Hakikaten bugün farklı ideolojilere-partilere mensup, farklı kimliklerden gelen ama aynı sınıfın içinde yer alan işçilerin bütün bunların dışında bir yanıyla sermayenin daha fazla kar için haklarını gasp etmelerine ve bir yanıyla da muhafazakarlık sarmalı içinde “öteki” dünya için hazırlık yapmanın ötesinde bir şeyi keşfetmiş olmaları önemlidir. Türkiye bir kez daha kritik bir eşiğin dönemecinde. Yerel […]
Hakikaten bugün farklı ideolojilere-partilere mensup, farklı kimliklerden gelen ama aynı sınıfın içinde yer alan işçilerin bütün bunların dışında bir yanıyla sermayenin daha fazla kar için haklarını gasp etmelerine ve bir yanıyla da muhafazakarlık sarmalı içinde “öteki” dünya için hazırlık yapmanın ötesinde bir şeyi keşfetmiş olmaları önemlidir.
Türkiye bir kez daha kritik bir eşiğin dönemecinde. Yerel seçimler ile başlayacak olan maraton yeni rejimin surlarında açılan gediği de ya kapayacak ve onaracak ya da daha da büyütecek. Devrimcilere ve işçi sınıfına düşenin ne olduğu gün gibi ortadadır. Bu kriz halinin sürdürülmesi ve surda açılan gediğin büyütülmesi gerekmektedir. Bu nasıl olacak? Bunun üzerine elbette ki uzun uzadıya tartışmalar ve analizler gerçekleştirebiliriz. Bu yazıda daha çok güncel bir meseleden ve bu meselenin esasında “surda açtığı gediğin” olanaklarından bahsedeceğim. Hepimize küçük bir “iş” olarak görülebilir ama “cürmünden” fazla yer yaktığı da aşikardır.
Saray muhallebicisi işçileri fazla mesai ücretlerini ve gasp edilen haklarını talep ettikleri için saray işvereni ve aynı zamanda Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın ailesi-ortakları tarafından işten çıkarıldı. Üzerine tehdit edildiler. Konuya dair Devrimci Turizm İş sendikasının basın açıklamasında şu ifadeler yer alıyor:
“Aralarında 17 yıllık çalışanların da bulunduğu 14 arkadaşımız, sadece haklarını talep ettikleri için, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın aile şirketi olan Saray Muhallebicisi’nden sorgusuz sualsiz atıldı. Hiçbir yasal hakları karşılanmadan bir gecede kapının önüne konulan bu 14 arkadaşımız sadece aileleri ile birlikte açlıkla değil aynı zamanda çeşitli psikolojik baskı yöntemleri ile de terbiye edilmeye çalışıldı.
Haklarını aramak için Saray Muhallebicisi’ne dava açan 14 arkadaşımızın, bir yandan gittikleri her yeni iş başvurusunda Saray Muhallebicisi’nin önden uyarı göndermesi ile iş başvuruları reddedildi, öte yandan çeşitli yöntemler kullanılarak davalarını geri çekmeleri istendi. Ama bu 14 işçi arkadaşımız haklarını sonuna kadar aramak için bir an bile tereddüt etmedi.”
Süreç, işkolunda devrimci sınıf sendikacılığını savunan ve mücadeleci bir yanı işçi sınıfı içinde yeniden açığa çıkarmaya çalışan Devrimci Turizm İşçileri sendikasının müdahale etmesiyle ve dâhil olmasıyla devam ediyor.
Sürecin içinde Kadir Topbaş var. Dolayısı ile sürecin içinde sermayenin partisi olan AKP var. Sürecin bir diğer tarafında ise Saray işçileri var. Yıllardır Topbaş’ın kasasına daha fazla para girsin diye alın terleri, emekleri gasp edilen, çalınan işçiler. Korkmuyorlar. Ne Topbaş’tan ne de onun partisi AKP’den. Biliyorlar “yeni Türkiye” emeğin değil sermayenin. Aynı “eskisi” gibi. O halde kurtuluşun ancak ve ancak işçi sınıfı ve ezilenlerin kendi ellerinde olduğunu da biliyorlar. Bu nedenle 14 arkadaş direnişe geçtiler, hukuki süreç başlattılar ve sendikaya üye oldular. Bütün bunlar aynı zamanda Haziran direnişi ile birlikte “yeni rejimin surlarında açılan gedik”in sonrasında 17 Aralık operasyonu ile birlikte aynı zamanda oligarşi içi kliklerin çatışması ile büyümesinin de etkisi. Böylece Haziran direnişinin bıraktığı ve TEKEL ile bağını kurmak gereken direnişlerin kendisini politik alan ile bakışımlı hale getirecek ve böylece yeni rejim karşısında “eşit-özgür-demokratik” bir rejimi inşa edecek süreçlerin içine girmek gerek. Saray işçilerinin bu mütevazi direnişlerini bu bağlamda ele almak ve abartmadan ama hakkını da vererek sahiplenmek gereklidir.
Kazova ve Greif direnişlerinde yaşanan “deneyimler” ile birlikte ele alabileceğimiz Saray işçilerinin direniş sürecinin kendisi aşan politik bir muhtevası olduğunu ifade edebiliriz.
Bütün bu mücadelelerin “yeni rejim” tartışmaları ile ilgisi kuşkusuz sadece işverenin Kadir Topbaş olması değildir. Bu aynı zamanda “korku” eşiğinin Gezi direnişi ile birlikte aşılmış olması, haklarını talep etmenin “günah” olmadığı bilincinin sınıf bilinciyle buluşmuş olması ve direnişin “güzelliği” bütün bu süreci önemli kılıyor. Çünkü bütün bunlar aynı zamanda “yeni rejimin” işçi sınıfı üzerindeki baskısına karşı bir isyanın da büyüyor olması anlamına geliyor.
“Aynı direniş içerisindeki farklı kümeler, bireyler Erdoğan’ın “eski rejimin” yıkıntıları üzerine “islami/muhafazakar yeni bir sermaye rejimi” kurma hamlesinin karşısına “artık yeter” diyerek dikiliyor…
Şimdi Türkiye’nin dört bir yanında yüzbinlerce insan büyük bir öfke patlaması ile sokaklarda gösteri yapıyor, slogan atıyor, polisle çatışıyor, küfrediyor, halay çekiyor, şarkı söylüyor, Hayyamdan rubailer okuyor, müzik dinliyor, içki içiyor, öpüşüyor… direniyor…”
Gezi direnişi esnasında yazdığımız bu “editörden” yazısı Saray işçilerinin mücadelesinin ne denli önemli bir işlevi olduğunu “yeni sermaye rejimi” surlarında açılan ilk gedik olan direniş esnasında söylediklerimizle açıklıyor. Hakikaten bugün farklı ideolojilere-partilere mensup, farklı kimliklerden gelen ama aynı sınıfın içinde yer alan işçilerin bütün bunların dışında bir yanıyla sermayenin daha fazla kar için haklarını gasp etmelerine ve bir yanıyla da muhafazakarlık sarmalı içinde “öteki” dünya için hazırlık yapmanın ötesinde bir şeyi keşfetmiş olmaları önemlidir.