Yıldızlara uğurladığımız Ethem’e ve direnen sevgili Dilan’a Haziran İsyanı onur isyanına dönüştü. Sadece adı değil niteliği de öyle. Yirmi gündür insanların üzerine tonlarca gazla, tazyikli suyla, gerçek ve plastik mermilerle, polis copuyla, satırlı sallamalı çetelerle düzenlenen saldırılara; gaz bombası kapsülüyle cinayetlere, kör etmeye şartlanmış canice atışlara rağmen koca bir halk ayakta. Bazen yirmi kilometreyi bulan […]
Yıldızlara uğurladığımız Ethem’e ve direnen sevgili Dilan’a
Haziran İsyanı onur isyanına dönüştü. Sadece adı değil niteliği de öyle. Yirmi gündür insanların üzerine tonlarca gazla, tazyikli suyla, gerçek ve plastik mermilerle, polis copuyla, satırlı sallamalı çetelerle düzenlenen saldırılara; gaz bombası kapsülüyle cinayetlere, kör etmeye şartlanmış canice atışlara rağmen koca bir halk ayakta. Bazen yirmi kilometreyi bulan mesafelerden yürüyerek başta Taksim, Kızılay olmak üzere kent meydanlarına bir sel gibi akıyorlar. Bir sel gibi önlerine çıkan tüm engelleri süpürerek artlarında on yıllarca kaybolmayacak, gelecekteki sellerin akacağı yataklar açıyorlar. Önlerine şiddetten, terörden, tanklardan, yalanlardan, tehditlerden kurulu tuzakları, setleri, bentleri yıkıyorlar. Recep Tayyip Erdoğan’ın ve adamlarının ve aygıtlarının, ajan ve provokatörlerinin, Goebbels’in Büyük Yalanları’nı rehber edinen operasyonları, komploları bir bir boşa çıkıyor.
Rejimin on yıllar içinde ürettiği her bir korku mekanizması hızla eskitilip çöpe atıldıkça devreye sırasıyla yenileri sokuluyor.
Nereden nereye geldik. Üç beş ağaçtan polis şiddetine oradan özel yetkili şiddet aygıtlarına. Herkes merak ediyor ve soruyor: bu isyan nasıl duracak, hangi konuda taviz verilirse duracak? El cevap: durmayacak! Zaman zaman bir süreliğine (bu süre bazen saatler, bazen günler, haftalar olabilir) geri çekilecek ama daha güçlü geri gelmek üzere.
Derdimiz parklarımızdı, başlarımızı sokacak yuvalarımızdı, evimize ekmek götürebilecek bir işti, çocuklarımızın gözlerine bakabileceğimiz bir ücretti, esaret altındaki Kürt kimliğimizdi, horlanan Alevi kimliğimizdi, çocuklarımıza mezheplerini-hurafelerini dayatmalarıydı, cinsel yönelimimiz ve cinsiyet kimliğimizdi, kadınlığımızdı, yaşam tercihimizdi, laikliğimizdi, suyumuzdu, ormanımızdı, kısacası insanca yaşam talebimizdi, umudumuzdu. Onlar umudumuzu yok etmeye çalıştılar. Umut etmemeyi telkin ettiler. Hayallerimizi karartmaya çalıştılar. Umutsuzluk insan için en kötüsüdür ama gençler umutsuz yaşayamaz. Gençliğe kendi ihtiyar, paragöz, kirli, riyakâr, tüccar, sevgisiz ve aşksız yaşamlarını model olarak dayattılar. Özgürlüğü ve insana ait olan her şeyi günah ilan ettiler. O nedenle gençler isyanın en önündeler ve isyan kadar güzeller.
Evet, bu bir onur isyanı! Üç beş ağacımıza dokunmasaydınız çıkmayacaktı belki. Ya da üç beş kadını öldürmeseydiniz, ya da üç beşimizi gözyaşları içinde işten atmasaydınız, ya da üç beş kanser hastası Dilek’e dilenci muamelesi yapmasaydınız, ya da üç beş Kürt çocuğuna cezaevinde tecavüz etmeseydiniz ya da üç beş Aleviyi yakmasaydınız, ya da Uludere’de üç beş Kürt katletmeseydiniz ya da Reyhanlı’da üç beş Arap asıllı ‘Türk’ silahlandırdığınız cihatcılarca katledilmeseydi, ya da üç beş sarhoşu aşağılamasaydınız, ya da üç beş travestiyi öldürmeseydiniz, ya da üç beş tinerciye sokak köpeği muamelesi yapmasaydınız, ya da üç beş sokak köpeğine işkence etmeseydiniz, ya da üç beş dereyi kurutmasaydınız, ya da üç beş Ethem’i öldürmeseydiniz ya da üç beş Dilan’ı kafasından vurmasaydınız.
Evet, bunları yapmasaydınız belki bu isyan çıkmayacaktı. Çıksa da duracaktı. Ama artık çok geç! İsyan artık hepsi için ve hiçbiri için. Her birimiz tek tek ‘beni’ ilgilendiren her biri için isyana kalkıştık ama artık hiçbiri için sürdürüyoruz. Bir tek onur için. Yani hepsi için birden. Yani bütün bunların ve başkalarının bir daha asla olmaması için. Yani ‘mesele üç beş ağaç meselesi değil’ mesele artık onur meselesi. Bu isyan durmaz ya hedefine varır ya da yenilir. Ama derler ya “bu yolda galiptir mağlup.”
Bu bir onur isyanı ki, mal, mülk, iktidar sahiplerince zavallılaştırılanların, onlara yakarış dolu figanlarının utancını da insanlığın yakasından silkeleyecek. Bu bir onur isyanı ki, Başbakanın, bakanlarının, özel yetkili savcılarının, terörle mücadele ekiplerinin, medyasının, yorumcularının, köşe sahibi kılınmışlarının cümle iktidar beslemelerinin anlayamayacağı. İktidar ve aparatları bu cehaletleriyle istedikleri kadar ve istedikleri gibi konuşabilirler, konuşturabilirler zira onurumuza her saldırdıklarında isyanımızın ateşini harlatmaktadırlar. İsyanı, fırsat varken geri çekilmediği için istedikleri kadar suçlayabilirler. Bizler için keşkeler zamanı değil, haydi zamanıdır. Örgütlü kuvvetlerin başlatmadığı şeyi bu kuvvetlerin kontrol edebileceğini, istediği zaman geri çekip, atak yaptırabileceğini düşünmek yersizdir. Yapılması gereken varılacak en ileri yere varmasını sağlamak, yenilgi olacaksa en iyisini yaşamaktır. Yeri eşelemektense ‘Göğü fethe kalkışmak’ yeğdir. Unutmayalım sel yatağını yarıyor, sancılı olacak lakin geriye çok şey kalacak.
Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini. Durdurmayacaklar onur isyanını. Çünkü bu isyan gücünü profesyonellikten değil amatörlükten, zekâdan alıyor. Yürüsek AKP iktidarı sarsılıyor, otursak sarsılıyor, dursak sarsılıyor, konuşsak sarsılıyor, şarkı söylesek sarsılıyor. Oysa onlar ne yapsa isyanımız güçleniyor. Çünkü gücünü, iktidarın şiddet araçlarından daha etkin araçlardan değil, dış mihraklardan değil, halkın ‘kahreden ve yaratan’ enerjisinden alıyor.
* Samut Karabulut
Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.