Psikoloji toplumsal, ekonomik ya da politik birçok meseleyi bireylerin yaşadığı “hastalıklar”, “semptomlar” olarak kategorize etmeye çalışır. Geçen günlerde düzenlenen ve psikologların direnişi değerlendirdiği bir forumdaki tartışmalar tam da bu eksen üzerinden yürütüldü. Direniş sırasında ve sonrasında içki ve sigarayı sınırlamamız gerektiği önerisiyle başlayan forum, eğer kendimizi bir türlü direnişin uzağında tutamıyorsak yani meseleye dair sürekli […]
Psikoloji toplumsal, ekonomik ya da politik birçok meseleyi bireylerin yaşadığı “hastalıklar”, “semptomlar” olarak kategorize etmeye çalışır. Geçen günlerde düzenlenen ve psikologların direnişi değerlendirdiği bir forumdaki tartışmalar tam da bu eksen üzerinden yürütüldü.
Direniş sırasında ve sonrasında içki ve sigarayı sınırlamamız gerektiği önerisiyle başlayan forum, eğer kendimizi bir türlü direnişin uzağında tutamıyorsak yani meseleye dair sürekli kafa yorup düşünüyorsak, gazete ve televizyonda sürekli haberleri takip ediyorsak, sıklıkla bu düşünme ve takip etme hali bizim gündelik hayatımızın büyük bir kısmını kapsıyorsa bir “uzman” desteği almamız gerektiği önerisiyle sonlandı.
Direniş boyunca sokağa çıkan insanların uzun süredir hissetmediği kadar kendini ruhsal olarak “sağlıklı” hissettiği bir dönemde ortaya çıkan durumun, çeşitli semptomların varlığıyla tedavi edilmesi gereken bir hâl alabileceği “kaygı”sı psikolojinin bildik kaygılarındandır esasında. Direnişten sonra çoğumuzun kendini silkelediği gibi bence psikoloji de kendisini silkelemeli , “hastalık” ve “sağlık” kavramlarını bir daha gözden geçirmelidir. Mesela, “hastalığı” ya da “hastalığa” sebebiyet olarak düşünülen semptomları tüm coşkusuyla en meşru olan hakları için sokağa çıkan insanlarda arayacağına, katillerin ve direniş karşıtlarının psikopatolojisine bir göz atmalı. İnsanların üzerine gözlerini kırpmadan ateş edenlerin, sokaklarda insanları döverek öldürecek kadar zihinleri ve mideleri bulanıklaşanların, kadınları tecavüz ile tehdit edenlerin, insanları öldüresiye coplayanların, gazlayanların, tüm bu edimleri buyuranların ve bu yapılanlardan övünç duyanların psikolojilerini hangi kavramlarla açıklayacağız?
Bunlar, psikolojiye de bir “iş”, bir “görev” çıkarabilir mi tartışmalarıdır. Ya da psikolojinin baş edemediği, kendi literatüründe açıklayamadığı durumları kendi cümleleriyle etkisi altına almaya çalışma çabaları, yani var olma, görünür olma arzusudur.
Yine bir gazeteci ve tiyatrocuların katılmış olduğu başka bir forumda, katılımcıların esasında daha çok dinlemek ve öğrenmek için geldikleri beyanından sonra gelinen noktanın “eylemcilerin şiddeti” olması şaşırtıcıydı.
Kürsüden şöyle sesler yükselerek forum devam etti: “Aman çocuklar aman şiddet yok, bizler barış istiyoruz, lütfen haklı taleplerimizi haksız duruma düşürmeyelim”. Bu cümleler direniş meydanlarında da sık sık dile gelen “Aramızda yabancı gruplar var, amaçları başka, provokasyona gelmeyelim”, “Polis de ne yapsın, o da zor durumda, onlar da bizim evlatlarımız” zihniyetinin bir tezahürüdür. İktidarın, katillerin şiddetini konuşmak yerine meşru olan hak taleplerinin “şiddet” ile anılması ise konforuna hayran orta sınıfın çelişkili biçimde direnişte var olabilme çabası olarak yorumlanabilir.
Orta sınıf genel olarak direnişte kendini barikat arkalarında var etti, kendini var edebileceği korunaklı mücadele alanları aradı. Taş atılmayan, barikat kurulmayan alanlar onlar için daha güvenliydi. Barikat önlerini tutanların ve ölenlerin; işsiz, işçi, güvencesiz, yoksul, öğrenci olması bir tesadüf değildir.
Sermayeye karşı, iktidarlara karşı, katillere karşı sokaklara çıkmanın her şekline olumlu bir değer atfederek bunun yanlışlığını ya da doğruluğunu tartışmanın yeri burası değil. Tartışılmaya çalışılan, polisin silahıyla, copuyla, gazıyla, fişeğiyle geldiği bir durumda direnişçilerin karşısında “barış” diyerek durma “öneri”leridir, iktidarın şiddetine karşı savunulan yaşam hakkının “şiddet” olarak tanımlanmasıdır. Kaldı ki atılan taşların, kurulan barikatların Toma, akrep gibi demir yığını araçlara verilen zarar-ziyanı tartışmak abesle iştigal etmek olur. Esaslı olan orada, iktidara ve iktidarın polisine kafa tutmaktır, karşı çıkmaktır. Atılan taşların böyle bir anlam taşıdığı da açıktır. Kurulan barikat alanları iktidara karşı işgal edilmiş alanlardır, eylemciler için güvenli alanlardır. 70 yaşındaki bir kadının Dikmen’de, mahallesine sahip çıkmak için “isyan, devrim, özgürlük” diye bağırarak bir yandan barikatı alevlendirirken bir yandan barikatta yerini almasını görüp de durumdan bir vazife çıkarılmıyorsa içinde bulunduğumuz zamanın öğrettiklerine psikolojik bir terimle “direnç” gösteriliyor demektir.
Eylemciler ve direnişçiler olarak ne psikolojinin sosyo-politik meselelerinden yalıtılmış insan tipleri olacağız ne de orta sınıf “entelektüeller”in yatıştırılmış eylemci tipleri olacağız. Hiç bir mazereti olmadan sokakta yerini almayan, masa başında direniş “analizleri” yapanlara kulaklar tıkalıdır. Onları kendi varoluş çabalarıyla baş başa bırakarak sokakta olanlarla var olmaya devam edeceğiz. Sokak, kişinin varlığını hissettiği ve hissettirdiği yerdir. Sokak öğretir. Sokak nerede, nasıl ve ne yapılacağına dair işaretler ve yollarla doluyken sokaktan bağımsız sözün pek de bir gücü kalmayacaktır.
Sevgi Türkmen
Psikolog
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.