Aşağıdaki mektup Sedat’ın hücre arkadaşı Feridun’un. Çok güzel bir “son mektup”. Yıllarca bıçak sırtında, ha bu gece ha yarın misali idam anını bekleyen ve olası an için son mektubunu çok önceden hazır tutan Sedat’a yazıldı bu mektup. Sedat’ı geçen hafta kaybettik. Oğlu Murat’la (20) birlikte yaşıyordu. İdam sehpasına çalım atan adam, sinsi bir beyin tümörüne […]
Aşağıdaki mektup Sedat’ın hücre arkadaşı Feridun’un. Çok güzel bir “son mektup”. Yıllarca bıçak sırtında, ha bu gece ha yarın misali idam anını bekleyen ve olası an için son mektubunu çok önceden hazır tutan Sedat’a yazıldı bu mektup.
Sedat’ı geçen hafta kaybettik. Oğlu Murat’la (20) birlikte yaşıyordu. İdam sehpasına çalım atan adam, sinsi bir beyin tümörüne söz geçiremedi. Bugün İzmir’de (idamlık) hücre arkadaşlarından Veli Biçer’le birlikte Murat’ı gördük. Murat’a babasından söz ettik. Birçok anına ve muhabbetine tanık olmuş hapishane arkadaşı olarak ona dair çok şey biriktirdiğimizi ve bunu kendisiyle paylaşacağımızı söyledik.
Avluya düşen yavru karga geldi aklıma… Sedat’ın muhteşem ilgisi ve özeniyle, kargacık üç günde ayaklanmıştı. Ayaklanmakla kalmamış, bizimle volta atar, bizimle koşar olmuştu. Öyle bir eğitmenin eline düşmüştü ki, kitap sayfaları karıştırmaya, daktilo tuşlarını gagalamaya başlamış, kendisini gerçekten sevenle yapmacık davrananı çok hızlı ayırmış, sevgi fakirleriyle arasına mesafe koymuştu…
Yavru karga, bir karga sürüsüne uzun süre bakakalınca, “hadi bakalım gitme zamanı” deyip çatıya doğru fırlatılmış, avlu üstünde son gaklarıyla bir kaç tur attıktan sonra, soydaşlarıyla birlikte, çekip gitmişti…
Kargayı böylece andıktan sonra, “Babam bu hikâyeyi bana da anlatmıştı Fatin Amca” dedi Murat, gözlerini silerek…
Sedat’ın en yakın yoldaşı, yazgıdaşı Muzaffer Öztürk de 30 yıldır içerde.
***
Muzaffer’e yazdığım mektupta, “Sedat’ın oğlunu görmeye gidiyorum ama iki eski yoldaşım da hasta, onları da ziyarete gidiyorum” demiş ve dışarının öyle pek de makbul bir yer olmadığını tekrar hatırlatmıştım. Teknik Öğretmenden Necat Turan beyin kanaması geçirmiş ama bayağı toparlamış, Fahriye Yektaş da kanser tedavisine başlamış kanseri yenmeye azmetmiş bir haldeydi.
***
İşte Feridun’un o mektubu
SEDAT’A…..
Seninle 1977 yılında, kavurucu bir Ağustos gecesinde İzmir Karabağlar’da bir gecekonduda tanışmıştık. Sen, ben ve bir arkadaş daha, el yapımı iptidai bir matbaa ile sabaha kadar binlerce bildiri basmıştık. Bildirilerin mürekkepleri kuruyup, onları üst üste istifledikçe keyfimize diyecek yoktu doğrusu. Rotatif misali çalışıyordu körpe kollarımız; rotatif ne kelime… Ertesi günkü mitingde dağıtılacak binlerce bildiriyi, o gece sabaha kadar sadece biz üçümüz basacaktık.
Gecenin üçünde demlediğimiz, “tavşankanı” çayın tadına da diyecek yoktu doğrusu. Mahmurlaşmış gözlerimizi çakı gibi deliyordu o zifiri karanlık çay… Bir yandan bildirileri istifler, diğer yandan çayları yudumlarken, koyu bir de muhabbet tutturmuştuk. Konuşulan tüm konulara hâkimiyetin, önerilerin dikkatimi çekmişti; kıvanmıştım senin gibi birisiyle tanıştığıma. Daha sonra birçok kez karşılaşmıştık aynı mekânda.
Sonra Orhan Bakır’ın kaçırılmasında bir araya geldik.
12 Kaşım 1977 aksamı Buca Cezaevine girerken ikimiz birbirimize kelepçeliydik. Ayaklarımız yanıyordu, ama başımız dikti. İşte o günden beri seni daha iyi tanımaya başlamıştım. Ancak seni tanıdıkça sakinliğim artıyordu. İlkokul mezunu ve işçi kökenli olmana karsın, mürekkep yemişlere taş çıkarıyordun. Cezaevindeki tüm kitaplar, okuma açlığını gideremiyordu adeta.
Sürgünü de, prangayı da, falakayı da yaşadın mahpuslukta…
Sonra, Muzo’nun deyimiyle, “ölüm hücrelerinin Sedat Abisi” oldun, ölümle dalga geçtin..
* “Son mektup”larımızı düşmanın denetiminde yazmamak için, daha çok öncesinden avukatımıza verdiğimizi anımsar mısın?
* Darağacında tabureye tekme atmayı planlayıp, ama cellatların buna fırsat vermediğini öğrendiğimizde -meğerse bir değil, iki cellat varmış ve biri boynundaki iple uğraşırken, diğeri de tabureyi tutuyormuş- moralimizin bir hayli bozulduğunu anımsar mısın?
* Yeni Asır’dan bir gazetecinin, Kenan Evren tarafından yasaklanan cezaevi anılarında, “idamlıklar çocuklar gibi şendi” başlıklı yazı dizisini anımsar mısın?
* Sanki gökten düşmüşçesine senin hücrenin önüne gelen, sonra seninle arkadaş olan “tekir kediyi”, ölüm hücrelerinin maskotu, hücreler arası kuryelik yapan “Kara Marsık”ı anımsar mısın?
* Güle oynaya ölüme giden hücre yoldaşların, Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Necati Vardar, İlyas Has, Hıdır Aslan’ı anımsar mısın?
Sen bunları yaşadın, yoldaş oldun ölüme, ölüm sana ne yapar be çocuk…
16 Mart 1978’de MİT-Kontrgerilla, İstanbul Üniversitesi’nde patlattığı bombayla 7 öğrenciyi katletti.
16 Mart 1988’de Halepçe katliamı yapıldı.
16 Mart 1971’de Deniz gezmiş ve Yusuf Aslan Sivas, Gemerek’de çatışmada yakalandı.
Ve 16 Mart 2013’te Sivas Çepnili Sedat Yılmazsoy tabureye tekmeyi vurdu…
Feridun Berkin