“Devletin hayatı duramayacağına göre anlaşmazlıklar güçlülük sorunu oluyor: Elinde gücü olan, bu hallerde o gücü doğru bellediği yönde kullanır.” Bismarck, 1863 I. AKP, sağ ideolojilerin, piyasacı ve muhafazakâr eğilimlerin ideal bir sentezleyicisi olarak, pek çok çıkar odağını hükümet kapasitesi altında toparlayabilmesiyle 10 yıldan fazladır iktidarda. Bu süre zarfında AKP’yi koalisyonlar döneminden ayıran pek çok özgün […]
“Devletin hayatı duramayacağına göre anlaşmazlıklar güçlülük sorunu oluyor: Elinde gücü olan, bu hallerde o gücü doğru bellediği yönde kullanır.” Bismarck, 1863
I.
AKP, sağ ideolojilerin, piyasacı ve muhafazakâr eğilimlerin ideal bir sentezleyicisi olarak, pek çok çıkar odağını hükümet kapasitesi altında toparlayabilmesiyle 10 yıldan fazladır iktidarda. Bu süre zarfında AKP’yi koalisyonlar döneminden ayıran pek çok özgün kriter bulunuyor: Siyasi söylem tercihleri; birikim süreçlerini düzenleme ve uyumlulaştırma kapasitesi; diyanet, medya, eğitim kurumları, düşünce kuruluşları, kısacası bilumum ideolojik aygıt aracılığıyla kitlelere ulaşma biçimleri ile propaganda ve dezenformasyon teknikleri… Ancak aralarında biricik olanı, dağınık haldeki sağ siyasi fraksiyonları birleştirmesi ve sağ ideolojilerin hanedanlığını kurması. Merkez sağ ve radikal sağ siyasi düzlemdeki hemen hemen tüm kişi ve kliklerle genel seçimler, yerel seçimler, referandumlar sürecinde ya birleşmiş ya kısa süreli ortaklıklara girmiş ya da hasımlarından güç devşirmiştir. Sadece sağ siyasetler değil, sol görünümlü liberal siyasetlerle oportünist pragmatik bir siyasi çizgide de uzlaşabilmiştir.
II.
AKP’nin sağ siyaset hanedanlığı, ekonomik düzeyde ise sermaye gruplarına daha fazla alan açma çabasında olmuştur. İktidarları süresince ulusal ve uluslararası sermaye fraksiyonları arasında ittifakları ve ortaklıkları kolaylaştıran düzenlemelerde bulunmuşlardır. İlk birikim süreçleriyle kamu ve özel sektör kaynaklarını sermayeye açarken, parti ve devlet içerisinde siyasal temsil hacimlerini de genişletmişlerdir. Mevzuatlar, teşvikler, planlar, krediler, vb. yöntemlerle uluslararası sermayenin yatırım alanını genişletmiştir. Sadece Batı (Avrupa-ABD) değil Körfez sermayesi için birikim alanlarını tanzim etmiştir (Bkz. Tablo 1). Elbette söz konusu düzenlemeler sermaye fraksiyonlarının ulusal siyasetteki temsillerini de çeşitlendirmiş; farklı çıkar ilişkilerini siyaset alanına katmıştır. Körfez sermayesinden aktarılan ancak izi sürülemeyen sıcak paralar, AKP içerisinde Körfez’in siyasal ifadesinin kuvvetlenmesine yol açmış, kaynakların paylaşımında Batı sermayesi ile siyasal temsil üzerinden rekabeti tetiklemiştir.
III.
AKP her alanda Türkiye’yi piyasa ilişkilerine entegre ederken, toplumsal rızayı sağlarken başlıca müttefiki Hizmet Hareketiydi. Bu süreçte Batı sermayesi ve Körfez sermayesinin siyasi iktidarı ulusal ve uluslararası alanda desteklemesi ise Hizmet Hareketine göre daha salınımlı oldu. Ne var ki son birkaç yılki gelişmeler sonucunda bu ittifakın ömrünün sanıldığı kadar uzun olmadığı ortaya çıktı. Hali hazırda Hareketin 1980’lerden itibaren tüm iktidar gruplarına belli ölçüde destek sunduğu bilinse de kader ortaklığı türünden bir ilişki AKP iktidarı döneminde cisimleşti. Şimdiyse toplumsal iktidarı paylaşma sürecinde birikmiş çelişkiler ortaklığı sona erdirerek, bizzat, siyasi ve ekonomik düzlemde hem birbirilerine ayar çekme, hem de düzeyleri ayarlama operasyonlarına yöneltti. Esasen AKP’yi ekonomik olarak destekleyen, rejimin konsolidasyonu için sadece lobi değil, gerektiğinde kapı kapı dolaşarak örgütlenme çalışması yapan Hizmet Hareketi ile gerilimli ilişki yeni değildi. Kamudaki kritik bürokratik karar mekanizmalarından Hareketin temsilcilerinin dışlanması ile başlayan gerilim Gezi sürecinde somut siyasi ifadesine kavuşmuştu diyebiliriz: Parti içerisinde cemaatin en kritik temsilcilerinden olan Arınç ile Erdoğan arasındaki açıklamaların içeriği tartışması, Hareketin hükümete göre Arınç’a yakın açıklamalarda bulunması, Arınç ile Erdoğan arasında parti toplantısında kavga çıkması ve Arınç’ın istifasının Gül tarafından engellenmesi. Bu gerilimi dershane tartışmaları izledi. Hareketin sesi Zaman gazetesi ve Samanyolu TV’nin Milli Eğitim Bakanlığı’nın dershane kapatma tartışmasını teknik bir konudan teşebbüs özgürlüğüne çekmesi, peşi sıra Başbakan’ın ve Eğitim Bakanı’nın açıklamalarını ve kapatma “ısrarını” sivil topluma müdahale, “özgürlükler”in engellenmesi şeklinde haberler aralarındaki gerilimi zirveye çıkardı. Geçici formüller üretilse Hareket ile iplerin kopmak üzere olduğu, parti içerisinde Hizmet lehine yapılan açıklamalar ve son olarak Hakan Şükür’ün istifasıyla anlaşıldı. 17 Aralık operasyonları ise kopuş anı olarak tarihe geçti. Bakanların çocuklarının gözaltına alınması ile başlayan yolsuzluk soruşturmasının bakanlara uzanması, emniyet ve hukuk kadrolarının sil baştan değiştiği gidişattan çıkan sonuç şudur: Siyasal temsil geri dönülemez ve onarılması imkânsıza yakın bir krizdedir.
IV.
Gezi isyanları zamanı da AKP toplumsal ve siyasal temsil krizi içerisindeydi ancak kitle iletişim ve propaganda yöntemleri eşliğinde hükümetin siyasi söylemleri, Gezi’ye katılanları devletin ve partinin dışarısında konumlanan, düşman kalabalıklar olarak lanse ediyordu. Hatta Türk Dil Kurumu’nun terminolojik yardımıyla protestolar darbe, protestocular darbeci ilan ediyordu. Bu şekilde “istikrar karşıtı bozguncular” ve “üzerinde oyun oynanan milli irade” şeklinde ikilik başarıyla yaratılmış oldu. Temsil krizinden bir nebze olsun çıkabilmek için hâkim söylemlerin altını doldururken hukuki mekanizmalardan ve kolluk kuvvetlerinin operasyonlarından istifade ettiler. Böylelikle temsil krizine palyatif formüller ve çözümler üretebildiler. Ne var ki, bu sefer karşımızda siyasal temsil krizi bulunmaktadır. Her ne kadar AKP ve entelektüel memurları ısrarla Ergenekon’a ve “paralel devlet”i son yaşanan olayların müsebbibi gibi gösterse dahi nafile! Çünkü Ergenekon’un ve Silivri’nin hukuki ajanı Zekeriya Öz, yani, devletin içerisinde bulunan, hükümet tarafından tayin edilen atanmış bir memur, bu operasyonları gerçekleştiriyor. Başbakan’ın 12 Eylül Referandumu sonrasında ağzından düşürmediği “üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğü” aşamasında devletinin memurunun böyle bir yolsuzluk soruşturmasını başlatması AKP’yi de kilitlemiş durumda. AKP’nin bu sefer suçlayabileceği harici siyasal ve ideolojik hasımları kalmamıştır. Ancak Başbakan tarafından yapılan “kirli operasyon”, “karanlık işler” gibi açıklamalarla veya Bakanlarından bazıları “darbe versiyonu”, “siyasi operasyon” şeklinde yaşanan gelişmeleri tanımlasalar bile geri dönüşü olmayan bir yola girdiklerinin tüm siyasi paydaşları farkındadır. Çünkü Şefkat Tepe dizisindeki gibi Türkiye’yi karıştırmaya çalışan karanlık masonik faiz lobilerini suçlamanın boşa düştüğü şu aşamada bu açıklamalar şuna benzemektedir: Bir insanın midesinden rahatsızlandığı zaman midesini suçlaması! Bu noktada bir parantez açarsak, Jameson’ın söylemsel mücadele tanımlamasında belirttiği dönemleri yaşamımızdan ötürü, biçim ve içerik kaygısı olmadan, siyasi etik gözetmeden siyasi rakiplerin birbirini sadece itibarsızlaştırma amacı güttüğü anlarda, aklıselim açıklamalar aramak mantıksızdır.
V.
AKP’nin sonunu getirecek siyasal temsil krizinin toplumsal boyutunda başka bir moment, tabanıdır. Şurası açık, AKP tabanı, bir CHP tabanı gibi partisi iktidar olamasa bile aşkın bir ideaya sadakat sunup her seçimde oy veren kemikleşmiş (ossification) seçmen tabanı değildir. AKP, pek çok ekonomik ve siyasi çıkar bağı ile ayakta kalmaktadır. Lakin bu bağların boğumlandığı yüzeydeki nokta, Başbakan’ın karizmatik liderliğidir. Tayyip Erdoğanlı AKP, parti için (koalisyon hükümetleri döneminin istikrarsızlığından) kurtarıcı Mesih ikonu gibi işlev görerek taban üzerinde popülist bir etki alanı yaratmaktadır. Ve etki, kemikleşmiş bir taban bulunmadığı için hassas dengeye sahiptir. Bu hassasiyet tabanı birkaç seçimdir eşikten ötede tutmasına karşılık her an kendi tabanındaki özdeşliği de sarsabilir. Bilhassa Başbakan’ın ve AKP’nin “yeni”, “lider”, “oyun kurucu” Türkiye inşa ettiği düşüncesini benimseyen AKP tabanının bir kısmı, yolsuzluk görüntüleri ile birlikte son yaşanan gelişmeleri ve AKP’nin siyasetini sorgulamaya başlamıştır. Çünkü Zizek’in de tartıştığı gibi özdeşlik aynı zamanda kimlike de göndermesi olan bir kavramdır. Özdeşlik ile kimlik arasındaki ilişkinin hâkim belirleyeni ise ideolojik koşullardır. Şuanda AKP’nin son yolsuzluk skandalı, tabanda özdeşliğin bozulmasına yol açmış ve siyasal kimliğin taşınmasını da güçleştirmiştir. Düşünsenize, görüntü ve ses kayıtlarıyla ispatlanmış yolsuzluk sürecinde “rüşvet yiyenlere mi oy veriyorsun?!” diyenlerin olacağı bir tartışa ortamını… İlaveten, Hizmet Hareketinin daha önce belirttiğimiz gibi yürüttüğü örgütlenme faaliyetleri ve sermayenin uluslararasılaşması sürecinde yabancı ülkelerdeki yatırımlar için yaptığı lobi çalışmaları AKP tabanının özdeşlik halinin muhafazası için kritik bir önem taşımaktaydı. AKP’nin yaptırdığı anketlere göre Hareketin ve cemaatin oyunun doğrudan % 3 ile % 5 arasında değişmesine karşın, sundukları Hizmet, bundan daha çok yüzdeli oy toplamları olarak geri dönüşü sağlıyordu. Ortaklık bittiğine göre AKP için hem doğrudan oylarda hem de tedarik edilen oylarda azalma olacağı açık. Sosyalistlerin tabandaki özdeşliğin bozulmasını titiz bir biçimde okuması gereklidir.
VI.
Peki, süreç kime ne getirecek? Hareket ve AKP, her biri ayrı ayrı, homojen yapılar değildir. Özellikle AKP, büyük çıkar ağlarının kavşak noktasında bulunan bir parti olarak farklı eğilimleri olan pek çok siyasi figürü barındırmaktadır. Her ikisi de (inşaat, turizm, eğitim, sağlık, enerji, ilaç, vb.) piyasa ilişkileriyle maddi varlıklarını muhafaza etmektedir. Ancak çıkarların ve ilişkilerin birbirinin üzerinde bindiği bu süreçte siyaset zeminini yeniden ayarlamak her iki kesim için de zorunlu hale gelmiştir: İlk olarak AKP devlet aygıtlarının kudretiyle 12 Eylül Referandumu’ndan önce TÜSİAD’a yaptığı gibi ültimatomlarda bulundu ve yasal düzenlemeler ile Hareketin ekonomik kaynaklarının üzerinde belirleyici olmaya çalıştı. Hareket ise hukuk mekanizmalarındaki ajanları, ekonomik gücü ve kaynağı belirsiz istihbarat desteği vasıtasıyla kabinenin kilit isimlerini ve AKP’yi destekleyen sermayedarları kuşatmaya aldı. Özellikle medyaya servis edilen rüşvet görüntüleri ile ceza almasalar bile ciddi bir meşruiyet krizine girmelerine sebep oldu. Bu rekabette aklımızın alamayacağı noktaların olması gayet normal. Ancak basit bir akıl yürütme ile şunu görmek mümkün: Kamu kurumlarında ve özel sektörde neredeyse her alanda söz sahibi olan ittifak için paylaşılacak çok bir şey kalmadı; medya, sanayi, ticaret, maden, kamu bürokrasisi ve hizmetleri ve hatta ordu.
VII.
Bu bilgiler ışığında önümüzde muhtemel dört gelişme yaşanabilir:
1) Hareket, Batı sermaye fraksiyonları ve onların siyasal temsilcileri aynı ideolojik ve siyasi düzlemden yani AKP üzerinden projelerini gerçekleştirmeye devam edebilir. Burada istikrarı sağlamak adına istikrara karşı Başbakan’ın otoriter yönetiminin Batılı gruplarda yarattığı tedirginlik de eklenince, Erdoğansız ve Erdoğancı kadrolardan arındırılmış bir AKP ile siyasi iktidarı tutmak zayıf da olsa ihtimal dâhilindedir. Özellikle Mısır’da İhvan’ın tasfiyesinden itibaren Kuzey Afrika’da ve Orta Doğu’da siyasal İslam projelerinin hegemonik kapasitesi sorgulanmaya açık haldedir; bu da AKP’nin bundan sonraki projeler için ne kadar uygun bir siyasi özne olduğunu egemen güçlere düşündürtmektedir.
2) Son zamanlarda CHP’nin sadece ulusalcı sağa değil, İslamcı sağ siyasete de açılması, yani parti içerisinde serbest piyasa ideolojisini savunan tüm sağ figürler ile partinin kucaklayıcılık imajını kuvvetlendirmesi, uluslararası sermaye fraksiyonları ve Hareket için bir alternatif teşkil edebilir. Siyasal temsil krizi döneminde CHP’nin ABD çıkartması ile cemaat ve ABD’li yetkililerle yaptıkları görüşmeler tesadüften öte bir durum olduğunun göstergesidir. Çünkü Hareket, AKP ile başlayan dönüşümün devamlılığını sağlayacak rolünü sürdürecektir; CHP ise dönüşüm sürecinde AKP’nin yarattığı olumsuzlukların giderilmesinde eksik parçaları tamamlamaya, sürecin restorasyonunda yeni bir rol almaya isteklidir. Bu bağlamda CHP ve Hareket arasındaki bir uyumun ortaya çıkması ihtimal dâhilindedir. Ancak buradaki kritik muamma, CHP ve Hareketin doku uyuşması sorunudur. Bu uyuşma sürecinde CHP içi muhalefetin ve tabanın göstereceği tepki yönetici kadroları paralize ederse yeni alternatif ortaklığı, AKP ortaklığından daha kısa sürebilir.
3) Hareketin hükümet ile hesaplaşması bitmemiştir. Ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet ağları buzdağının görünün kısmına aittir. Soruşturmalar Bilal Erdoğan’ın vakfı ve gemiciklerine kadar ulaştığında sağ ideolojilerin hanedanlığında daha sert taht kavgalarına rastlayabiliriz. AKP içerisinde çıkarlarını daha fazla sürdürebileceğine inanmayan figürler, farklı partilerden figürlerle birlikte AKP’nin 2001 krizinde ortaya çıkması misali genel seçimler öncesi yeni bir parti kurma girişiminde bulunabilirler.
4) Sosyalistler, iktidar bloğunun salkım salkım döküldüğü ve toplumda rahatsızlık yaratan bu olaylara karşı Susurluk zamanında olduğu gibi rahatsızlıkları ve hassasiyetleri eylemliklere dökecek yollar keşfederek iktidar alternatifi fikrini kuvvetlendirebilir.