Bir haftadır ölüm bir maden işçisinin sıcak gülümseyişi ile karşımızda duruyor. Zaman zaman iki el, öfkeli iki el yakamıza yapışıyor, sonra yakamıza yapışanın vicdanımız olduğunu fark ediyoruz. Bir haftadır yediğimiz yemekte, içtiğimiz suda, yürüdüğümüz sokakta bize eşlik ediyor öfke. Herkesin payına düşen bir şey olmalı bu öfkede. Bu ülkede çalışma koşulları ölüme davet çıkartırken, sosyal […]
Bir haftadır ölüm bir maden işçisinin sıcak gülümseyişi ile karşımızda duruyor. Zaman zaman iki el, öfkeli iki el yakamıza yapışıyor, sonra yakamıza yapışanın vicdanımız olduğunu fark ediyoruz. Bir haftadır yediğimiz yemekte, içtiğimiz suda, yürüdüğümüz sokakta bize eşlik ediyor öfke.
Herkesin payına düşen bir şey olmalı bu öfkede.
Bu ülkede çalışma koşulları ölüme davet çıkartırken, sosyal güvenlik, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanları kar güdüsünün besini haline getirilirken, emeklilik 65 yaşına yükseltilir, prim süreleri artırılırken, sendikal haklar tırpanlanır, kontra sendikalar örgütlenirken, taşeronlaşma ve güvencesizlik, esneklik başlığı altında inşa edilirken, küresel rekabete esaretimiz gün be gün artarken herkes sormalı “Peki biz ne yaptık?” diye.
Çalıştığımız işyerlerinde, ofiste, fabrikada, tersanede patronların her söylediğine biat ederken, arkadaşımız işten çıkartıldığında, arkasında durmak bir yana dönüp arkasından bile bakamazken, işyerlerimizde “aman örgütlülük benden uzak dursun” deyip, her fırsatta sendikalara sayıp söverken, işten atılma korkusu ile işverenin işaret ettiği işyeri temsilcisini kaygısız seçerken, önümüze konulan işverenin keyfi izin programına, fazla mesai dayatmasına suskun kalırken, geleceğimizden çalınmasına rıza göstermedik mi?
Soma’nın karası toplum olarak sınıf mücadelesine sessiz kalışımızın bir sonucu değil mi?
Siyasal alanı kimlikler alanına sıkıştırmaya çalışan, kavgayı bu alanda yapmayı bize dayatan bir algı dünyasının esiri olmadık mı?
Cumhuriyet kurulurken bilinçlerde inşa edilmeye çalışılan “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir millet” tasarımı, bu sefer AKP eli ile sözde toplumun imtiyaz sahiplerine karşı verilen mücadelenin bayrağı haline gelmedi mi?
En yoksullar, mavi yakalı işçiler, kentin yeni göçmenleri bu bayrağın altında toplanmadılar mı?
Bir toplum kendini aynada görüyor
Şimdi Soma’da maden işçinin kömürden gözleri hepimizi gerçeklikle yüzleştirdi. Bir toplum aynada kendini görüyor.
Bir yanda utancını bir yara gibi taşıyanların onuru, diğer yanda ayan beyan sorumluluğunu kabul etmeyenlerin onursuzluğu.
Diğer bir yanda vaatlerden arta kalan bir dolu yalan.
17 Aralık’ta yolsuzluklarla, devletin yeni efendilerinin kurdukları imtiyazlara tanık olduk. Şimdi bu yeni imtiyaz sahiplerinin sözde ortak bir ideal adına nasıl cinayet işlediklerine tanığız.
Oysa fail aynı. Yalnızca kar hırsından gözü dönmüş yeni seçkinlerin, sömürü dozu artmış bir sermaye birikim rejimini topluma dayatması yaşadığımız. O kadar ki vahşi kapitalizm dönemindeki iş katliamlarını kendilerine emsal alabiliyorlar.
Sermaye sınıfının daha fazla sömürü arzusunun cisimleşmiş bir biçimi olan AKP iktidarı, Menderes’ten devraldığı “her mahallede zengin yaratma” idealini, işsizlik ve yoksulluğu örgütleyerek başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Şimdi özelleştirme, taşeronlaşma ve güvencesiz çalışma zeminin de ücretli köleliğe mahkum edilenler, yaşadıkları cehennemin sorumlusunun kendilerinin olmadığının farkına varıyor.
Şimdi toplum olarak kendimizi sorgulama zamanı. Kimse AKP seçmenini sınıfsal refleks ile davranmıyor diye suçlamasın. “Sınıf mücadelesi de neymiş?” diye burun kıvıranlar varken bu haksızlık olur.
Veriler ne diyor?
Geçtiğimiz haftalarda Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı’nda Faruk Çelik elindeki verilerle başarı öyküleri yazıyordu. Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi, Dünya üçüncüsü sözlerine çok sinirlenmişti. Konuşmasının önemli bir kısmını “nereden çıkartılıyor bu rakamları” diye söylenerek geçirdi.
Eurostat “European Social Statistics 2013 edition” verilerine göre, Avrupa Birliği ülkelerin de (EU-27) 100 bin kişi başına düşen ölüm sayısı 2,1 (2010 yılı verileir). Türkiye’de 2010 yılında 100 bin kişi başına düşen ölüm sayısı SGK verilerine göre 14,3. Yani AB ortalamasından 7 kat fazla. Türkiye’den sonra söz konusu oranın en yüksek olduğu ülke 4,9 ile Kıbrıs. Türkiye’de iş kazalarının % 90 oranında kayıt dışı olduğunu hatırlatalım. Madenler için ise söz konusu oran AB ortalamasında 10,9 iken, Türkiye’de 171. Yani 16 kat daha fazla.
ILO ‘nun “Frequency rate of fatal occupational injury by sex and economic activity (%)” istatistiklerine göre madencilik sektöründe ölümcül kaza sıklığında Türkiye karşılaştırılan ülkeler arasında 2011 yılında birinci, 2012 yılında ise Arjantin’den sonra ikinci.
Sonuç olarak söz bitti.