Hiç başınıza geldi mi? Yıllarca kapısından girdiğiniz, ömür tükettiğiniz, işyerinin karşısına elinizde bir tabureyle geçip adalet beklentisi ile saatleri, günleri, ayları saydınız mı? Benim başıma gelmedi. Ama yaşamımın büyük bir bölümü, bunu yapan insanlarla birlikte geçti. Onlarla birlikte oturup, adına mücadele dediğimiz şeyi yaptık. Her seferinde inadın kararlılığın, zalimin zulmünü alt edeceğine inandık. Hem de […]
Hiç başınıza geldi mi? Yıllarca kapısından girdiğiniz, ömür tükettiğiniz, işyerinin karşısına elinizde bir tabureyle geçip adalet beklentisi ile saatleri, günleri, ayları saydınız mı? Benim başıma gelmedi.
Ama yaşamımın büyük bir bölümü, bunu yapan insanlarla birlikte geçti. Onlarla birlikte oturup, adına mücadele dediğimiz şeyi yaptık. Her seferinde inadın kararlılığın, zalimin zulmünü alt edeceğine inandık. Hem de sadece patrona karşı olmadı kavgamız. Devlete, polise, işbirlikçisine, kocaya, ana-babaya karşı topyekûn bir mücadeleydi. Hüznün, sevincin, umudun, hayal kırıklıklarının hatta ihanetlerin yaşadığı çetrefilli, sancılı süreçlerdi. Bu süreci işçi olarak göğüslemek, bir kadın olarak göğüslemek başka bir motivasyonu, inancı ve direngenliği gerektiriyor. Ya da yaşamın çeşitli alanlarında yaşanan ezilmişliklere karşı isyan duygusunu daima diri tutmayı…
Şimdi o isyan, Punto işçilerini sardı. 19 işçi, 53 günüdür, demokrasinin paketlere gelebileceğini düşünen AKP sevicilerinin aksine, ister paketlenmiş olsun, ister anayasanın en süslü maddesi olsun hiçbir zaman payını alamayacak kesimin temsilcileri olarak mücadelelerine Zeytinburnu Punto işyerinin önünde devam ediyorlar.
Punto ve Maksutat iki ortak kardeşe ait toplam 320 işçinin çalıştığı firmalar. Dünya markalarına üretim yapan pek çok ünlü ismin kapısını arşınladığı firma Punto Deri.
Bu işyerlerinde çalışan işçiler bugüne kadar yaptıklarının aksine kendilerine ihsan edileni değil de, hak ettiklerini almak için yola çıktılar. Deri-İş Sendikasına üye oldular. Yoksa, patrona sorsanız, onlar için “en iyi olanı” düşünüyordu. İşçiler “nankördü”. Punto isminin dayanılmaz “gururu” altında çalışıyorlardı. Karşılığında da “ürettikleri kadar” sektördeki adı ile “parça başı” kazanıyorlardı. Yani Punto patronu işçilerini onlardan çok düşünüyordu. Hani arada bir “biz bir aileyiz lafını” etmeseler, duygusal tatminleri eksik kalırdı. Tıpkı, Başbakanın her konuşmasında büyük, güçlü Türk ulusuna yapmış olduğu vurgu misali.
Yıllardır anayasada var olan sendikaya üye olma hakkını kullandılar. Kendilerinden önceki binlerce işçi gibi. Günü kurtarmak adına ömürlerini feda ettiklerini fark ettiler. Yıllarını verdikleri, ömürlerinin büyük çoğunluğunu geçirdikleri yerde, kendilerini ilgilendiren kararlarda söz sahibi olmak için bu adımı attılar. Patronun zenginleştikçe, haklarını ellerinden almasına razı olmadılar. Parça başı köleliğine isyan ettiler. Yıllarca haklarında verilen ve sadece bir tarafın çıkarlarına hizmet eden kararlar da “biz de varız” demek istediler. Tıpkı, haziran boyunca, “bizim adımıza sadece siz karar veremezsiniz, bizlerde bu toplumda varız” diyen binlerce Gezi direnişçisi gibi.
Onlar paketin de ötesinde, paketlere sığmayacak bir hakkı, anayasal ve yasal olan bir hakkı kullandıkları için bu zulme maruz kaldılar. İşlerinden atıldılar, bekledikleri alanda sözlü tacize maruz kaldılar, çoluk çocukları ile birlikte açlığa mahkum edildiler. Para teklif edildi. Onurumuz satılık değil dediler. İstifaya zorlandılar, kabul etmediler, işten atıldılar.
Kızlı erkekli direniş
Hülya ve Ramazan’ın, iki kişi olarak başladıkları direnişlerinde yol arkadaşlarının sayısı arttı. 19 kişiye ulaştılar. Hatta, başbakanın takılı kaldığı türban meselesini de çözerek “kızlı-erkekli” direnişi sürdürüyorlar. Ülkenin asıl sorunu açlık/yoksulluk, işsizlik, örgütlenme özgürlüklerinin ellerinden alınması olduğunu, kendilerini yok sayan bir demokrasinin demokrasi olmadığını en yüksek perdeden dile getiriyorlar.
“Anadilimiz dayanışma”
Direniş çadırları hiç boş kalmıyor. Solcusundan, dincisine, Kürtünden Türküne herkesimden insanın uğrak yeri haline gelmiş. Irk, dil, din ayrımı kalkmış tek bir dilden, dayanışma dilini konuşuyor herkes. İşçilerin her an size sunacakları yüreklerinden kopan taze çayları mevcut. Tek canlarını yakan, işyerinde çalışan arkadaşlarının maruz kaldıkları mobbing, her gecen gün artan baskılar bir de baş belası parasızlık. Önümüz kış, daha lafını etmiyorlar ama, soğuklar da dayandı kapıya.
İnsan onuruna yaraşır bir hayat için çıktıkları yolda, attıkları bu cesur adımın nice deri konfeksiyon işçilerini yüreklendirdiğine tanık oldukça, paylaşmanın, dertleşmenin başkaları için bir şeyler yapmanın hazzını tattılar. Şimdi sadece kendileri için direnmiyorlar artık. Kavga etmeden hiçbir şeyin elde edilemeyeceğini, özgürlüğün ihsan edilen değil kazanılan bir şey olduğunu öğrendiler ve gösterdiler.
Demokrasi paketinin açıldığından bugüne, sanayicisinden entelektüeline her kesiminden görüş alan “güzide basının” bu ülkenin milyonlarını oluşturan ve yıllardır en temel demokratik hakkını kullandıkları için zulme maruz kalan emekçileri görmezden gelmeleri de aslında ne kadar demokratik bir ülkede yaşadığımızın göstergesi. Punto Deri işçilerini, esnek, kuralsız, sendikasız, haksız, hukuksuz milyonlarca işçiyi içine almayan grev hakkını yok sayan bir demokrasi, demokrasi sayılabilir mi?
Neyin paketini tartışıyoruz biz?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.