Türkiye devrimci hareketinin dönemsel olarak güçlü, iktidara kafa tutan, yaratıcı olan, ciddi bedel ödeyen, inatçı, namuslu kadroları vardır. Taksim ve Gezi Parkı’nda başlayan ve özellikle Taksim ve Ankara Kızılay’ında anlamlı çatışmalarının olduğu alanda mücadele, “devlet şiddetine” müdahale eden devrimci kadroların kontrolündedir fakat, eylem içindeki öncülükleri barikat ve savunma öncülüğünden öte değildir. Geri kalan ve hareketin […]
Türkiye devrimci hareketinin dönemsel olarak güçlü, iktidara kafa tutan, yaratıcı olan, ciddi bedel ödeyen, inatçı, namuslu kadroları vardır. Taksim ve Gezi Parkı’nda başlayan ve özellikle Taksim ve Ankara Kızılay’ında anlamlı çatışmalarının olduğu alanda mücadele, “devlet şiddetine” müdahale eden devrimci kadroların kontrolündedir fakat, eylem içindeki öncülükleri barikat ve savunma öncülüğünden öte değildir. Geri kalan ve hareketin temel bileşenini oluşturan kentli, öğrenci, kadın, ulusalcı kısacası AKP iktidarına karşıtlığı sadece yaşam alanlarına iktidarın müdahalesi olarak gören kentli küçük-orta burjuva kesimlerinin çoğunluğudur. Şiddeti gögüsleyen, cephe savaşı veren devrimci öncülerin ardındaki “tepkili” kalabalıklar, düzen tarafından başlangıçta şaşkınlık ve endişe ile karşılanmıştır. Hareketin karşısında bocalayan ve geri çekilen devlet güçleri bekleyişlerini sinsi ve planlı olarak devam ettirirken, ardında hareketin asıl unsurları olan tepkili ama şekilsiz bir kalabalık bırakmıştır. Bu kalabalığın gerçek sınıfsal tepkilerini gösteren oldukça yoğun görsel belge mevcuttur. Bu belgelerin analizleri zamanla yapılacaktır elbette. Ama ilk öngörülerimizin ve belgelerle ortaya çıkan görüntü hareketin özellikle sıcak çatışma anları ve zaman zaman gerçekleştirilen geniş katılımlı çoşkulu mitingler dışındaki kalabalık bileşenlerinin özellikle Gezi Parkında “karnaval” havasında olduğudur. Ve maalesef devrimci kadroların hepsi kendini karnaval havasında olan bu kalabalıklarda görmek istediklerini görmüş ve şu ana kadar Marksist analiz ve hareket planı önerememiştir. Kapitale Karşı Karnaval: Bir Bakhtin, Vaneigem ve Bey Karşılaştırmasında Gavin Grindon bakın neler anlatıyor;
Bir Pazar günü kendimi, burun buruna, kafa kafaya dayanmış, hiçbiri kımıldamaya yanaşmayan iki üniformalı grubun arasında buldum.
Bir tarafta, ayaklanma bastırma ekipmanının son örnekleriyle donanmış polisler var. Onların karsşısında, sürpriz bir biçimde, polislerin korunmak için giydikleri kıyafetlerin etkili bir parodisi haline gelen beyaz tulumlar, el yapımı kasklar, birbirine bantlanmış, halka silgiler, baloncuklu kaplama jelatini ve içi doldurulmuş oyuncaklarla donanmış bir grup erkek ve kadın var.
Onların arkalarında, polisin girmesine izin verilmeyen kısımda ise dans eden punklar, periler, cambaz ayaklığıyla yürüyenler, raverlar, her çeşit feminist, anarşist ve Marksistin, tuhaf giysilerle donanmışlar, tamamen çıplak olanların, sokak davulcuları, samba grupları ve pedallı bir müzik sisteminin oluşturduğu bir kalabalık bulunuyor. Bu alanda, ideolojilerin eşit bir kakofonisi var; siyah bayraklar, kırmızı bayraklar, yeşil bayraklar, yıldızlı bayraklar, rengârenk eşcinsel bayrakları ve çeşitli insan ve hayvan hakları savunucuları için özgürlük talep eden pankartlar.
Taksim’de sıcak çatışmalardan sonra ortada olan sahne bundan çok farklı değildir.
İsyanın örgütü de örgütlülüğü de olmadığı yerde; isyandan “demokratik devrim” beklemek en hafifinden bir hayal olarak değerlendirilmelidir. Önümüzde duran gerçek kendiliğinden hareketin yıkıcı gücü ve devrimci dinamikleridir. 90 kuşağının apolitik gençliği zincirlerini kırmıştır. 12 Eylül askeri darbesinin yadigârı olan depolitizasyonu, Tayyip Erdoğan’ın -12 Eylül’ü aratmayan- baskı ve şiddeti politize etmiştir. Baskılarla gelen sindirme ve depolitizasyon yine baskı ve şiddetin en doruk noktasında kırılmıştır.
Sözün kısası 12 Eylül’ün öcü alınmıştır.
Direnişten-karnavala, karnavaldan-direnişe geçişin iç içe olduğu günler yaşıyoruz. Yaşanan bu geçiş, hareketin toplamdaki biçimine ve sınıfsal yapısına bakıldığında hiç şaşırtıcı olmasın. Hayat tarzlarına yapılan müdahalede orta sınıf duyarlılıklarla ve karnaval havasında da olsa kalabalıkların 12 Eylül artığı faşist AKP şiddeti ile tanışmasının kıymeti vardır. Üstlerindeki korkunun atılması ve iktidarın geri adım attırılması kıymetlidir. Ama tüm bileşenler dikkate alındığında Marksistlerin bu direnişte bekleyemeyeceği, “ayaklanan halkın faşizme karşı harekete geçmiş olduğudur.” Bu büyük iddiadır. Ve maalesef bu iddiayı gerçek kılacak örgütsel yapımız yoktur. Ama öngöremediğimiz bir depremin içindeyiz. Mayıs-Haziran ayaklanması şu an şekilsiz gibi görünen kitle ile birlikte yeni önderliği de büyütecektir.