Bu kez farklı bir şeyler oluyor. Ama bu farklı şeyler bu kez Kürt Halkı ve barış aktivistlerinde temkinli karşılanıyor. Çünkü bir boşluk var. Parçalar tam yerine oturmuyor. Yaşanan tedirginlik daha ziyade iktidarın adına “çözüm süreci” dediği süreçle çok da uyumlu adımlar atmamasından kaynaklanıyor. Kimse şipşak mucize beklemiyor ama, iktidarın herkese tepkisizlik telkin ederken askeri operasyonları […]
Bu kez farklı bir şeyler oluyor. Ama bu farklı şeyler bu kez Kürt Halkı ve barış aktivistlerinde temkinli karşılanıyor. Çünkü bir boşluk var. Parçalar tam yerine oturmuyor. Yaşanan tedirginlik daha ziyade iktidarın adına “çözüm süreci” dediği süreçle çok da uyumlu adımlar atmamasından kaynaklanıyor.
Kimse şipşak mucize beklemiyor ama, iktidarın herkese tepkisizlik telkin ederken askeri operasyonları sürdürmüş ve bu süreç başladığından beri onlarca canın kaybedilmiş olması nasıl güven duygusu yaratabilirdi ki? Düşünsenize, BDP heyeti Kandil’e çözüm sürecinin en önemli parçalarından birini, muhataplığını iktidarın da kabul ettiği Öcalan’ın mektubunu iletecek, Kandil bombalanıyor! Üstelik halen koşullarında bir değişiklik yaratılmamış oluşu, sorunun doğrudan tarafı olan Kürt Halkı’nın ona ulaşılabilirliğinin sağlanmaması da çözüm sürecindeki boşluklardan bir tanesi.
Tamam iktidara kredi verelim vermesine de, “e bizim alacaklar ne oldu” deyince, iktidar hepimize “cıs” diyor, “sus” diyor. Bu iş suskunlukla olmaz. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, inkar ve imha kadar susturulmanın da tarihidir aynı zamanda. Sorunun tarafları, mağdurları, Barış aktivistleri konuşacak, sorular soracak, öneriler sunacak, Kürt Halkı sonsuz bir güvenle önerilerini sahiplendiği Öcalan’la temas edebilecek ki gerçek bir çözüm sürecinden bahsedebilelim. Yeri gelmişken ifade etmekte yarar var, egemen medya kasıtlı olarak Kürt Halkı ile Öcalan, Öcalan ile Kandil arasında ayrışmalar var izlenimi yaratmaya çalışıyor. Oysa Kürt Halkı da Kandil de, bu konuda Öcalan’a güveninin tam olduğunu ve belirleyeceği stratejiyi destekleyeceğini açıkladı. Buradaki güvensizlik, somut adım emaresi göstermeyen, çözümün birebir taraflarının konuşmalarının dahi kamuoyuyla paylaşılmasını istemeyen iktidaradır.
Ancak bu durum, bu sürecin barış sürecine dönüştürülemeyeceği anlamına gelmiyor. Nasıl ki bu gün gelinen aşama aktif bir mücadelenin sonucu ise, bu süreci gerçekten bir çözüm ve barış sürecine dönüştürebilmek de öylesi bir mücadeleyi gerekli kılıyor.
Bu gün gelinen aşamada, Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesi içerisinde ciddi bir yere sahip olan kadınların ölümüne yürüttüğü onurlu mücadelenin etkisi, göz ardı edilemeyecek bir gerçek.
Dört bir yanda, eşitsizliğe, haksızlığa, baskıya, sömürüye karşı mücadeleyi yaşamlarıyla yükselten kadınlar, iktidarların en korkulu rüyaları oldu. Bu yüzden “önce kadınları vururlar”…
Bunun en son somut örneği Paris katliamında yitirdiğimiz 3 kadın siyasetçidir. Onları hedef haline getirenin, özgürlük mücadelesi içindeki kararlı duruşları olduğu ve özellikle mesaj vermek üzere işlenen bu siyasi cinayetin tesadüfi kurbanları olmadıkları açıktır.
Kürt halkının varlık mücadelesinde en önlerde yer alan ve Diyarbakır zindanındaki duruşu ile bir efsane haline gelen Sakine Cansız ve Fidan Doğan ile Leyla Şaylemez’in şahsında, Kürt Özgürlük mücadelesinin en kararlı unsurları olan, bu süreçte kadın kazanımları açısından da bir tarih yazan kadınlara bir mesaj verilmek istendi. Ancak şurası açık ki, bu acı mesaj, kadınları yıldırmak şöyle dursun, mücadeleyi daha da aktif sahiplenmeleri sonucunu yarattı. Paris katliamına dünyanın dört bir yanından verilen cevap böyle okunmalı.
Savaşın, inkar ve imha siyasetinin mağduriyetini bu denli yoğun yaşayanlar olarak, hak mücadelesinin en ön saflarında yer alanlar da, barışı en çok arzulayan ve bunun mücadelesini en aktif yürütenler de yine kadınlar oluyor. Kürt hareketi, kadınların verdikleri mücadele ile, perspektifine kadın bakışını katabilmiş, kadınların bağımsız olarak aldıkları kararlara bir bütün olarak uymayı becerebilmiş bir yapı.
Kürt kadınlarının verdikleri bu özgürlük mücadelesinin aslen sadece kendilerinin değil, tüm Türkiyeli kadınların özgürlüğü mücadelesi oluğunu anlatabilmeli. Kürt kadınları, üzerlerindeki üçlü sömürüye karşı yükselttikleri mücadeleyi barışa duydukları büyük özlemle nasıl birleştiriyorlarsa; bugün tüm Türkiyeli kadınların bu süreçte Kürt kadınları ile el ele, yürek yüreğe birleşmeleri; AKP iktidarının niyet ya da niyetsizliğinden bağımsız, sürecin gerçek barış sürecine evrilmesinin en önemli itici gücü olacak. Zira Kürt kadınları ile birleşmeyen bir kadın hareketinin ülkede barışa da, kadınların özgürlüğüne de ulaşabilmesi mümkün değil. Bu anlamda, 8 Mart’ta da, Newroz’da da kadınların yürüteceği aktif mücadele hayati önemdedir.