Çalışma yaşamında sürekli olarak adından bahsedilen bu örgütün ülkemizde yeterince tanındığını söylemek zordur. Siyasal iktidarlar tarafından bu alanda yapılan veya yapılacak olan tüm düzenlemelerde ILO Standartlarının esas alınacağı söylenir. Sendikal çevrelerin çoğunda ise yine ILO Normlarını esas alan ve onu hedefleyen bir mücadele hattı izlenir. ULUSLARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ: ILO Çalışma yaşamında sürekli olarak adından bahsedilen […]
Çalışma yaşamında sürekli olarak adından bahsedilen bu örgütün ülkemizde yeterince tanındığını söylemek zordur. Siyasal iktidarlar tarafından bu alanda yapılan veya yapılacak olan tüm düzenlemelerde ILO Standartlarının esas alınacağı söylenir. Sendikal çevrelerin çoğunda ise yine ILO Normlarını esas alan ve onu hedefleyen bir mücadele hattı izlenir.
ULUSLARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ: ILO
Çalışma yaşamında sürekli olarak adından bahsedilen bu örgütün ülkemizde yeterince tanındığını söylemek zordur. Siyasal iktidarlar tarafından bu alanda yapılan veya yapılacak olan tüm düzenlemelerde ILO Standartlarının esas alınacağı söylenir. Sendikal çevrelerin çoğunda ise yine ILO Normlarını esas alan ve onu hedefleyen bir mücadele hattı izlenir.
Peki, bu ILO nasıl bir örgüttür ki hem devlet, hem işverenler, hem de sendikal çevreler bunun koyduğu kuralları esas almaktan bahseder?
Ve bu örgüt kimin lehine çalışır, çalışma yöntemi nasıldır, yönetim organları nasıl ve kimlerden oluşur, kim ne oranda temsil edilir? İşte tüm bu sorulara bir yanıt bulabilmek amacıyla konuyu kısaca ele almak istedim.
Ülkemizde ve Uluslararası Kamuoyunda kısa adıyla “ILO”* olarak tanınan örgüt çalışma yaşamına ilişkin standartları oluşturmak amacıyla kurulmuştur. Birleşmiş Milletlerin bir uzmanlık örgütü olarak görev yapmaktadır. O halde Kuruluş Süreci Hakkında kısa bir bilgilendirme yapmakta yarar vardır.
Sanayi devrimi ile birlikte her türlü hak ve sosyal güvenceden, iş güvenliğinden yoksun yeni bir sınıf ‘işçi sınıfı’ doğmuştu. Bu dönemin en belirgin özelliği olarak kadın ve çocuk işçilerin durumu ise daha da kötüydü. İşçilerin durumunun biraz olsun iyileştirilmesi için yürütülen çabalar ise sınırlı ve çoğu zamanda sonuçsuz kalıyordu.
Diğer yandan rekabet eşitsizliği ile karşılaşan işveren çevrelerinde ise bu eşitsizliğin giderilmesi için uluslararası bir kuruluşa ihtiyaç olduğunu dile getiren sanayiciler mevcuttu. Bunlar arasında İngiliz Sanayici Robert Owen, Fransız Sanayiciler Dolfus ve Daniel Le Grand başı çekmektedir.
Özellikle Daniel Le Grand çeşitli ülkelerin çalışma yaşamı ile ilgili mevzuatlarını inceleyerek bu konuda yasa taslakları hazırlar. Görüşlerini İngiliz, Fransız, Alman ve İsviçreli devlet adamlarına mektuplar yazarak iletir. Böylece bir Uluslararası Çalışma Mevzuatına ihtiyaç olduğunu savunan ilk kişi olmuştur. Zamanla gelişen bu düşünce özellikle 1. Paylaşım Savaşı yıllarında hız kazanır.
Savaşı önleyemeyen sendikalar, bu kez de hiç olmazsa sosyal adalet açısından savaştan sonra bazı olumlu sonuçlar almak için var güçleriyle çalışırlar. Bu amaçla altı adet kongre düzenlerler.
Öte yandan 1919 yılında “Barış Konferansı” adıyla Paris’te toplanan bir konferansta, Versay Anlaşmasına sunulacak öneriler hazırlanır. Bu amaçla toplanan 15 üyeli bir komisyonda çeşitli tartışmalardan sonra kurulacak yeni bir örgüt için karar alınır. Önce işçi, işveren ve hükümetlerin önerecekleri birer temsilciden oluşacak bir yapı önerilir.(1+1+1=3). Ancak İngiltere buna karşı çıkar ve iki hükümet, bir işçi, bir işveren temsilcisinden oluşacak şekilde yeni bir öneri sunar.(2+1+1=4). Yapılan oylamada 6’ya karşı 8 oyla bu öneri kabul edilir ve ILO’nun halen bugünde devam eden yapısı belirlenmiş olur.
Ve böylelikle Versay Anlaşmasının Çalışma Yaşamına ilişkin 13. Bölümüne eklenen bir kararla uluslararası bir çalışma örgütü kurulması kabul edilir. Ancak kurulacak yeni örgütün görevi, bu alanda yasa yapmak değil, hükümetlerin kabul edeceği tavsiyeleri oluşturmak olarak belirlenmiştir.
Birleşmiş Milletlerin üçlü yapıdaki (işçi-işveren- hükümet) bu tek örgütünün 3 ana organı vardır. 1) Genel Konferans (Uluslararası Çalışma Konferansı): ILO’nun en yüksek organı olup her hükümetten 4 delege katılmaktadır.(2 hükümet, 1 işçi, 1 işveren) 2) Yönetim Kurulu: Genel Konferansa katılmak için seçilen üyelerin arasından seçilen 56 kişiden oluşur. Burada da yine üçlü yapı oranı aynen korunur. Yani 28 üye hükümet temsilcilerinden, 14 üye işçi temsilcilerinden, kalan 14 üye ise işveren temsilcilerinden seçilir. Seçimde esas olan her grubun kendi üyelerini seçmesidir. Ancak hükümet kanadı temsilcilerinin seçiminde ise bir ayrıcalık söz konusu olup, bu 28 üyenin 10 adedi önde gelen sanayileşmiş ülkelerden**, geri kalan 18 adedi de geri kalan hükümet temsilcilerinden seçilirler. 3) Uluslararası Çalışma Bürosu: ILO’nun somut ve sürekli olan tek organıdır. Başında bir Genel Müdür bulunmakta olup 100 ülkeden 3000 uzman çalışmaktadır. Bu uzmanlar kendi ülkelerinden bağımsız olup sözleşme ve tavsiyelerle ilgili tüm bürokratik işlemleri yaparlar. En önemli ayrım burada üçlü yapı yoktur.
Burada daha fazla ayrıntıya girmeden sadece bunların dışında yine çeşitli organları ve komitelerinin mevcut olduğunu belirtmekle yetinelim. ILO Anayasasını imzalayan her üye devlet, buna uyacağını taahhüt ve bu çerçevede örgütün yapacağı denetimi de kabul etmiş olmaktadır. Tüm bu işleyişler belirli esaslara bağlanmıştır. Ama biz yine bu detaylara girmeden asıl değinmek istediğimiz konuya dönelim. Nasıl bir örgüttür bu ILO?
ILO’yu İyi Tanımalıyız.
Ülkemizde çalışma yaşamına ait birçok konu ILO normları ile kıyaslanarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmelerin çoğunda da normlar “en ideal olan” diye sunulmaktadır. Oysa gerçekte durum hiç de böyle değildir. ILO Normları, ya da standartları olması gereken en asgari normlardır. Yani asgari ücret gibi bir alt sınırı ifade eder. Zaten bu durum ILO mevzuatının temelini oluşturur.
ILO herhangi bir konuda bir standart belirlediğinde üye ülkelere şunu söylemiş olmaktadır. “Ben bu konuda olması gereken en alt sınırı belirledim. Sizler de bunun altında hak ölçüsü koyamazsınız.” Ancak üye devletler kendi iç hukuklarında bunun üzerinde hak veren düzenlemeler yapmakta serbesttirler.
Bu şartlarda sıkça duyduğumuz “ILO’da ne varsa bizde onu veriyoruz” demek hiç de övünülecek bir şey değildir. Bu bir insana” ben sana ölmemen için gerekli en az gıdayı veriyorum, daha ne istiyorsun” demekten başka bir şey değildir.
Öte yandan, ne yazık ki kimi sendikal çevrelerde de bu yaklaşım çok yaygındır. “Biz çok fazla bir şey istemiyoruz, ILO’da ne varsa onu istiyoruz” söylemi çok bilinen bir istemdir. Ve yine ne yazık ki geçmişte bunu DİSK Genel Başkanları dahi böyle ifade etmişlerdir.***
ILO’yu daha iyi tanımak için asıl bilinmesi gereken husus ise yukarıda anlattığımız 56 kişilik Yönetim Kurulunun yapısıdır. Bu yapıda 14 işçi temsilcisinin hepsi emekten yana sınıf tavrı alsa bile, karşısında otomatik olarak 14 işveren temsilcisi olduğu da bir gerçek. Geri kalan 28 hükümet temsilcisinden (kapitalist sistemin/en güçlü sanayileşmiş ülke temsilcilerinin çoğunlukta olduğu bu gruptan) ne kadarı emekten yana tavır alacaktır dersiniz? Yine Genel Kuruluna her ülkeden katılan 4 temsilciden ikisinin hükümet, birinin işveren, birinin işçi temsilcisi olduğunu düşünürseniz karalar kimin lehine çıkar sizce? Her iki organda da durumun işçiler aleyhine olduğu son derece açıktır.
Aslında ILO’yu daha iyi anlamak için belki de ilk Genel Müdürü olan Albert Thomas’ın şu itirafına/sözlerine bakmak bile yeterlidir. “ILO bir makinadır. Bu makinanın motoru hükümetler, itici gücü işçiler, frenleme tertibatı ise işverenlerdir. Özellikle kalkınma aşamasında olan ülkelerde işverenler frenleme tertibatına basmayı adeta bir kural haline getirmişlerdir. Oysa sosyal adaletsizlikle mücadeleyi yavaşlatmaya çalışmak kötü bir ihtiyattır.”
Bu koşullarda ILO’yu çalışanların haklarını koruyan uluslararası bir örgütlenme olarak almak mümkün değildir. Sadece Birleşmiş Milletlerin çalışma yaşamında uzlaşmayı sağlamak için kurulmuş uzman bir kuruluşu olarak görmek gerekir. Ancak burada önemli olan uzlaşmanın nerede sağlandığıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin lehine mi, yoksa sermaye sınıfının kabul ettiği en ileri, en üst seviyede mi sağlandığı gerçeğidir.
ILO’yu iyi tanımadan, yapısının nasıl oluştuğunu bilmeden sendikal hareketlerin de hedeflerini iyi belirlemesi mümkün değildir.****
Dostlukla.
*(ILO: International Labour Organisation.**Bu 10 ülke şunlardır. ABD, Almanya, Çin, Fransa, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Rusya, Kanada veya Brezilya’dır. ***24 Mart 1995 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde bir haberde dönemin DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak, gerçekleştirecekleri olağanüstü kongrede ILO norm ve standartlarına uygun bir çalışma yapacaklarını beyan etmiştir. ****Bu yazı Memur Gerçeği Dergisi’nin Nisan 1995 tarihli 1. Sayısında yayınlanmış olan aynı başlıklı yazıdan yaralanılarak hazırlanmıştır.*****Prof. Dr. Mesut Gülmez. Sendikal Hakların Uluslararası Kuralları ve Türkiye. TODAİE. 1988./ Kamil Ateşoğulları. Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye İlişkileri. Sosyal İş Sendikası.