10 Ekim tarihli Wall Street Journal gazetesinde yer alan bir yazı (Turkey’s Spymaster Plots Own Course On Syria), MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın yeni rejimde bir güç odağı olarak yükselişini, AKP’nin Ortadoğu politikalarının oluşumundaki rolünü ve Suriye’deki cihatçı gruplarla olan bağlantılarını geniş bir biçimde ele alıyor. Yazıda, Hakan Fidan’la birlikte çalışmış Suriye muhalefet liderleri, ABD yetkilileri […]
10 Ekim tarihli Wall Street Journal gazetesinde yer alan bir yazı (Turkey’s Spymaster Plots Own Course On Syria), MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın yeni rejimde bir güç odağı olarak yükselişini, AKP’nin Ortadoğu politikalarının oluşumundaki rolünü ve Suriye’deki cihatçı gruplarla olan bağlantılarını geniş bir biçimde ele alıyor.
Yazıda, Hakan Fidan’la birlikte çalışmış Suriye muhalefet liderleri, ABD yetkilileri ve Ortadoğu ülkelerinden diplomatların gözlemlerine dayanarak, Türkiye Suriye sınırında MİT’in Suudi Arabistan ve Katar orijinli silah ve konvoyların organize edilmesinde bir “trafik polisi” gibi çalıştığı ifade ediliyor. Bu silah ve konvoylardaki malzemelerin ağırlıklı olarak Müslüman Kardeşler bağlantılı gruplara aktarıldığı vurgulanıyor.
Yeni açıklanan “demokrasi paketi”nin istenen etkiyi yaratmadığının kısa sürede görülmesinin ardından Tayyip Erdoğan tarafından bir tür “sürekli devrim” stratejisini andıran “kesintisiz” “demokrasi paket”leri sürecine girmiş olduğumuzun müjdelendiği; Ergenekon davasının ardından, Balyoz Davası kararının açıklanması ile artık demokrasinin önündeki tüm pürüzlerin ortadan kalktığının ilan edildiği günlerde, Hakan Fidan hakkındaki bu yazı ne anlatıyor?
Yazının yayımlandığı gazetenin tanınırlığı ve etkisi dikkate alındığında, yazının, AKP’ye Ortadoğu’da oluşmakta olan yeni dengelere uyumlanma yönünde bir çağrı olarak okunması mümkün. Suriye’deki sürece ilişkin oluşmakta olan ABD Rusya mutabakatı çerçevesinde Türkiye’ye düşen bir pozisyon değişikliği uyarısı, belki bir sonbahar temizliği talebi olarak da kabul edebiliriz.
Wall Street Journal’da bu yazının yayımlanmasından bir süre önce, Irak’ta son aylarda dozunu arttıran Cihatçı şiddetin kaynağı olarak Türkiye’ye çeşitli yayın organlarında işaret edildiğini görmeye başlamıştık. Bu iddialar, Suriye’de faaliyet gösteren gruplarla Irak’taki grupların bağlantılarına dayandırılıyordu ve örnek olarak da “Irak Şam İslam Devleti” adlı örgüt veriliyordu.
Kısa bir süre önce, Tayyip Erdoğan’ın Beşar Esad’a öfkesini bir kez daha kusması ve Esad’a izafeten terörist sıfatını kullanmasının ardından ABD Hükümet sözcüsünden gelen Esad’a ilişkin sıfat tashihi de aynı zaman kesitinin içine yerleşiyor ve ABD’nin mevcut yönelimlerine ilişkin veriler sunuyordu.
Uluslar arası İnsan Hakları Örgütü Human Rights Watch’un yayımladığı yeni raporda, Suriye’deki cihatçı çetelerin gerçekleştirdiği Alevi katliamı tanıklıklara dayanarak ortaya konulurken, Türkiye devletinin cihatçı çetelere sağladığı olanaklara dikkat çekilerek, Türkiye devletinin sorumluluğu gözler önüne seriliyor.
Aynı zaman kesiti içine giren bu bir dizi gelişme, AKP’nin çöken Ortadoğu politikasının henüz ilk sonuçlarını vermeyen başlayan faturası olarak kabul edilebilir. Tarihte pek çok örneği bulunan, taşeronların ilk feda edilecek unsurlar olması gerçeği, bu kez AKP şahsında realize olabilir.
AKP’nin Ortadoğu politikalarının çöküşü, sadece dış politikada yaşanan bir başarısızlıktan öte anlamlara sahip, AKP’nin Ortadoğu politikası aynı zamanda onun mezhepçi-gerici karakterinin de somut dışavurumudur. Bu bağlamda, AKP’nin yaşadığı gerilemeyi hem besleyen, hem açığa çıkaran, onun son yaldızlarını da döken bir niteliğe sahiptir.
AKP’nin kurucusu olduğu yeni rejimin, iddiaların aksine, yeni bir militarist-yayılmacı kontrgerilla cumhuriyeti olduğunun en somut göstergeleri art arda ifşa edilen bu bilgilerdedir.
Kendi özgücüne dayanarak Rojava’da Üçüncü Yol çizgisinde derinleşen Kürtler, oluşturdukları politik-askeri halk örgütlenmeleri ile Suriye’nin en dikkate alınır politik aktörü olarak alanda var oldular. AKP’nin desteklediği cihatçı çetelerin saldırılarına karşı öz-savunma temelinde kendi coğrafyalarını koruyorlar.
Kürtlerin temel bir politik aktör olarak ortaya çıkışı, Suriye sürecinde ciddi role sahip olan Rusya yetkililerinin “Kürtlerin Cenevre’de mutlaka bulunması gerektiğine” ilişkin art arda yaptıkları açıklamalarla da teyit olmaktadır.
AKP’nin militarist-yayılmacı politikası çökerken elinde kalan yegane enstrüman cihatçı çetelerdir. Ve bu enstrümanın ilk anlaşmazlıkta namluları kendi sahibine çevirmesine ilişkin zengin bir deneyim kataloğu bulunmaktadır.
AKP’nin cihatçı çetelerle olan ilişkilerine dair art arda gelen haber ve yorumları, Ortadoğu’da oluşturulmaya çalışılan yeni politik dengeler bağlamında ele aldığımızda, AKP’nin ciddi bir karar anına doğru taşınmaya çalışıldığını anlayabiliyoruz.
AKP iyiden iyiye köşeye sıkışmış durumda, çünkü militarist-yayılmacı politikaları onu gerek ittifak güçleri, gerekse de politik söylem açısından öyle noktalara taşıdı ki, küçük revizyonlarla buradan çıkış mümkün görünmüyor. Ancak köklü bir politika değişikliği de, Rojava’dan Kuzey’e Kürt politikasından başlamak üzere, pek çok alanda mevcut pozisyonunu yeniden belirlemesini gerektiriyor.
AKP’nin gerileme süreci, mevcut politikalarında ısrar ettiği takdirde, hızlanmış bir çöküş sürecine dönüşebilir. Tayyip Erdoğan’ın son dönemdeki öfkesi ve saldırganlığı bu sıkışmışlıktan besleniyor. Üst perdeden ifade edilen “Stratejik derinlik”, “yumuşak güç” laflarının tek bir gerçek konuma işaret ettiği bu gelişmelerle ayan beyan gözler önüne seriliyor.
AKP gibi politik yapılar açısından “güç”ün ve “derinlik” in kaynağı ve sınırları emperyalizme “stratejik uşaklık” dolaylarında belirlenebiliyor ve mümkün olabiliyor. AKP’nin Ortadoğu’da gelmiş olduğu nokta bu temel gerçekliğin bir kez daha teyit edilmesi anlamını taşıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.