Sevgili yandaş medya mensupları kâğıt israfına, aynı gazetelerden çok sayıda yapmaya gerek yok. Teklifim şudur: ‘Bayram gazetesi’ uygulamasına geri dönün. Geçen cuma vizyona giren ‘Beyaz Saray Düştü’de (White House Down), ‘barışçı’ yaklaşımlarıyla dikkat çeken ‘siyahi’ Başkan’ı ortadan kaldırmaya yönelik bir komplonun hikâyesi anlatılıyor. Roland Emmerich’in ‘sol liberal’ dokunuşlarla dolu filminin ilk bölümlerinde şöyle bir sahne […]
Sevgili yandaş medya mensupları kâğıt israfına, aynı gazetelerden çok sayıda yapmaya gerek yok. Teklifim şudur: ‘Bayram gazetesi’ uygulamasına geri dönün.
Geçen cuma vizyona giren ‘Beyaz Saray Düştü’de (White House Down), ‘barışçı’ yaklaşımlarıyla dikkat çeken ‘siyahi’ Başkan’ı ortadan kaldırmaya yönelik bir komplonun hikâyesi anlatılıyor. Roland Emmerich’in ‘sol liberal’ dokunuşlarla dolu filminin ilk bölümlerinde şöyle bir sahne var: Beyaz Saray’ın bahçesinden yayın yapan bir TV kanalında, yorumcu Başkan’ı eleştiriyor. Kamera bu esnada içeriye kayıyor ve Jamie Foxx’un canlandırdığı Başkan Sawyer, ‘evinin bahçesinde’ kendisinin eleştirilmesine gayet ‘insani’ bir tepki gösteriyor ve “Bir daha böyle şeyler görmek istemiyorum” mealinde şeyler söylüyor. Başkan’ın odada bulunan kadın danışmanı Finnerty (Maggie Gyllenhaal canlandırıyor), meseleye yüzündeki müstehzi bakış ifadesiyle son noktayı koyuyor: “İfade özgürlüğü efendim…”
‘Beyaz Saray Düştü’, üzerinden yüksek entelektüel fikirler üretilebilecek derinlikte bir film değil; nihayetinde Hollywood’un ‘Yaz eğlencelikleri’nden biri. Yine de almak isteyenler için küçük ama kayda değer notlar barındırıyor. Filmi izlerken ister istemez son dönemde ayyuka çıkan ‘yandaş medya’ hamlelerini düşünmekten kendimi alamadım. Malum, son adım Akşam’da atılmıştı. Kendince ‘muhalif’ gördüğü tüm kalemleri kapı önüne koyan yeni Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan’ın kıymet-i harbiyesi için de yazdığı yazılara göz atayım dedim. Ocaktan’ın 9 Temmuz’daki yazısından alıntılıyorum: “İşte size yeni bir fırsat, gidin Mısır’a ve çok özlediğiniz postal yalama işine orada devam edin. Sisi size hayırlı olsun!” Bitmedi, işte 12 Temmuz’daki yazısının sonu: “Gezi Parkı’nı terörize etmekten lütfen vazgeçin ve milletin tepesini attırmayın…” Entelektüel düzeyi ve ufuk açıcı görüşlerini bir çırpıda özetleyiverdim, gerçekten de basınımızın bu tür yaklaşımlara ihtiyacı vardı, Sayın Ocaktan ‘sanırım’ bu açığı dolduracak. Zaten “Tepesini attırmayın” mesajı alınmış durumda ve sopayı, palayı kapan millet, yeni başyazarın gösterdiği hedefler doğrultusunda ilerliyor!
Gelelim asıl meseleye: Somut örneklerden yola çıkayım, hatırlayacaksınız son döneminde bir gün yedi gazete, bir başka gün de dört gazete aynı başlığı atmıştı. Benzer konularda cümle farkıyla aynı şeyleri dile getiren köşe yazarlarını saymıyorum bile. “Aklın yolu birdir”den (!) yola çıkarak bir öneride bulunacağım: Sevgili yandaş medya mensupları, bu kadar kâğıt israfına yazık, aynı gazetelerden çok sayıda yapmanın anlamı yok. Zaten okur sayıları da malum. Teklifim şudur: Geçmişteki ‘Bayram gazetesi’ örneğine dönün, hem bir gelenek yeniden hayat bulur hem de aynı fikirleri değişik sütunlarda okuyarak biat etmeye çalıştığınız makamlarla mesaj yollamak istediğiniz karşı görüşteki okurlar da son derece ‘değerli’ zamanlarını kaybetmemiş olurlar. O gazetede günün gelişmeleri üzerine seçilen birkaç yazarın köşesi olur. Misal ‘Gezi direnişi’nin plancıları arasında Yeni Şafak ‘Mi Minör’ oyununu ve Memet Ali Alabora’yı, Yeni Akit de ‘Ot dergisi’ni ve Metin Üstündağ’ı göstermiş ve aklımızı karıştırmıştı, olası bir ‘Bayram gazetesi’nde bu komplo teorileri bir yazı dizisi olarak önümüze gelir, okur da kamuoyu da bölük pörçük bilgilerle dağılmaz. Teklifimde ısrarcıyım, bir düşünün derim (ama ne olur bu gazetelerde çalışan onca emekçi kardeşimizi de kapı önüne koymayın, çünkü onlar zaten bütün bu çekişmelerin dışında ekmeklerinin peşindeler).
Bir başka teklifim de sürekli sopaya, palaya sarılan ve ‘esnaf’ olduğu iddia edilen arkadaşlarla ilgili. Öncelikle ‘Gezi direnişi’ sayesinde AVM projesinden vazgeçildiğini ve bu sayede ticari geleceklerinin kurtulduğunu hatırlatırım. Ama onlar anladığım kadarıyla geleceğini değil şimdiki zamanı istiyorlar. Üstelik saldırdıkları kişiler de her daim ‘gerçek’ müşterileri. Neyse, madem görüşleri böyle o zaman bildiğim kadarıyla ‘Esnaf ve Sanatkârlar Odası’ adı altında örgütleri var. Esnaf kardeşlerimiz örgütleri vasıtasıyla sokağa çıksın, dertlerini ‘demokratik’ yoldan ifadeye soyunsun, sıkıntılarını pankartlara, sloganlara döksün. Üstelik kendilerine, sırtını dayadıkları ‘Devlet ve onun polisi’ destek de verir, yürüyüşlerine kimsenin engel olacağını sanmıyorum. Zaten engel olurlarsa, siz de ‘direnişçiler’e katılırsınız, biter!