ülkede bir maden ocağında 301 […]
Soma’da Tayyip’i yuhalamışlar. Diktatörlüğün fıtratında var demek ki…
“Sözün bittiği yer” tabirine hep gıcık olmuşumdur. Öyle anlarda söyleniyor ki, bence tam da o konu üzerine konuşmalı herkes. Hayır, bunu diyenler “Söz bitti, sıra eylemde” anlamında deseler tamam. Anlatılmaya çalışılan şey bir çaresizlik hali, kilitlenme hali olunca canım sıkılıyor…
Örneğin bu ülkede bir maden ocağında 301 işçi ölüyorsa, sözün başladığı yerdeyiz… Bir ilçede hayatın renkleri karalar bağlıyorsa, sözün başladığı yerdeyiz… Yalan ve talan sahiplerinin boyunu aştıysa… İhmaller zincirine dolanmışsa iş kolları… Taşeron almış yürümüşse… Özelleştirme tam gazsa, sözün başladığı yerdeyiz… Başbakanın bakanı lafı geveliyorsa… Başbakanın yardımcısı vatandaş tekmeliyorsa… Başbakanın kendisi vatandaş yumrukluyorsa… Başbakanın polisleri vatandaşı gaza boğuyorsa, sözün başladığı yerdeyiz… Ekmek almaya giderken de, ekmeğini kazanmaya giderken de ölüyorsa çocuklar… 13 yaşında çocuğu altına işetiyorsa “huzur ve güven bekçileri”, sözün başladığı yerdeyiz… İşçi sendikası işvereni kolluyorsa… İşveren işyerini kolluyorsa… Hükümet bilimum kankalarını kolluyorsa…
Tam da sözün başladığı yerdeyiz!
Konuşa konuşa kazanacağız
Biz sustukça meydanı onlar dolduruyor. Konuşmalıyız ki gündemde belirleyici olalım. Sözün bittiği yerde falan değiliz. Aksine konuşmamız, söylememiz gereken çok şey var. Örneğin, haklarımızı konuşalım; insanca yaşam istediğimizi söyleyelim… Yaşam odalarını konuşalım; öldürmeden de önlem almaları gerektiğini söyleyelim… ILO sözleşmesini konuşalım; ülkemizin ucuz iş gücü cenneti olmadığını söyleyelim… Taşeronu konuşalım; iş cinayetlerinin sebebinin taşeron olduğunu söyleyelim… Özelleştirmeleri konuşalım; kamuyu kamulaştıralım artık… İş güvenliğini ve işçi sağlığını konuşalım; meselenin sadece 3-5 baret olmadığını söyleyelim… İş cinayetlerini konuşalım; kader-kaza-fıtrat diyene “sıkıysa madene gir, ölürsen kader deyip geçeriz” diyelim… Saçma sapan bir hükümetimiz olduğunu konuşalım; yitirdiğimiz canların, hükümetin fıtratında bulunan halk düşmanlığı ve yüzsüzlüğünden kaynaklandığını söyleyelim… Diğer madenlerin halini konuşalım; her gün Soma gibi olmaya hazır 400 maden olduğunu söyleyelim… Nükleeri konuşalım; madendeki faciaya kader diyenlerin nükleeri nasıl zaptedebileceğini soralım… 300 işçi, kentin meydanına yürüdüğünde ne yapıyor bu devlet, 300 işçi öldüğünde ne yapıyor, bunu konuşalım; yer altında karbon monoksitle ölmek istemeyenlerin canına, yer üstünde biber gazıyla kast edenleri konuşalım… TOMA’yı bırak, Soma’ya bak diyelim… Vatandaşa atılan tekmeyi, yumruğu konuşalım; acının üstüne salınan köpekleri alt etmenin yolunun örgütlülükten geçtiğini söyleyelim… 13 yaşında çocuk, büyüyüp o fotoğrafı gördüğünde seri katil olur mu olmaz mı bunu konuşalım… Kokuşmuş düzeni konuşalım… Alternatifleri konuşalım… Sonu “–izm” ile biten şeyleri konuşalım mesela…
Vicdanlı insanları tanımak için vicdansızların saldırılarını bekliyoruz
Mamak Halkevi’nin kapısından girdiğim ilk gün Van depremi olmuştu. 2 günde 4 tır yardım malzemesi toplamıştık. Acele vicdan lazımdı ve bulmuştuk. Asıl vicdansız, yardımları Van’a sokmayan devlet aklıydı. O zaman anladım meselenin sadece bir depremden ibaret olmadığını. Ölü seviciler, hükmettikleri devlet kurumlarıyla yardım şovu yapmak istiyordu. Ölümler üzerinden siyaset yapıyorlardı yani…
1 Haziran 2013 itibariyle, daha önce hiç yapmadığı şeyler yapmaya başladı birçok insan. Sokakta tanımadığı insanlara omuz verdi. 2 Haziran günüydü. Kafam davul gibi, hastaneden çıktım yürüyordum. Karşıdan gelen bir araç, arkamdaki göbekten döndü ve yanımda durdu. “Dün mü oldu kardeş” diye sordu. “Evet” dedim. “Gel, seni gideceğin yere bırakayım” dedi. Onun da ayağına gaz fişeği isabet etmiş, muayeneye gidiyormuş. Bana yardım etmek için hastane yolundan döndü anlayacağınız…
Aynı gün, arkadaşım ilaçlarımı almak için nöbetçi eczaneye gitti. Eczane Necatibey tarafındaymış. Eczanenin gündemi dün yaşananlarmış. Arkadaşım da konuya girip beni anlatınca, 60’lı yaşlarında bir dede “Niye daha önce söylemedin kızım, önüme geç, al ilaçlarını da arkadaşına götür. Taksi paran var mı bakayım? Şunu da al, bin şu taksiye, yetiştir ilaçları” demiş. Gülmek istiyordum ama yüz kaslarım gerildiği an ağrım artıyordu. Arkadaşımın getirdiği ağrı kesiciden sonra gevşedim biraz.
Berkin’i kaybettiğimiz gün, sabaha kadar uyuyamadım. Az çok tahmin ettiğim ve beklediğim bir olaydı ama bilirsiniz, “her ölüm zamansızdır”… Sabah okula gittim. Bir hocam binanın girişinde gördü beni, “Belli ki uyuyamamışsın gece, halsiz görünüyorsun. Al şunu ye” deyip yemeğini bana verdi. Ağlamak üzereydim.
Somalı bir işçi “çizmelerimi çıkarayım da sedye kirlenmesin” demiş. Kalbimize saplandı bu cümle. İnsanlığımızdan utandık o gün. Oysa utanması gerekenler biz değildik, “oluyor böyle şeyler” diyenlerdi. Ama o gün bir hocamın da dediği gibi, “utanması gerekenler utanmayınca, o iş de bize düşüyor iyi mi!”…
Soma katliamından sonra meslek örgütlerinin iş bıraktığı gün, siyah giyinme çağrısına ben de uydum. Siyah gömlek, siyah pantolon, siyah ayakkabı… İçim gibi olmuştum. Günün sonunda okuldan otostop çekerek çıkmaya çalışıyordum. Önümde bir sürü otostopçu olmasına rağmen benim önümde durdu bir araba. “Gelin sizi aşağıya bırakayım” dedi. Yolda sohbet açıldı ve şoför, “Vallahi sırf siyah giyinmişsiniz diye aldım sizi. Konudan haberdar olan sadece benim sanmıştım” dedi. O an anladım niye beni almak için durduğunu.
Tespit: Tıpkı en ünlü edebiyatçı ya da bilim insanlarının kıymetinin öldükten sonra anlaşılması gibi, öldükten sonra kıymete biniyor insanlığımıza dair değerlerimiz. Ne yazık ki ezilmeden, ezilen olduğumuzun bilincine varamıyoruz, ders çıkaramıyoruz ve bir araya gelemiyoruz. Bu ülkede vicdanlı insanların birbirlerini tanımaları, tanışmaları, vicdansızlıklara birlikte direnmeleri için vicdansızlıklara maruz kalmamız gerek korkarım.
Benim saatim, işçinin saati, Zafer’in saati
Bir fotoğraf gördüm internette. Ölü mü yaralı mı bilmiyorum, bir işçi vardı sedyede. Madenden yeni çıkarılmış. Kolunda Casio marka saat (Dayanıklı olduğu için kimileri gerilla saati der, kimileri asker saati). Fiyatı 15 ile 25 Lira arasında değişiyor. Aynı saatten bende de var, oradan biliyorum. Pili de kendisi de çok uzun ömürlüdür ha.
Bir de Zafer Çağlayan’ın saatini düşünün şimdi. 301 işçinin aylık maaşlarını toplasan yine alamıyorsun. Yüzlerce işçi, Zafer saat alabilsin diye her gün ölüme yürüyor desem abartmış mı olurum acaba?
O fotoğrafı görüp, üstüne de Zafer Çağlayan’ın saatini düşününce, bir de kolumdaki saate bakınca; “işte bu yüzden bir AKP’li, işçinin, emekçinin hakkını vermez. Tam da bu yüzden ben ve o işçi aynı yolun yolcusuyuz” dedim…
Ölüler üzerinden siyaset yapmayın, yaşayanlar üzerinden yapın
“Ölüler üzerinden siyaset yapmayın da dua edin” diyenlere sesleniyorum. Başka hiçbir şey gelmez mi elimizden? Gerçekten sadece dua mı edelim? Ölenlerin yakınları kadar acı duymayalım mı? Sadece işçilerin yakınları feryat etsin, biz de sabır dileyelim öyle mi? Oturduğumuz yerden? Bu daha faydalı geldi size öyle mi? İnsanların ürettiği ve uyguladığı “bağzı” politikaların sonucunda ölenlerin hesabını da mı öte tarafa bırakalım? Peki bu dünyada olan bitenleri, hazır hayattayken, burada çözsek? Ama yok, “kaderin karşısında elimizden bir şey gelmez” değil mi?
Kübalı, Venezüellalı maden işçileri Soma’ya destek vermek ve madencilerin çilesine dikkat çekmek için 1 gün grev yapıp, 3 gün yas tuttular. Siz şimdi Somalı “din kardeşlerinizin” alınterine, ölüsüne, dirisine; Güney Amerikalı madenciler kadar aidiyet duymadığınızı beyan ettiğinizin farkında değil misiniz? Tabi ki değilsiniz. Çünkü ölüler üzerinden siyaset yapan sizsiniz. İşçilerin cesetleri 5’er 10’ar çıkarken “#halkınbaşbakanı” diye başlık açıp TT yapmaya çalışan sizlersiniz. Bu katliamın arkasında bile Gezi’yi arayan paranoyak zihniyet size ait. Mecliste sunulan önergeyi “gündem değiştirme siyaseti” diyerek reddeden, yani bu ölümlere oy veren sizlersiniz. Ya da Rabia’ya ağlayıp 301 işçiye ağlamamak siyasi bir tercihtir mesela. Mesela “Ölü kadınla ilk birkaç gün ilişkiye girilebilir” diyen biri tamı tamına bir ölü sevicidir. Ve bu piskopat, sizin “kardeş” dediğiniz Mursi’dir. Mursi için dört parmağını indirmeyen sizler, 301 işçi için tek kılını oynattı mı?
Eğer ölüm ve ölüler üzerinden değil, yaşam ve yaşayanlar üzerinden siyaset yapan sizler olsaydınız, her boku öte tarafa havale etmez, burada çözerdiniz. Hutbe okutmak yerine ölmemeleri için yasa yapardınız. Kader deyip geçmek yerine önlem alırdınız.
* * *
Tayyip Soma’ya gidip madenci yakınlarını bilgilendiren bir brifing vermiş. Müsterih olunmalıymış. 1862’de İngiltere’de de patlama olmuş, 204 kişi ölmüş, bizde de olması normalmiş.
Ama bir eksik var bu brifingte. Madem patlamaları bu kadar geçmişten başlatacağız, hepsinden önce big bang vardı.
Ayrıca biri şu adama 2014 yılında olduğumuzu ve dünyada en çok madenci katleden üçüncü ülke olduğumuzu söyleyiversin. Madencinin kafasına taktığı, Tayyip’in partisine logo yaptığı ampulün 1862’de henüz icat edilmediğini de…
* * *
Tespit: “Sendikalar hiçbir şey yapmıyor” diyen kardeşim; DİSK’i, KESK’i terörist yuvası, TMMOB’yi zengin mühendislerin buluşma noktası, Hak-İş’i, Türk-İş’i sendika olarak adlandırıyorsan; evet sendikalar gerçekten hiçbir şey yapmıyor…
Tespit: Soma’da Tayyip’i yuhalamışlar. Diktatörlüğün fıtratında var demek ki…
Tespit: Kömür ülkemizde öyle ironik bir yakıttır ki, kimi onu çıkarmak için canını verir; kimi onu alabilmek için oyunu verir. Bu paradoksu çözdüğünde biraz daha güzel olacaksın Türkiye…