Elbette konuşulmayacak bir gün değil. Adı üstünde “yeni gün” yeni bir çığır açtı. Bizler için de yeni bir ufuk… Bu bile yeter aslında. Ötesi berisi sonraki iş… Şimdilik söyleyeceğimiz tek ve en önemli şey var: bunun adı “Kürt devrimi”dir. Ve saygıyla karşılamak lazım. Her devrim saygıyı hak eder çünkü. Ve her devrimin bir karşı devrimi […]
Elbette konuşulmayacak bir gün değil. Adı üstünde “yeni gün” yeni bir çığır açtı. Bizler için de yeni bir ufuk… Bu bile yeter aslında. Ötesi berisi sonraki iş… Şimdilik söyleyeceğimiz tek ve en önemli şey var: bunun adı “Kürt devrimi”dir. Ve saygıyla karşılamak lazım. Her devrim saygıyı hak eder çünkü. Ve her devrimin bir karşı devrimi ve karşı devrimci güçleri vardır.
MHP her zamanki gibi. Verilen görevi ifa ediyor. Devrimin önüne bir sokak gücü olarak dikilmek derdinde. Startı da Bursa’da veriyor. Adı da “kuruluş mitingi”, hani Bursa Osmanlı’nın kuruluş merkezi ya, o sebepten.
Osmanlıcı mıydı MHP? Bal gibi de Osmanlıcı çünkü Türk milliyetçiliğine içkin bir biçimde Osmanlı Türk’tür ve tarihteki Türk devletlerinden biridir. Aynı Selçuklular gibi… Türkiye Cumhuriyeti de aynı soydandır.
Türk sağı, Türk tarih yazımının yetiştirmesidir. Cumhuriyetçi de olsa Osmanlıcı da aynı düşünür. Aralarında gözden kaçmaması gereken içsel bağlar var ama elbette ikisi aynı değil. Yöntemleri farklı ve bu da aralarında gerilim faktörü olabiliyor. Biri devrimi -tarihteki Kürt isyanlarında olduğu üzere- bastırmak istiyor, diğeri çalmak.
Bastırmanın güncel ifade biçimi Türk sorunu. Arkalarında büyük güçler yok diye büyütülecek bir sorun gibi gelmiyor kimlerine. Bir taraftan da karşı devrimin kendi iç rekabeti içerisinde, büyütülmesi engelleniyor. Örneğin Türk milleti kendini fazla mazlum hissetmesin diye “İsrail’e diz çöktürülüyor.”. Bu bile büyük güçlerin kimlerin arkasında olduğunu gösteriyor; dengeleme operasyonu AKP–İsrail ve ABD’den müteşekkil üçlü ittifakı ele veriyor.
Evet, “Türk sorunu” çıkarmak egemenlerin birincil tercihi değildir. Ama daha çözüm sürecinin başında mitingler vasıtasıyla sokağa çıkma emareleri göstermiştir. Süreçle başlayan ve süreçle doğru orantılı büyüyen bir sorundur ve sürecin ileri aşamalarında daha da kuvvetleneceği muhtemeldir. O nedenle kimse “yalnız başına” diye gelişen hiçbir hareketi küçümsemesin. “Ancak birileri arkanda olursa olur” anlayışı reformizmin de kaynağıdır ama elbette ki milliyetçi her hareket her daim egemenlere biat etmeye hazırdır çünkü burjuva ideolojisidir. Özetle şu an için özerk olması seçenek haline gelmeyeceğinin ispatı değildir.
Egemenler için “devrimi çalmak” her dönemde en revaçta yöntemdir. Dolandırıcılık akıl gerektirir, en tehlikeli karşı devrimci de en akıllısıdır.
Önce şu konularda anlaşalım. Bu bir Türkiye devrimi değildir. Hak edenlerin devrimidir ve hak eden de Kürt halkıdır. Kürt devrimi dediğimiz AKP’nin başlattığı süreçle bir ve aynı şey de değildir. Hazırlanmış, emek ve can verilmiş bir devrimi bütün ülkenin devrimi gibi görmek ve bu süreçle aynılaştırmak AKP’nin devrimci olarak değerlendirilmesinin de yolunu açar. Zaten şimdiden o yola girenler bile oldu. AKP’yi yeni bir demokratik yeniden kuruluşun baş aktörü görüp baş tacı edenler çoğunlukta.
Devrimi çalmanın güncel ismi Osmanlı’dır. Kürt halkının enerjisini bir fantazyanın hizmetine sokmanın ve kendi egemenliğini yeni biçimler altında sürdürülebilir kılmanın projesidir Osmanlı. Yukarıda da ifade edildiği gibi Osmanlı AKP nazarında da bir Türk egemenliği modelidir ve sultanın yerine ikame edilen başkanda kurumsallaşmış bir otoriterizmin timsalidir. Yani Osmanlı’nın AKP versiyonu ne kardeşlik demektir ne de demokrasi.
Zaten böyle olması da mümkün değil. Milliyetçiliklerin dağıttığı bir imparatorluğu yine milliyetçilikler üzerinden ihya etmek çok mümkün olmasa gerek.
Peki “bu modernite reddidir ve yeni bir paradigmadır” dersek yine mi olmaz? Olmaz çünkü modernite öncesi bir varoluş biçimini modernitenin hakim olduğu şartlarda ve modern aktörlerle inşa etmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Kısacası bu girişimden aynısı çıkmaz başka bir şey olur. Ulus devletin başka bir formu gibi çok etnisiteli ama otoriter ve denetimli bir toplum idaresi çıkar. Modern demek istemeyenler post modern diyebilir; yani yeni ve başka bir burjuva egemenliği.
Her devrim karşıtlarını birleştirir
Newroz’un ardından gelen bayrak provokasyonu karşı devrim cephesini toparlama hamlesidir. Görünen o ki Kürt devrimi geliştikçe iktidarın “yumuşama” adımları da fazlalaşacaktır. Bayrak üzerinden kurulan söylem birliği, Ergenekon’la yakınlaşmayı derinleştirilecek ve kimileri de bunu Türk demokratikleşmesinin ilerlemesi ve hatta Kürt devriminin Türkiye’ye taşınması diye alkışlayacaktır. İsrail’le halledilen küslük de aynı kapsamdadır. Demokratik bir Ortadoğu dinamiği köreltilmek istenmektedir. Yani demokratik kuruluş denilen şey karşı devrimci güçlerin ittifakının inşasıdır.
(...)
Her devrim taraf olmayı şart koşar. Devrimci durum karşında siyasetsizlik en kötüsüdür.
Elbette ki CHP’yi karşı devrim cephesinde fazlaca zikretmememizin nedeni gelişmeler karşısındaki siyasetsizliğidir. Resmi ve ifşa edilmiş bir söylemi yoktur ancak bu CHP’nin kendi içinde hala bir “cevher” taşıdığı anlamına gelmemelidir. Şu ana kadar CHP içinden çıkabilecek muhtemel fikir damarları olgunlaşmıştır: Ya ulusalcı olup MHP’ye biraz daha yakın olacaklar ya da AKP’nin yeni-sağ çözümüne teşne. Sol düşüncenin bu kadar gerilediği koşullarda daha iyice bir çıkışı beklemek de mümkün değildir zaten.
Her devrim parça tesirlidir.
Bırakın CHP’yi, karşı devrimin izdüşümleri Kürt hareketi ve tüm sol içinde de zuhur etmektedir. Devrimci durum karşısında devrimci siyaset devrimi taşımaktır ancak burada önemli olan neye devrim dediğimizdir. Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalışan ve bunu da halkların devrimlerini çalarak yürüten neo-liberal hegemonyaya karşı Kürt hareketinin direngen ve sınıfsal referanslarını deneyim olarak heybesine koyan ve kapitalist sisteme merkezinden ve en sahici darbeyi vuracak bir işçi hareketi, devrimi karşılamanın ve taşımanın en doğru siyasetidir. Foti Benlisoy’un haklı ifadesiyle aceleci çıkarsamalar yapmamak lazım ancak unutulmamalı ki Türkiye’nin tüm siyasal aktörleri yeniden konumlanmakta ve her şey altüst olmaktadır. Artık “hiçbir şey aynı olmaz” ama “her şey güzel olacak” iyimserliği de yanıltıcıdır. Ve biz ne yaparsak yapalım her devrim acelecidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.