AKP de Cemaat de ABD de ve hatta koltuk kavgası peşinde koşan muhalefet de sokağı karşısına alıyor, isyan olmasa daha iyi diyor Ben sobayla anneannemlerin evinde tanıştım. Küçüktük, kuzenlerimle cin çağırırken kestanelerin piştiğini unutup her çatırdamayla yüreğimiz bin kat hızlı atardı. Kimse korktuğunu kabul etmez ama herkes ya cin gelirse diye korkardı. Kimse tuvalete çıkamazdı, […]
AKP de Cemaat de ABD de ve hatta koltuk kavgası peşinde koşan muhalefet de sokağı karşısına alıyor, isyan olmasa daha iyi diyor
Ben sobayla anneannemlerin evinde tanıştım. Küçüktük, kuzenlerimle cin çağırırken kestanelerin piştiğini unutup her çatırdamayla yüreğimiz bin kat hızlı atardı. Kimse korktuğunu kabul etmez ama herkes ya cin gelirse diye korkardı.
Kimse tuvalete çıkamazdı, bunun da korkudan olduğunu sanırdık. Değilmiş. Meğersem herkes çok üşüyormuş o yüzden altına yapma noktasına kadar bekliyormuş. Her neyse. Sonuçta soba çevresindeki alanı cayır cayır ısıttığı için Ankara’nın o soğuğunda bizleri bir araya topluyormuş. Kolektivizm sobadan tıpkı bir cin gibi çıkıp girmiş hayatımıza.
Artık hayatımın başka bir önemli alanında bulunuyor soba. Bilenler gülümsesin, bilmeyenler yazıya bir parça merakla devam etsin. Sobanın kolektivizm üzerindeki etkisi devam ediyor. Yıl 1999 değil 2014, teknoloji çok ilerledi, kaloriferinden tut da yerden ısıtmalısına kadar hepsi üretildi ama soba gibi ısıtanı yok.
Şimdi sobanın hissettirdiği bu birliktelik duygusu var ya aslında hepimiz onu iliklerimize kadar bir tek yerde hissettik; Gezi Direnişi. Bu direniş hala analiz edilip tartışılmakla birlikte hayatımızda hem bireysel hem toplumsal birçok şeyi değiştirdi. Örneğin Küçükçekmece’de Arenapark adlı AVM’nin iki bölgeyi bir sınır gibi ayırmasına izin vermedi. Atakent-İkitelli tarihinde ilk defa(!) birlikte anılabildi. Birlikte hareket edip, sokakları is kokan mahalle ile caddeleri yalnızlık kokan sitelerin yollarını birleştirdi.
Bugünlerde, özellikle de 17 Aralık operasyonunda yıllardır söylediklerimizin fotoğraflarla somutlaşması ve yılbaşının “temenniler” havasından olsa gerek birçok kişinin (örgütlü ya da örgütsüz) cümlelerinden özneyi çıkardıklarını gözlemliyorum. Bir de Gezi Direnişi’nden sonra artan sorumluluklarımızdan umutsuzluk dolu cümlelerle kaçışanları. Yazının bu bölümünde konuştuklarımızı hatırlayıp “beni mi eleştiriyor” diye düşünen dostlarıma en açık yüreklilikle diyebilirim ki eleştirinin, tartışmanın olmadığı ilişki gerçek değildir. Bu yüzden bir gerçekliği yaşamamızın vicdani rahatlılığıyla bence devam edelim.
Önce son bölümden başlayayım; yani Gezi Direnişi’nden sonra artan sorumluluklarımızdan nasıl kaçıyor olabiliriz?
Elbette anlamaya çalışıyorum. Sadece cumhuriyet kurulduğundan bu yana değil imparatorluğun kanla beslenen yıllarından bu yana eziliyor Kürtler. Herkesin bildiğinin aksine “Yiyin efendiler yiyin” dizeleri Cem Karaca’ya değil, Tevfik Fikret’e ait ve imparatorluğa yazılmıştır. Ve yine anlıyorum, Cumhuriyet’in kurulmasıyla hayatımıza giren Cumhuriyet Halk Partisi 90 yıldır ne yaptı bu topraklarda, var olanı yemekten başka, Atatürk’ü her yanıyla ele almadan putlaştırmaktan başka. Evet, evet, dahası ve dahası, ah bu Cehape, neler yaptı neler… De. Burda bir “de” yi koymam gerekiyor. Böyle bir Cehape gerçeği olduğundan çok daha fazla bir AKP faşizmi var karşımızda. Ve maalesef çok gerçek.
İşte bu yüzden kendini Kürt hareketinden olarak tanımlayan arkadaşlardan ricamdır; 90 yıllık CHP’yi konuştuğumuz eleştirdiğimiz gibi Rojava’da, Yüksekova’da arkadaşlarımızı katleden AKP’yi de eleştirin. Orada silahlar arkadaşlarımıza acımasızca doğrulturken doğrultanlar AKP’nin kahraman dediği polislerdir gerçeğinden kaçmayalım. Bugünkü AKP, “amaaaan devlet işte kim gelse onun olur” cümlesinden çok daha öte bir yerdedir; yargısıyla, basınıyla, devletin tüm organlarıyla gericiliğini, faşizmini, hırsızlığını uygulamaktadır. Bu ülke çok sağ iktidar gördü ama bunun gibisini görmedi; bunu bilelim.
Şimdi olduğum yerde bakışlarımı sobanın diğer tarafına çeviriyorum. Ve devam ediyorum.
Orta sınıflara istediğinizi söyleyin ancak zordur sitelerin ardındaki yalnızlığı aşmak. Güvenliklerle dolu evinize giderken “Kimi kimden koruyoruz?” diye düşünmekten alıkoyamazsınız kendinizi. Üstelik çok yakın bir zamanda en büyük hırsızların süper lüks villalar ardında en yüksek güvenlikle yaşadığını apaçık görmüşken! Yalnızlık açlık kadar yakıcı olamaz ama bir olgudur en nihayetinde. Her neyse. Küçüklüğünden beri Cumhuriyet ve değerleriyle büyümüş ve genelde kendini CHP’de tanımlayan kişileredir bu seslenişim, artık gerçekleri gör be canım arkadaşım! CHP Amerika’dan icazet almadan hareket edememektedir, bağımsız değildir. Belki birçok insan beklemedi, ama ben bekledim CHP’den Gezi Direnişi’nden bir şeyler öğrenmiş olmasını, olmadı. Şimdilerde Hatay’da ve Ankara’da yüzünü tamamen sağcı adaylara dönerek Gezi ruhu şöyle dursun “sol” kavramının esasına ters davranıyor. Hayatımızdaki hangi gerçek Ankara’da Ethem’in arkadaşlarına eski bir MHP’li adaya, Hatay’da ise Ali İsmail’in, Abdo Can’ın ve Ahmet’imizin cenazesini omuzlarda taşıyanlara eski bir AKP’li adaya oy verdirebilir? AKP’den kurtulma gerçeğinin tek alternatifi bu değildir, birliktelikler de esas doğrulardan vazgeçmeyi gerektiremez.
Ve gelelim son bölüme… 17 Aralık operasyonu ve yeni yılın etkisiyle cümlelerden özneleri çıkarıp temenni bölümlerine geçilmesi. Sevgili dostlarım, 17 Aralık operasyonu elbette bir siyasi iktidar çatışmasıdır. Elbette o belgeler hep vardı, AKP’nin başarısızlıkları üzerine saklandıkları yerlerden çıkarıldılar. AMA. Burada koca bir “ama” var. Bu cümlede bir özne olmalıysa o da biziz! Evet evet, sen bu yazıyı okuyan, ben bu yazıyı yazan, ve sizler o sobanın etrafında toplananlar… Önce kötü haber, AKP kolay kolay gitmeyecek! Ve şimdi de iyi haber, onu götürecek olan bizleriz; yani AKP de Cemaat de ABD de ve hatta koltuk kavgası peşinde koşan muhalefet de sokağı karşısına alıyor, isyan olmasa daha iyi diyor. O zaman bizlere düşen bu çatışmayı çekirdek çitleyerek izlemek değil, alternatifi göstermek değil midir? Cevap evetse cümlenin öznesi olan “biz” i yemeyelim. Temennimiz AKP’nin ABD eliyle gitmesi olursa yerine gelen “yenisiyle” uğraşmaya devam edeceğiz, ta ki halktan yana bir sistem olana dek…
İşte tam da bu yüzden soruyorum; direnişte barikata birlikte taş taşımışlar olarak, suyundan yiyeceğine birbirini düşünmüşler olarak, Gezi Direnişi’nden sonra yaz demeden kış demeden hatta kar topu oynarak forum alanlarına yine de gidenler olarak, bazen günde 3 eyleme katılanlar olarak, yani bu sobaya elini uzatıp birlikte ısınanlar olarak, biz bir alternatif oluşturamaz mıyız?
Bence cevap nerede biliyor musunuz, 87 yaşında olup kırk yıldır içki içmeyen, her bayram namazına giden, her sabah ve akşam duasını okuyan, elinden tespihini eksik etmeyen dedemin, “Taksim’e o camiyi (Topçu kışlasını da kast ediyor) yapamadılar di mi?” diye sorduktan sonra “Hayır dede yapamadılar” diye cevap aldığındaki yüz ifadesinde. Mutluluğunda, memnuniyetinde.