Efendim bu yazının nasıl bir izlekte gideceği meçhul. Tıpkı sonumuz gibi. Ama bir yola çıkalım bakalım herhalde yazı kendi izleğini kendi bulur, yola çıkan her yolcu gibi. Hepimizin sıkça kullandığı bir sosyal medya sitesinde durum kutusuna bir soru ekledi ya Zuckerberg ve ekibi “Nasıl gidiyor……?” diye, işte bu soruyu değiştirip kendime sordum: “Sanatın nasıl gidiyor […]
Efendim bu yazının nasıl bir izlekte gideceği meçhul. Tıpkı sonumuz gibi. Ama bir yola çıkalım bakalım herhalde yazı kendi izleğini kendi bulur, yola çıkan her yolcu gibi.
Hepimizin sıkça kullandığı bir sosyal medya sitesinde durum kutusuna bir soru ekledi ya Zuckerberg ve ekibi “Nasıl gidiyor……?” diye, işte bu soruyu değiştirip kendime sordum: “Sanatın nasıl gidiyor Volkan?” Cevap güldürdü beni en acıtan sesiyle. Neden mi? Tahmini olanlar da olmayanlar da vardır elbette ama akacak mürekkep kalemde durmazmış misali başladım yazı işine.
Aynı fakülteden mezun olduğum bir meslektaşımla hasb-ı hal ederken bana dert yandı. İzmit’de 9 sezondur sahneye çıkan ekibinin yeni sezon oyununun afişlerini sokağa asamadığını, seyirciye ulaşmakta zorluk çektiğini anlattı. Çünkü sokaklara afiş asmak ‘çevre kirliliği’ yaratıyor ülkemde. Kabahatlar Kanunu’na göre de cezası var belediyelerce kesilen, bilmem kaç seyircinin bilet parasına denk düşen. “Afiş assak seyirci gelecek, ödediği bilet parası da kişiye ya da kuruma kesilen cezalarla hooop devletin kasasına gidecek; afiş asmasak seyirci nereden bilecek ne zaman ne oynandığını” dedi. Sonuç olarak ekip yüzde 30 dolu bir salonda oyununu oynayacak ve evine yevmiyesiz gidecek. Ona “Haaa, ama çevre kirliliği yaratmayan, belediye eliyle düzenlenen alanlar var be kardeşim! Yayaların tek sıra yürümek zorunda olduğu kaldırımlar boyunca ‘OUTDOOR’lar var. Adamlar bir ihale bedeliyle belediyeyi ikna etmişler, oralara yapıştırılan bilmem kaç metre kare afişin ‘çevre kirliliği’ yaratmayacağına. Sen de ver o şirketlere birkaç bin tl’cik. Kirletmesin senin de afişin yaşadığın kentin sokaklarını , mis gibi çevrecik” diyecektim, diyemedim. İçimdeki sanatçı bağırdı. “70×100 birkaç afiş çevreyi kirletip Kabahatler Kanunu’nun içine dalıyor da, onca güzelim vadiyi yok eden HES’ler, onca derenin boğazına takılan borudan kelepçeler niye dalmıyor bir kanunun içine?” diye. Bir çırpıda verdim ağzının payını içimdeki haylaz sanatçıya, “Muazzam ölçüde biriken sermaye artışı, sürekli kar etme gayretine bağlı olan teşebbüs zihniyeti ve hukuksuz kazanç olasılığı olan bir ekonomik sistemde ‘bedelini’ ödediğin her şeyi kirletebilirsin. Hatta bir başka insanın bedenini bile” diyerek. Sustu kaldı haylaz. Beklemiyordu bunu anlaşılan. Bu cevabı da nereden öğrendiğimi de anlatıyım… 2 yıl önce şantiyekent İstanbul’un bir evinde, pazar günü sabah saat 09.15 civarı şiddetli bir hitle sesiyle yatağımdan zıplayıp haklarını bilen bir vatandaş edasıyla belediyeyi aradığımda, gelen zabıta ekibinin “evet beyefendi, normalde pazar günleri inşaat çalışması yapmak yasaktır ancak bu şirket cezasını peşin ödemiş” dediğinde sinirden kızarmış kulaklarıma, oradan buldum bu cevabı. Hııı! Bir de daha ben çocukken Ankara Bentderesi yakınında bulunan döner dükkanımızda döner yiyip az ötedeki polis kontrolünden geçerek vizite ücreti ödeyen adamla anlamıştım bunu. Oysa ben biliyordum. Annem parasını ödeyip beden kirletenlere değil karşı kaldırımda kömür ve odun taşıyarak kendi ellerini kirletenlere döner satmak için açmıştı o dükkanı.
Sonra aklıma haylaz sanatçılar geldi: İstiklal Caddesi’nde pantomim, sokak müziği yaparak çevreyi kirleten ve gürültü yapan haylazlar; Laz Marks oyununda anlattığı fıkradaki isim benzerliğinden dolayı Başbakan’a hakaretten yargılanan Haldun Açıksözlü; Tunceli’de yaptığı konuşmada örgüt propagandası yapmakla suçlanan Ferhat Tunç; Munzur Festivali’nde söyledikleri türkünün sakıncalı bulunup o türküyü 5 yıl boyunca söylememe cezası alan Pınar Aydınlar (ki o türkü Kültür Bakanlığı onayıyla albümlerde yer almış bir türküdür); kendi kişisel sayfasında düşüncelerini dile getiren Fazıl Say; bir cemiyet gecesinde kafasına çatal yağan ve zorunlu sürgünde ölüp giden Ahmet Kaya… Daha belki de benim duymadığım nice haylaz, bir şekilde bir kanun çerçevesinin içine girerek mahkeme kapısına gidiyordu. Musa Kart ve Evrensel gazetesine açılan davalarla 15 bin TL tazminat kazanılmasını protesto etmek için çizilen karikatürler nedeniyle Penguen dergisine açılan davayı da unutmamak lazım. Ahh, ahh! Susturamadım o haylazları, içimdeki haylaz sanatçıyı susturduğum gibi. Anlattılar, yazdılar, çizdiler, söylediler o türküleri. Ödüyorlar işte kanun karşılığındaki bedellerini.
İşte sordum ya kendime “Sanatın nasıl gidiyor Volkan?” diye, işte böyle en gülünç, en acıtan sesiyle.
Aaaa! Dur bakalım bir bildirim geldi dünya simgesinin üstüne: “Vasıf Öngören’in yazdığı, Aslı Öngören’in yönettiği ‘Zengin Mutfağı’ adlı oyun, Şehir Tiyatroları’nın Şubat ayı programından çıkarıldı.”
Aaa! Niye?
Volkan Yosunlu
Tiyatro Sanatçısı