2002 seçimlerinin hemen öncesinde emperyalist-kapitalist sistemin Türkiye’nin bağımlılık ilişkilerini, rejimin yeniden yapılandırılması ile birlikte pekiştirecek bir proje olarak ürettiği AKP 12 yıllık iktidarının sonunda krize girdi. Sadece AKP’nin değil rejimin bütününün krizi olarak ortaya çıkan bu durum ülke siyasetinde de yeniden dizayn çabalarını beraberinde getirdi. 17 Aralık operasyonu ile birlikte iyice ayyuka çıkan, işbirlikçi oligarşinin […]
2002 seçimlerinin hemen öncesinde emperyalist-kapitalist sistemin Türkiye’nin bağımlılık ilişkilerini, rejimin yeniden yapılandırılması ile birlikte pekiştirecek bir proje olarak ürettiği AKP 12 yıllık iktidarının sonunda krize girdi. Sadece AKP’nin değil rejimin bütününün krizi olarak ortaya çıkan bu durum ülke siyasetinde de yeniden dizayn çabalarını beraberinde getirdi.
17 Aralık operasyonu ile birlikte iyice ayyuka çıkan, işbirlikçi oligarşinin Tayyip’e ayar verme ya da ABD’nin yola Tayyip Erdoğan dışı bir özne ile devam etme arzusu, Türkiye siyasi dengelerini alt üst etmeye başladı bile. Uzun zamandır kendine yeni sömürgecilik ilişkileri içerisinde istediği rolü elde edemeyen CHP de bu kapsamda yeniden tartışmaya değer bir özne haline geldi.
Yeni Türkiye ve paralelinde yeni CHP
Bu süreçte CHP kendi inisiyatifini artırma çabalarına girişti. Öncelikle ABD’li kurmayların ve ABD Türkiye elçisinin eleştirel tavrı ile geniş kesime verilen mesajlar ile pazarlık masası açıldı ve arzu edilen Türkiye’ye dair ipuçları verildi. Ardından Türkiye’ye dair olası senaryolar, uluslararası tartışma platformlarında gündeme getirilerek burada CHP de dahil tüm aktörlere yeni roller biçildi. CHP’nin yönetimi ise örgüt içi ve dışından gelen tüm itirazlara rağmen bu projeye balıklama atlayarak yakın dönem politikasını (yerel seçimler başta olmak üzere) yeni rolüne uygun olarak biçimlendirdi.
Bu kapsamda, CHP bir süredir özellikle Gezi direnişinin ardından, dışarıda imaj tazeleme çalışmaları başlatmıştı. Küresel emperyalist aktörlere yaptıkları kurumsal ziyaretlerde konuşulanların içeriğinin ne olduğunu şimdilik bilmiyoruz ancak ana fikri “Türkiye’yi sizin sisteminize biz de entegre ederiz” olduğunu tahmin etmek güç değil.
Bir süredir Tayyip Erdoğan AKP’sinin özellikle dış politikada ardı ardına çuvallaması ve içeride yönetme krizine girmesinin emperyalist devletler açısından alternatif arayışlarını güçlendirdiği söylenebilir. Bu noktada CHP’nin AKP’nin yaptığını AKP’den daha iyi yapma iddiası ile gerçekleştirdiği bu temasların sonuçları bugün daha görünür.
CHP cephesinden baktığımızda, daha sağcı, muhafazakarlıkla barışık, ulusalcılık gibi artık geçer akçe olmayan yönelimlerle daha mesafeli, ABD ile müttefik bir CHP profili oluşturuldu. Bu kapsamda İstanbul’da Sarıgül, Ankara’da MHP’li Mansur Yavaş, Hatay ve Antalya-Kepez’de mevcut AKP’li başkanların adı belediye başkan adayı olarak zikredilmeye başladı. Daha öncesinde dershaneleri savunması, ‘kızlı-erkekli’ eve karşı olduklarını ilan etmeleri ve türbanlı vekil konusunda sıfır muhalefet ederek “taktik” yapmaları da bu “yeni” CHP’nin nasıl bir CHP olduğuna dair emarelerdi.
Elbette bu yeni CHP, bir şeylerin karşılığında söz konusu sağcılaşma manevralarına girişti. Açık ki 17 Aralık’ta cemaat eliyle yürütülen ama çok daha fazla aktörün dahil olduğu egemenler arası mücadeleden CHP bihaber değildi ve AKP’nin zayıflatılarak hizaya getirilmesi sürecinde alternatif olma ihtimaline sahip oldu. Uzun yıllardan sonra Ankara ve İstanbul gibi iki büyük kentte seçim kazanma şansı elde ettiği gibi, yeniden şekillendirilen Türkiye’de iktidar ortağı olma, hiç olmazsa pozisyonunu güçlendirme şansı elde etti. Yani, bir süredir yedek kulübesinde dahi yer verilmeyen, kadro dışı bırakılmış CHP, maçın son dakikalarında forma giyme şansı elde ederek, yedek kulübesine alındı.
Peki CHP’den emperyalistlerin beklentisi ne? Bu egemenlik çatışmasında CHP kavganın neresinde? CHP’nin mevcut yapısı ile uzun erimli olarak Türkiye’de iktidar olma olasılığı çok zayıf gözüküyor. CHP bu projede ikili bir misyona sahip. Hem AKP’ye “alternatifsiz olmadığı, istenirse bir alternatif yaratılabilieceği” mesajının verilmesi için kullanılıyor, hem de gelecek döneme ilişkin sağ bir projenin basamağı olarak kullanılıyor. Öyle ki, Mustafa Sarıgül ve Mansur Yavaş gibi isimler iki büyükşehirde CHP’nin adayı olarak gösteriliyor. Bu iki ismin, belediye başkanı olduktan sonra CHP’de kalıp kalmayacağı bile garanti değil. Bu iki isim de ileri vadeli siyasi planlarını yeni döneme uydurmak için CHP’yi ve seçmenlerini basamak olarak kullanıyor ve direnişte adı “penguen”e çıkan ve AKP’yi iktidara taşıyan medya tarafından parlatılıyorlar. Rejim krizinin derinleştiği dönemlerde Deniz Baykal gibi eski yüzlerin yeniden ortaya çıkması da “kriz çözücü” rolü ile yeni egemenler ittifakında yer kapma savaşı ve açık ki CHP’den ve emperyalistlerden bağımsız gelişmeyen hamleler. Özetle CHP, emperyalistler ve işbirlikçiler için geçici can simidi rolünü oynuyor.
CHP’nin bu dönemki bir diğer rolü ise Haziran isyanı ile alakalı. Nitelik olarak anti-kapitalist, nicelik olarak kritik bir etki gücüne sahip bu isyan, AKP’nin olduğu kadar emperyalistlerin de başını oldukça ağrıtıyor. AKP, isyanı zorla bastırmayı tercih ederek kitleleri hızla radikalleştirip kemikleştirdiği için sorunun köklü çözümü noktasında yetersiz kalıyor. CHP ise, maalesef, isyancı toplamın büyük kısmının sandıkta iradesini teslim ettiği parti olarak, isyancıları sokaktan uzak tutmak ve yıkıcı gücünü bir süreliğine soğutmak için sandığı işaret ediyor. AKP’nin hırsızlık yaptığı halde il il dolaşarak mitinglerle kitlesini topladığı günlerde, ülkede yaşanan tüm skandallara dair hiçbir zaman sokağı alternatif olarak görmeyen CHP, tüm kitlesine “Bekleyin ve görün” diyor, aynı zamanda direnişçiler içinde “evinde sakince olanları izleme” zehrini aşılıyor. Doğrudan Halk TV, sokağa çıkmama çağrısı yapıyor ve varolan eylemlere CHP soğuk bakıyor. AKP’nin engelleyemediği sokak eylemleri CHP tarafından engellenmeye çalışılıyor.
CHP, CHP Seçmeni ve Sol
Ortalama CHP seçmenine sorduğunuz zaman CHP’ye “kerhen” oy verdiğini işitmeniz oldukça olasıdır. Uzun yıllardır batılı sol seçmen CHP’ye “kerhen” oy veriyor ve CHP’nin de sol üzerinde yarattığı tahakküm bunun tersine çevrilmesini neredeyse imkansız hale getiriyor. Bir de üzerine 80 sonrasının “yorgun demokratları”nın CHP’yi içeriden değiştirme iddiası ile uzun yıllardır CHP’de siyaset yapıyor olması CHP’nin solculuk makyajını güçlendiriyordu. CHP’nin ilerlediği sağ siyasal çizgi, CHP içindeki tüm sol unsurları ters köşe yaptığı gibi, “kerhen” CHP’ye oy veren seçmenlerini de (özellikle de Alevileri) giderek daha şüpheci bir pozisyona itiyor. Peki yeterli mi? Sol seçmenin düzen içi siyasetten tamamen bir kopuş yaşaması için CHP’nin sağcılaşması tek başına yetecek mi, yoksa 6 aydır Tuzluçayır’da cami-cemevi projesine direnen Aleviler, Gezi Direnişi’nde sokağa çıkan milyonlar kerhen MHP, AKP kökenli adaylara oy mu verecek? İşte tam burada iradi devrimci müdahaleler kendisini dayatıyor. Bu yerel seçim, CHP’nin yeni pozisyonu ile birlikte düşünüldüğünde, artık sadece AKP’nin geriletilmesi değil, düzen içine hapsedilmiş sol seçmenin köklü kopuşlar yaşamasını sağlayacak olanakların da devreye sokulmasını mümkün ve gerekli kılıyor.
Tersine bir okuma yaparak yazıyı bitirelim. İsmet İnönü’nün “CHP ortanın soludur” açılımını yaptığı dönemde sol siyaset kendisini Marksist ideoloji ile beslemekte ve sosyalist temelde gelişen işçi sınıfı ve gençlik hareketi de Türkiye İşçi Partisi ile hatrı sayılır bir güce erişmişti. Sistem için tehlike arz eden bu potansiyelin soğurulması gerekiyordu. Bunun için parti içindeki yoğun muhalefete rağmen Ecevit ve İnönü’nün başını çektiği etkili ancak azınlık bir grup, özellikle devletçilik ve laiklik ilkelerini ön plana çıkartarak CHP’nin, solun geleneksel referansları ile paralellik kurmasına uğraşmış ve yoğun bir toplum mühendisliği ile sokakta devrimcilerin mücadelesine sempati duyan kitlelerin parlamentodaki temsilcisi konumuna gelmişti. Elbette bu sola çekilmenin her zaman sınırları oldu ve -eşyanın tabiatı gereği- rejimi tehlikeye düşürecek boyuta hiçbir zaman gelmedi.
Bugün CHP’nin yaşadığı sağa çekme, işte tam da CHP’nin “ortanın solu” siyasetine neden olan potansiyelin yeniden açığa çıkacağı bir krize işaret ediyor. Önemli soru şu: CHP seçmeninin CHP ile birlikte sağcılaşmasına izin mi vereceğiz yoksa bu seçmenleri siyasetin seyircisi değil öznesi hale getirecek sol bir politika ile CHP’den koparacak mıyız?
Biz, devrimcilerin cephesinde iki ihtimal var. Ya güncel siyaset sağcılığın çeşitli fraksiyonları arasındaki bir kavgaya dönüşecek (ABD’de olduğu gibi) ve Gezi ile açığa çıkan sol hava tersine dönecek, ya da sol siyaset buradan güçlenerek ve kitle tabanını genişleterek çıkacak ve Gezi Direnişi’nin enerjisi kesintisiz olarak devrimci güçleri besleyecek.
Bu yönde atılan “Ankara’da bağımsız sol aday” adımı bu çerçevede çok daha anlamlı bir yere oturuyor. Sadece “solun imajını kurtarma” değil, muhalefette devrimci bir yarılmayı zorlama hedefli bir seçim çalışması ile kalıcı ve devrimci bir birikimin adımlarını atmak olasıdır.