Batılıların hiç ‘anlayamadıkları’ meseleler vardır. Mesela AB sürecindeki bir ülkenin tutuklu gazeteciler konusunda şampiyon olmasını, yolsuzlukları soruşturan görevlilerinin sürülmesini, hukuki süreçlere müdahaleleri, kovdurulan gazetecileri, sansürü, internete kısıtlamaları anlamazlar. İçerde bunaldıysan ‘dışarıda’ hava alacaksın. Gezi’de kabına sığmayan öfkeyi, ayakkabı kutusundan taşan paraları, insanı ‘faş’ eden ifşaatlar dizisini ve MİT’e ait TIR’lardaki silahların müsebbibi olarak lanetlediğin dış […]
Batılıların hiç ‘anlayamadıkları’ meseleler vardır. Mesela AB sürecindeki bir ülkenin tutuklu gazeteciler konusunda şampiyon olmasını, yolsuzlukları soruşturan görevlilerinin sürülmesini, hukuki süreçlere müdahaleleri, kovdurulan gazetecileri, sansürü, internete kısıtlamaları anlamazlar.
İçerde bunaldıysan ‘dışarıda’ hava alacaksın. Gezi’de kabına sığmayan öfkeyi, ayakkabı kutusundan taşan paraları, insanı ‘faş’ eden ifşaatlar dizisini ve MİT’e ait TIR’lardaki silahların müsebbibi olarak lanetlediğin dış güçlerle safları sıklaştıracaksın. “Yutarlar mı” diye tereddüt etmeyeceksin, “Ya tutarsa” diyeceksin. Başbakan’a eşlik eden güzide medyaya kulak verirsen Batılılara hadleri bildirilmiş, mesajı alınmış ve paralel devletin künhüne varılmıştır. Ama Batı medyası hırlıdır, haddini bilmez; halden anlamaz, sorar; not alır, sonra hatırlatır. “Sorma” da diyemezsin, “Yazma” da; yazılanı da sildirtemezsin. Lanet olası Batılı medya! Reform yapana “Atatürk’ten sonraki en güçlü lider” der, sonra polis şiddetinden, baskıdan, sansürden medet umana “Otoriter”. Ayarsız! Fermuarsız!
Erdoğan’ın AB yolundan sapmadığı havasındaki Brüksel temaslarından aklımda bir tek Fransa lideri François Hollande’ın Türkiye ziyaretiyle ilgili sözleri kaldı: “Sarkozy’nin gelişini ve gidişini anlayamamıştık. Hollande bir cumhurbaşkanı ciddiyeti ile ziyaretini gerçekleştirecek.” Hollande ‘ciddiyetle’ gerçekleştirdiği ziyarette Sarkozy’nin dediğini tekrarladı: “Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma götüreceğim.” Batıya atılan taş değil bumerang.
Batılıların anlamadıkları
Batılıların hiç ‘anlayamadıkları’ meseleler vardır. Mesela AB sürecindeki bir ülkenin tutuklu gazeteciler konusunda şampiyon olmasını, yolsuzlukları soruşturan görevlilerinin sürülmesini, hukuki süreçlere müdahaleleri, kovdurulan gazetecileri, sansürü, internete kısıtlamaları anlamazlar. Bir gazetecinin attığı tweet yüzünden sınır dışı edilmesini hiç anlamazlar. Kapasite değil standart meselesi. Onun için soru sorarlar. 5 Şubat’ta Berlin’de Şansölye Angela Merkel, Gezi’ye dair “Protesto bir temel hak” derken Erdoğan, Hamburg’daki eylemlerle çaktı: “Elimde görüntüler var, sizin polisiniz daha sertti.” Şansölye, Hamburg’ta işgalcilerin zafer kazandığını ve Rote Flora’yı kurtardığını hatırlatıp demokrasi dersi verebilirdi, yapmadı. Nasıl olsa içerde hukuk ve yargı bağımsızlığına dair uyarılarını yapmıştı. Erdoğan, Dış Politika Enstitüsü’nde de tutuklu gazetecilerle ilgili soruya basın kartı kriteriyle yanıt verdi: “Tutuklu normal basın mensubu çok az.” Sanki devlet onayına tabi ‘Sarı Basın Kartı’ anlaşılır bir şeymiş gibi. Peki ziyaretten ne çıktı? İşte fermuarsız basının yazdıkları:
Die Welt: “Merkel, Erdoğan’ın çekiciliğine karşı şerbetli. Erdoğan kendini çok uysal gösterdi. Ama Merkel, AB üyeliği konusunda sert tutum takındı.”
F. A. Zeitung: “Merkel, Erdoğan’a yüz vermedi.”
WAZ: “Erdoğan AB üyeliği konusunda propaganda yapmak istiyor. Merkel yolsuzluklar ve hak ihlallerini konuşmayı tercih etti.”
Der Spiegel: “Erdoğan’ın iki yüzü, Merkel’in yanında kibardı.”
‘Uysaldı’ tespiti çok daha bam teline dokunuyor. Ne Brüksel ne de Berlin’de “AB bizi almazsa Şanghay altılısına gireriz” restinden eser vardı. AB uysallığa değil icraata bakar. İcraatta ise savunulacak taraf kalmadı.
Soçi’deki ortaklık
Beri tarafta Suriye krizindeki ‘çatışma’ bir yana bugünlerde Erdoğan’ı en iyi anlayacak lider Vladimir Putin. Rus lider de 2014 Soçi Kış Olimpiyat Oyunları’nın inşaatlarında maliyeti üçe katlayan yolsuzluk ve rüşvet skandalları yüzünden hedefte. Putin’in Şanghay altılısında hak-hukuk sorgusu da yok. Putin’e göre de Kremlin’e karşı gösterilerin arkasında komplocu Batılılar var. Bir de güçlenen ‘enerji’ ve ‘inşaat’ kardeşliği. Ki Türkiye’nin Osmanlıdan beri kullandığı Kafkasya kartını masadan kaldırtan ve farklılıkları örten asıl çimento bu. Erdoğan, Olimpiyat inşaatlarındaki Türk firmalarının katkısına değinip 2018 Dünya Futbol Şampiyonası’nın inşaatlarına da talip olunca Putin beklediği pası aldı: “Soçi aslında bizim ortak gücümüz.” Hatırlarsanız Erdoğan 7 Şubat’ta olimpiyat törenine giderken Türkiye’de nüfusu 3 milyonu bulan ve Krasnaya Polyana’da olimpiyat düzenlemenin Auschwitz’te düzenlenmesinden farksız olduğunu düşünen Çerkes diasporası gazetelere ilan vererek “Sayın Başbakanımız lütfen Soçi’yi gitmeyin” demişti. Aslında Putin’in “Soçi ortak gücümüz” sözü Erdoğan’ın pasıyla Çerkeslere verilen bir yanıt oldu. Şimdi size bunun Çerkeslerde yarattığı hissi söyleyeyim: 1860’larda Çerkesler Kafkasya’dan sürülürken de Rusya, Osmanlı ile anlaşmıştı. Osmanlı göçü cazipleştiren Muhacirun Kanunu’nu boşuna çıkarmadı. Korkmadan vatanlarını terk edip Osmanlının sancılı bölgelerinde tampon nüfus olsunlar diye. Bugün sürgün topraklarında o ortaklık tekrarlandı.
Buna reelpolitik diyorsanız ne ala. Hiç olmazsa namevcut ‘ilkesel dış politika’ satışı bitmiş olur. Başa dönersek; içerde ayaklarını sağlama aldıkça dışarıyla kavga eden hükümet şimdi tersini deniyor; Gezi, yolsuzluk operasyonları ve Suriye bataklığının üzerimize üzerimize gelen bedellerinin yarattığı baskıdan kurtulmak için yeniden dışa açılıyor. Eski ivmenin yakalanması güç. Halkların hafızası kısadır ama diplomasi tutulan notlarla ilerler. Hükümet de son 4 yılda çok not tutturdu.