Bu yazı yayınlandığında, tarihi gazeteci yargılamasının ikinci oturumunun üçüncü gününe gelinmiş olacak. Aslında ilk günde, teknikmiş gibi gözüken ama düpedüz politik olan nedenlerle taleplerin reddedilmesi; sonuncu gün hakkında pek de olumlu olmayan bir fikir veriyor. Ama gelin görün ki, içinde bulunduğumuz dönem icabı, gazetecilerin 13 ay sonra özgürlüklerine kavuşması beklentisi ve umudu da ağır basıyor. […]
Bu yazı yayınlandığında, tarihi gazeteci yargılamasının ikinci oturumunun üçüncü gününe gelinmiş olacak.
Aslında ilk günde, teknikmiş gibi gözüken ama düpedüz politik olan nedenlerle taleplerin reddedilmesi; sonuncu gün hakkında pek de olumlu olmayan bir fikir veriyor. Ama gelin görün ki, içinde bulunduğumuz dönem icabı, gazetecilerin 13 ay sonra özgürlüklerine kavuşması beklentisi ve umudu da ağır basıyor.
Öyle ya;
Hem çözüm adımları ha atıldı ha atılacak izlenimi uyandıracak, iktidarın barış sürecine girilmesini arzuladığını ifade edeceksin; hem de içerideki barış güvercinlerinin esaretini sürdüreceksin. Olacak iş değil.
“Bu durum iktidarın elinde değil ki, yargı bağımsızlığı var” klişesi de burada tutmaz. Operasyonların bizzat başbakanın gösterdiği adreslere yapıldığını, başbakanın yargıya müdahalesini kamuyla paylaşmaktan dahi çekinmediğini, arada sıkıştıkça da topu gösteri babından yargı bağımsızlığına attığını herkes biliyor. (Bakınız “örgütle haberleşmeyi sağlayan avukatlar”, “onlar gazeteci değil terörist” konulu tutuklama ya da “donanmada subay kalmadı” konulu serbest bırakma mesajları.)
Yani özcesi, gazeteci arkadaşlar “serbest bırakılırlarsa iktidardan, bırakılmazlarsa yargıdan” demeyeceğiz. İktidardan bileceğiz. Onların serbest bırakılması, barışın niyetine girildiği yönünde bir mesaj olacaktır.
Çünkü, henüz adı bile konmamış başlangıç süreçlerinde dahi ilk iyi niyet göstergesi, rehineleri serbest bırakmaktır. Hele de bunlar, iktidarın tam da çatıştığı, dolayısıyla barış müzakere edilecekse bunun bir tarafında olan kesimlerin sesini duyurmaya, mağduriyetlerini objektif bir göz ve dille anlatmaya çalışan gazetecilerse!..
Bu dava hakkında hukuki yorum yapmak yersiz. Zira iddianame, gazetecilerin değil ama onlara bu haksız soruşturmayı yapan ve haksız yere hürriyetlerine el koyanların evrensel hukuk anlamında mahkum edilmesine yetecek içerikte.
Çünkü bu iddianamede gazetecilere yönelik suçlamayı kanıtlayacak tek bir delil yok. Suç olduğu söylenen fiiller bile esasen suç değil. Malum, iddianamedeki örgüt, diş fırçasıyla, diş macunuyla, gazeteyle suç işliyor!
Bu iddianame, aslında gazeteci arkadaşların sırf iktidarın Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları karşısında haber yapmaları, yani gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklandıklarının ve bu davanın hukuki değil politik olduğunun itirafı.
Gelelim işin bir diğer boyutuna:
Oturumun özellikle son gününü, tarif edilmez bir heyecanla, özlemle bekleyen; açıktan söylediğinde bir terslik olur kaygısıyla, içinde suladığı umut çiçeğini herkesten saklayan; başını her zamankinden daha dik tutmaya ve tebessüm etmeye gayret eden tutuklu yakınları var. İçleri içlerine sığmıyor mutlaka. Hem özlediklerini sanık sandalyesinde de olsa, parmaklıklar dışında görmenin, hem de onların özgürleşebilme ihtimalinin verdiği heyecanla; ya amaçsızca konuşuyor, ya da tümden susuyorlar.
Küçücük çocuklar var. Yaşamları boyunca hatırlayacakları bir günün, küçücük bedenlerini çok çok aşan telaşını yaşayan. Mühim bir tablonun içinde olduklarının farkına varmış, ama bu hikayenin henüz tam adını koyamamış. Ki büyüdüklerinde bu hikayenin adını onlar koyacaklar mutlaka…
Artık çöküşe geçen bir devrin, belki kişisel tarihlerimizde uzun, ama tarihin bütünü içinde kısacık yer kaplayacak son demlerinde; yazdıkları haberler, çektikleri fotoğraflar, haber yapmak üzere yaptıkları seyahatler, haber kaynaklarıyla yaptıkları görüşmeler gibi “çok tehlikeli” gazetecilik faaliyetleri nedeniyle, esasen savaş politikaları karşısında duruşlarından ötürü rehin alınmış olan ve asıl bu duruşları ile tarihe geçecek olan 32 gazeteci mahpus var.
Meslektaşlarının başına örülen bu çoraba öfkeli, hiçbir şeyin tesadüf olmadığının bilincinde ve kendileri de birer “rehine adayı” olan, dışarıdaki gazeteciler ve barış yanlıları var; gazetecileri “içeridekiler” ve “dışarıdakiler” diye ayrılanların ülkesinde.
Hepsinin duygusunu yüz binlerle çarpın. Milyonlara ulaşırsınız. Bu davanın etki alanı o kadar geniş işte.
Barışı kazanmak isteyen, önce bu saydıklarımın güvenini kazanmak zorunda.
Bu dava bunun için bir fırsattır!