Devlet topluma dışarıdan dayatılmış bir erklik değildir. Hegel’in ileri sürdüğü gibi ‘ahlak düşünün gerçekliği’, ‘aklın imgesi ve gerçekliği’ de değildir. Devlet daha çok toplumun gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu toplumun, önlemekte yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama, karşıtlıkların, yani karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, […]
Devlet topluma dışarıdan dayatılmış bir erklik değildir. Hegel’in ileri sürdüğü gibi ‘ahlak düşünün gerçekliği’, ‘aklın imgesi ve gerçekliği’ de değildir. Devlet daha çok toplumun gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu toplumun, önlemekte yetersiz olduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama, karşıtlıkların, yani karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu, kısır bir savaşım içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan, çatışmayı hafifletmesi, “düzen” sınırları içinde tutması gereken bir erklik gereksinimi kendini kabul ettirir, işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve ona gitgide yabancılaşan bu erklik, devlettir. F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni
Haziran İsyanı ve iki tarz-ı siyaset
Bölüm 1: Yerseniz.
Çok uzun bir zamandır bir teşekkür yazısı kaleme almak istiyordum.
Başta devrimciler, demokratlar, ilericiler ve sosyalistler olmak üzere bu ülkenin halklarının son 10 yıldır ülkemizi yöneten AKP iktidarına, onun necip kadrolarına ve elbette güzide liderleri Recep Tayyip Erdoğan’a ‘şükran’ borçlu olduğumuzu düşünüyorum.
12 Eylül ve onu izleyen 20 yıllık MGK güdümlü iktidarların kokuşarak çürüyüp çökmelerinden sonraki iktidarları, bu topraklarda yaşayan insanlar için benzersiz bir rehber niteliğine sahip uygulamalı faşizm dersi olarak tarihin karatahtasına adını yazdırdı.
Yanlış anlaşılmasın, faşizm, devletlû tedrisatımızın ezeli dersidir;
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Ece Ayhan ders programını çoktan kayıt altına almıştır.
Dışı başka içi aynı envai çeşit hoca senelerce he aynı dersi belletmiş, imtihanlarda hep demokrasiden çakmışız.
Lakin son müderrisimiz tıyneti, iz’anı ve üslubu itibariyle derhal gönlümüzde taht kurmuş, vesayete karşı ileri demokrasi yatağında biber gazıyla çeşnilendirilmiş “teo-faşizm” dersiyle seleflerinden farklı müstesna bir mertebeye ulaşmış ve derin bir şükranla anılmaya layık olduğunu cümle âleme ispat etmiştir.
Lakin, şayet bu teşekkür Haziran İsyanı’ndan önce yazılmış olsaydı, telafisi mümkün olmayacak denli eksik kalacaktı. Şimdi artık; despotizm, riyakârlık, şark kurnazlığı, ilkesizlik, dezenformasyon, manipülasyon, din sömürüsü, ırkçı/gerici saldırganlık ve tüm bunların maskelediği iltimas, hırsızlık, rüşvet, kamusal varlıkların yağmasından müteşekkil sağcı/muhafazakar politika geleneğinde bir şahikayı temsil eden AKP iktidarına şükranlarımızı eksiksiz ifade edebiliriz.
*
Şeyh bokunda keramet arayan ikinci el cumhuriyet muhibbi liberallerin nümayişleri eşliğinde iktidar koltuğuna kurulan zevat bir yandan iktidarın nimetlerine iştahla yumulurken diğer yandan kendi yerlerini sağlamlaştıracak altyapıyı tahkim etmeye başladılar. Önceleri ürkek ve tedirgin, daha sonra okyanus aşırı rüzgârları doldurdukları yelkenleriyle tam yol ileri…
Vesayeti tasfiye müsameresi ile bir yandan yeni küresel konjonktürün ıskartaya çıkardığı, ayaklarına dolanabilecek gladio artığı faşist yapıları yeni konjonktüre uygun yenileriyle ikame ederken, diğer yandan yalvar yakar icazet aldıkları neoliberal yıkım politikalarını canhıraş bir işgüzarlıkla uygulamaya koyuldular. Böylece, kuruluşundan itibaren, asli işlevi sermayeyi/serveti istediği kesime aktarmak olan devletin kontrolü aracılığıyla sermayeden pay kapmak/ devlet eliyle zengin yaratmak diye özetlenebilecek klasik sağcı politika ile küplerini doldurmaya giriştiler.
Bu cengâverce atağın bir diğer nedeni , Milli Görüşçü geçmişleri yüzünden temkinli yaklaşan küresel efendilerin, kendilerine teveccüh göstererek aslında ne kadar iyi bir tercih yaptıklarına ikna etme gayretiydi.
Siyasetin bu tarzı kısaca şöyle tarif edilebilir; efendilerin icazetiyle yağmalanabilecek son kırıntıya kadar her şeyi yağmalamak. Her bir ağacın, her bir derenin, yerin altındaki madenlerin, üstündeki börtü böceğin, insanların sağlık ihtiyaçlarının, eğitimin, yaşama arzularının, hayallerinin, korkularının kısacası paraya çevrilebilecek her ne varsa hepsinin paraya, yani betona, kimyasal atıklara, nükleer çöpe, kükürde ve katrana dönüştürülmesi ve bunun her aşamasından yontulan sermaye ile kendilerine sonsuz bir güç, sonsuz iktidar, sonsuz hırs, sonsuz açgözlülükten müteşekkil bir tiranlık kurmak.
Bu tarz-ı siyaset AKP faşizmine özgü değil elbette. Tarihte binlerce örneğini gördüğümüz, insanlığın en eski hikâyelerinden birisi.
Ancak tam da bu noktada AKP faşizmine neden şükran duyulması gerektiğini hatırlatmak önemli.
Engels’in “..sınıfların, kendilerini ve toplumu, kısır bir savaşım içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan, çatışmayı hafifletmesi, ‘düzen’ sınırları içinde tutması gereken bir erklik.” olarak tanımladığı devletin, bu işlevini yerine getirebilmesinin olmazsa olmaz şartı, göstermelik düzeyde bile olsa; sınıflar üstü görünmek, her kesime eşit mesafede durmak, yasaları herkese eşit uygulamak ve kendi koyduğu sınırları ihlal etmemek gibi asgari kurallar setine uyarak toplumun rızasını gözeten bir hattı izlemesidir. Rıza, devletin hayata geçirdiği politikaları, -gerçekte öyle olmadıkları halde- toplumun genel çıkarına hizmet eden politikalar olarak göstermeye yetecek kadar oyunun kurallarına uyması, en azından hukuksal düzeyde adalet eşitlik tarafsızlık görüntüsü verebilmesidir. Böylece devlet kendisinden beklenen işlevini, baskı araçlarını (asker, polis, mahkemeler vb) ve rıza (tarafsızlık, adalet, seçimler, hegemonya vb) mekanizmalarını birlikte kullanarak yerine getirir.
Nitekim iktidara geldiği andan itibaren ve güçler dengesi elverdiğince AKP iktidarı bir yandan AB’ye girme hedefini gözeten bir takım yasal düzenlemeler yaparken diğer yandan ‘vesayeti tasfiye etmek’ gibi meşru bir politikanın açtığı alanda, yetmez ama evet avanesinin yarattığı bulanık, puslu atmosferde eski rejimin kalıntılarını tasfiye ederken elleri değmişken modern devletin olmazsa olmazı güçler ayrılığı prensibini de dümdüz ediverdiler.
Yasama, yürütme ve yargı artık kağıt üstünde bile ayrılmamak üzere bir muktedirin dudaklarında birleşiverdi.
Bu arada hakkını teslim etmek gerekli Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en muhteşem demagogu olan Süleyman Demirel, Tayyip Erdoğan ve şürekâsının yanında tüyü bitmemiş yetim gibi beceriksiz kaldı. Hatırlarsanız Demirel, çok sıkıştırıldığında ‘Bana sağcılar cinayet işletiyor dedirtemezsiniz’ diye konuştuğunda bile asgari bir ahlaka riayet etmişti.
Oysa memleketimiz tarihinde hiçbir devletlûya kısmet olmamış büyüklükte bir gücün tepesinde ihtişamla kurulan Tayyip, mağdur edebiyatı yaparken Hamlet oynayan Ajdar performansıyla hepimizin gözünün içine baka baka yalan söylerken en küçük bir ahlaki, insani tereddüt taşımıyor.
İdam edilmiş devrimcilerin mektubundan gözyaşı devşirmekten, milyonların gözü önünde yaşananları çarpıtarak anlatmaktan, yapmakta olduklarının tam tersini söyleyerek insanları aldatmaktan zerrece hicap duymuyor.
Ama asıl önemli performansı tüm bu vesayet, mağduriyet, Cehape yaygarası içerisinde hiç hız kesmeden sürdürülen yağma.
Gece yarılarında torba yasaların içinde geçirilen ve sadece bu yağmaya dayanak olsun diye hazırlanmış “yasa”lar [1], belediyeler eliyle tezgahlanan imar oyunları, arsa ve rant cambazlıkları, piyasa değerinin yüzde birine yandaş holdinglere peşkeş çekilen işletmeler, devletin bütün akçalı işlerinin parti teşkilatı aracılığıyla üleştirilmesi gibi saymakla bitmeyecek bu yağma operasyonunun önüne engel çıkarma ihtimali olan yargı unsurları tanık olanları bile utandıracak bir arsızlıkla bertaraf ederek “sınıflar üstü ve tarafsız devlet” fikrini buruşturup çöpe attılar. Devletin rıza mekanizmasının temeli olan yargı ve adalet sekizinci sınıf bir müsamere derekesine düşürüldü.
Bunu daha anlaşılır bir Türkçeye çevirirsek anlamı şudur; AKP iktidarı ile devlet, vatandaşını ‘ikna ederek’ yönetme anlayışını bütünüyle terk etti.
Bunun yerine ikame ettiği politika ise çok basitti: YERSENİZ.
Aşağıda örnekleri ile açıklanacak bu politika çok karmaşık değil. Açık gizli örgütlenmeleriyle devletin bütün kurumlarının yanı sıra toplumun hücrelerine nüfuz etmeye çalışan ve buradan devşirdikleri güce dayanarak, binlerce yıllık insanlık tarihinde benzerine çok az rastlanabilecek bir alenilikte hiçbir insani, ahlaki, dini, hukuksal, bilimsel, toplumsal değeri dikkate dahi almadan sadece ben yaptım oldu mantığıyla hayata geçirilen bu siyaset tarzı topluma şu mesajı veriyor; Güç bende ve ben istediğimi yaparım. Yerseniz.
HSYK’yı bürokrasiye bağlarım, Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bir zaman tesis edilmemiş olan yargı bağımsızlığını şeklen bile sürdürmem. Yargıyı bütünüyle kendi ihtiyacıma göre dizayn ederim. Özel yetkili savcılar, daha özel yetkili savcılarım tarafından tutuklanabilirler. Deniz Feneri davasında olduğu gibi canım istediğinde savcıları görevlerinden alınıp haklarında davalar açarım. Yerseniz.
Hiçbir delil gösterme gereği bile duymadan akademisyenleri, gazetecileri, legal siyasetle uğraşanları, sendikacıları, muhalifleri tutuklar yıllarca hapiste tutarım. Yerseniz.
Savaş uçaklarıyla 34 köylüyü bile isteye öldürürüm. Ne hesap veririm ne özür dilerim. Yerseniz
Ortadoğu’yu yönetirim, Kadiecileri, Selefileri barındırıp, sınırlarımı açarım, lojistik sağlarım. Savaş kışkırtıcılığı yaparım. Mezhep kışkırtıcılığı severim. Ateşle oynarım, sıfır sorun bomba yüklü araçlar olarak geri döner; Antep, Cilvegözü, Reyhanlı. Bombalar patlar. Yüzlerce insan benim ham hayallerim, tehlikeli maceralarım, iktidar hırsım uğruna ölür. İtiraz edenleri, yasını tutanları polis zoruyla bastırırım. Hesap vermem. Yerseniz.
Kentsel dönüşüm diyerek evinizden barkınızdan atarım, şehrin dışına sürerim. Oturduğunuz ev tapulu malınız mı? Fark etmez, ya bizim dayattığımız koşullara boyun eğersiniz ya da üç kuruş sıkıştırır sizi kovarım. Yerseniz.
Okulunuza, ibadetinize, ne yediğinize, ne içtiğinize, kaç çocuk doğuracağınıza, tecavüze uğrayıp hamile kalırsanız karnınızdakini isteyip istemediğinize ben karar veririm. Yerseniz.
Köyünüzdeki dereleri size bırakacağımızı mı sanıyorsunuz? Suyunuzu yere gömer, bir avuç suyu, mendil kadar yeşilliği göstermem, üstelik kendi derenizden elde edilecek enerjiyi fahiş fiyatla yine size satarım. Yerseniz
Üç kuruş paraya, insanlık dışı koşullarda taşeron işçisi olarak çalıştırırım. Her sene işe giriş çıkış yaparım, özlük haklarınız patrona peşkeş çekerim, yıllarca izin bile kullanamazsınız, mahkemeye dava açıp kazansanız dahi sizi hizmet ettiğiniz kurumun işçisi olarak göstermem. Çok canımı sıkarsanız işten atarım. Yerseniz.
Grev hakkını yasaklar, itiraz edeni SMS’le işten atar, mahkeme kararına rağmen işe iade etmem. Yerseniz.
Sınav yaparım, soruları istediğime veririm, istediğimi işe alır kadro veririm ama binlerce ihtiyaç olmasına rağmen atamalarınızı yapmam. Güvencesiz ve kölece çalıştırırım. Yerseniz.
Devletin arazilerini istediğim müteahhide verir, üstüne binlerce bina yapar, fahiş fiyattan yine size satarım. Yerseniz.
Gölgesini satamadığım ağacı keserim. AVM yaparım, hayır kışla, değil değil rezidans, yok canım müze, barok evet… Biz kararımızı verdik. Yaparım. Yerseniz.
İtiraz mı? Yakarım, yıkarım, gaza boğarım, suya basarım sele salarım. Kafanızı kırarım, gözünüzü oyarım. Kafanıza sıkarım. Hesap vermem. Katili serbest bırakırım. İtiraz edeni…
Yerseniz.
Daha bıkıp usanmadıysanız, azara, aşağılamaya, kötü muameleye doymadıysanız. Çok sayabiliriz…
Yerseniz. Yerseniz. Yerseniz. Yerseniz. Yerseniz. Yerseniz. Yerseniz. Yerseniz.
İşte bu enfes ve en ufak kafa karışıklığına mahal vermeyecek denli açık, yalın çıplak siyasi üslup, kamusal hayatın düzenlenmesindeki beceri ve yetenek ve daha sayamayacağım ama bu ülkede yaşayan her insanın bizzat deneyimleme fırsatı bulduğu eşsiz politikalar için bu iktidara teşekkür borçluyuz.
Öyle görünüyor ki Gezi Parkı sonrasında yaşananlar halkımızın bir türlü yeterince ifade etme fırsatı bulamadığı şükran duygusundan başka bir şey değil. Yerseniz.
Devam edecek…
[1] Bunlar arasında en dikkat çekici olanı yapılacak büyük projelerde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir deme yetkisinin yürütmeye verilmesi, yine sadece savaş zamanı gibi olağanüstü koşullarda kullanılabilecek kamulaştırma yetkisi, yürütmeye karşı açılacak davaların zorlaştırılması, TOKİ hesaplarının denetlenmemesi, Sayıştay’ın bütçe denetleme yetkilerinin kaldırılması vb
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.