Arkadaş Zekai Özger ne kadar özlü ifade etmişti: Suyun kendi akacağı toprağın sertliğini bileceğini, toprağın suyun gövdesiyle yırtılacağını ve buna da devrim deneceğini anlatmaya çalışmıştı Mahir öldürüldüğünde 10 yaşındaydım; Mahir 26’sındaydı. Hrant öldürüldüğünde 45 yaşındaydım; Hrant 53’ünde. Berkin 15’inde öldürüldü; ben 52 yaşındayım. Mahir yaşasaydı, 68 yaşında olacaktı. Hrant yaşasaydı, 60 olacaktı. Berkin yaşasaydı; “ömrü […]
Arkadaş Zekai Özger ne kadar özlü ifade etmişti: Suyun kendi akacağı toprağın sertliğini bileceğini, toprağın suyun gövdesiyle yırtılacağını ve buna da devrim deneceğini anlatmaya çalışmıştı
Mahir öldürüldüğünde 10 yaşındaydım; Mahir 26’sındaydı. Hrant öldürüldüğünde 45 yaşındaydım; Hrant 53’ünde. Berkin 15’inde öldürüldü; ben 52 yaşındayım.
Mahir yaşasaydı, 68 yaşında olacaktı. Hrant yaşasaydı, 60 olacaktı. Berkin yaşasaydı; “ömrü uzun olsun, “başı Mahir’e benzesin, yaşı benzemesin” diyecektik. Diyemedik.
Berkin’in katilleri aramızda dolaşıyor; tetiği çekenler, emri verenler, azmettirenler, aramızda şimdi. Bazen göğüs göğüse geliyoruz onlarla, tıpkı Berkin’in canına kastettikleri gibi, canımıza kastediyorlar. Akşam ajansına düşüyor yüzleri, sabah gazete sayfalarında karşımıza çıkıyorlar.
Hrant’ın katilleriyle aynı havayı soluyoruz; tetiği çekenler, emri verenler, azmettirenlerle sokakta karşılaşıyoruz. Katledilmesine sebebiyet veren linç atmosferini oluşturanlar, daha yeni karıştı aramıza. “Kaldığımız yerden devam” edeceğiz bile dediler TV ekranlarında. “Devam edeceğiz” beyanından kaygılanıyoruz ister istemez.
İhtimal, Mahir yaşındaki askerler ve polislerdir, Mahir ve arkadaşlarının üzerlerine yaylım ateşi açanlar. Şimdi 70’ine merdiven dayamıştır pek çoğu. Kim bilir, torunlarına bakıyorlardır, Berkin yaşındaki torunlarının okuldan evlerine dönmesini bekliyorlardır. Torunlarına anlatacak halleri yok ya, katil olduklarını. “Ölümüne sır” gibi saklıyorlardır, 1972’nin 30 Mart’ında, bu ülkenin en değerli evlatlarını, bizim güzel abilerimizi öldürdüklerini.
Zaman sadece gerçekleri bulanıklaştırmakla kalmıyor, yaş kavramını da muğlaklaştırıyor. Mahir hep abimiz, Berkin hep çocuğumuz, Hrant hep arkadaşımız olarak mı kalacak?
Ataol Behramoğlu, “Ben mi hayatı aşmaktayım/ Yoksa hayat mı aşmakta beni” diye sormuştu bir şiirinde. Berkin Elvan’ın Halkevleri Yaz Okulu’ndaki fotoğraflarını görünce, bu dizeler geldi aklıma. Halkevleri’ne ilk adımımı attığımda neredeyse Berkin kadar küçük yaşta olduğumu hatırladım. Şimdi yaşım 52; hâlâ Halkevleri’nin kapısını çalmakla meşgulüm. Doğal ki çocuk yaştaki duygularım değişti; merak yerini kavrayışa, heyecan yerini dinginliğe bıraktı sanki.
Biz neler öğrendik Halkevleri’nden, Berkin daha neler öğrenecekti? Ataol Behramoğlu’nun sorusunun yanıtı burada gizli. Bir bakıma sorunun yanıtı, Hrant’ın arkadaşı olmanın, yani onunla omuz omuza durmanın; Mahir’in kardeşi olmanın, yani Mahir’den öğrenmenin, ne anlama geldiğini de anlatmaya yetiyor.
Yolu yok, hayatı aşacağız; yolu yok, hayatın bizi aşmasına izin vereceğiz. Bu şiirsel belirlemenin izahı şudur: Hayatın gerçeklerini bilerek siyaset yapacağız, yani ayaklarımızı yere, ülke gerçeklerine basacağız; hayatı değiştirmek için iddia sahibi olacağız, yani örgütleneceğiz.
Arkadaş Zekai Özger ne kadar özlü ifade etmişti şiirinde bunu: Suyun kendi akacağı toprağın sertliğini bileceğini, toprağın suyun gövdesiyle yırtılacağını ve buna da devrim deneceğini anlatmaya çalışmıştı, Mahir’in öldürülmesinden birkaç sene sonra.
Biz hangi sorularımıza yanıt bulduk Halkevleri’nde, Berkin hangi sorulara yanıt bulacaktı?
Sol, sol gibi olmalıydı. Yoksullara değmeliydi, yoksulların bizzat kendisi olmalıydı. Taşıma suyla değirmen dönmeyeceğine delâletti, devrimci hareketin tarihi. Berkin’in hayatına değmeyen, yoksul mahallelerde filizlenmeyen bir solun inandırıcı olması mümkün değildi. Militanlık ve fedakârlık, sınıfsal temel ve hayatı değiştirme iddiasından güç almalıydı. Emperyalizm ve kapitalizmle uzlaşmazlık, yeni bir dünyanın kurulabileceğine dair inançla yoğrulmalıydı. Bu devrimdi hiç kuşkusuz; ‘ulaşamazsak da yolunda ölmeye’ değecek kıymetti. Berkin bunları öğrenecekti.
Sol, sol gibi olmalıydı. Gericilik ve şovenizm karşıtlığı temelinde ortaya çıkan hassasiyet devrimin kıymetini çoğaltacak, eşitlikçi, özgürlükçü, etnik ve mezhepsel farklılıklarla zenginleştirilmiş bir program yolumuzu aydınlatacaktı. Hrant, ömrü hayatını bu programı savunmakla geçirmedi mi?
Bir sözümüz var: Mahir’in adını bu ülkenin en güzel yerine, altın harflerle yazacağız. Evet, yazacağız. Bunun ideolojik-politik olarak ne anlama geldiği ayrı bir konudur ancak hayatı aşma ve hayatın bizi aşması diyalektiğinde, kendi hayatını her şeyin üstünde tutanlara Mahir’den öğrendiklerimizle yanıt vereceğiz. 25 yaşında bir delikanlıya, “biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” dedirten nasıl bir inanmışlıksa, bunu hissetmeye çalışacağız; zor olacağı açık, bunun artık geçer akçe olmadığını biliyoruz.
Soru şu: Pragmatizmin cazibesi mi, Mahir olmanın bedeli mi?
Mahir bunu öğretti, Hrant bu bedeli ödedi, Berkin bunları öğrenecekti.
Yaş kavramının bulanıklaştığı, gerçeğin ve solun temel kabullerinin iğdiş edilmek istendiği bir zaman diliminde, Mahir’in, Hrant’ın, Berkin’in katilleri aramızda dolaşırken, dosta düşmana ilan ederiz ki, devrim, yoksul çocukların Mahir’in emanetini devralmasıyla devam etmektedir.