Otuz yıldır devam eden Kürt sorunu ile ilgili, umutlar yeşermişken, Avrupa’nın göbeğinde Üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesiyle toplum sarsıldı. Sürece yönelik tereddütler ve güvensizlik hat safhaya ulaştı. Yapılan bu saldırının zamanlaması, öldürülen isimlerin seçimi ve bu saldırının hayata geçirildiği ülke düşünüldüğünde saldırının oldukça profesyonelce tasarlandığını gösteriyor. Zira Avrupa’da Kürt kadrolarına yönelik bu tür saldırıların yapılacağı […]
Otuz yıldır devam eden Kürt sorunu ile ilgili, umutlar yeşermişken, Avrupa’nın göbeğinde Üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesiyle toplum sarsıldı.
Sürece yönelik tereddütler ve güvensizlik hat safhaya ulaştı.
Yapılan bu saldırının zamanlaması, öldürülen isimlerin seçimi ve bu saldırının hayata geçirildiği ülke düşünüldüğünde saldırının oldukça profesyonelce tasarlandığını gösteriyor.
Zira Avrupa’da Kürt kadrolarına yönelik bu tür saldırıların yapılacağı konusunda, istihbarı bilgilerin varlığı artık sır değil.
Ancak saldırının zamanlamasının, İmralı da barış görüşmelerinin yapılmaya başladığı sürece denk gelmesi oldukça manidardır.
Üç kadın devrimcinin öldürülmesinde asıl amacın; İmralı sürecinin sabote edilmesi olduğu kadar, Kürt kadın hareketi ve PKK kurucularına yöneltilmiş bir saldırıdır da aynı zamanda.
Saldırıdan hemen sonra cinayetlerin ‘iç infaz’ olduğu belirlemesi, alelacele suçu Kürt hareketine ihale etmeye çalışmaları, ‘yeşil gladyonun’, uluslararası güçlerle işledikleri bu cinayetleri örtmeye ve hedef şaşırtmaya dönük bir çabadır.
Türkiye derin yapılanmasının faili meçhul cinayetlerdeki maharetini bilmeyen yoktur. Örtülü ödenekleri kullanarak, yurt içi ve yurt dışında bu çetelerin işlediği cinayetler gizlenecek gibi değildir.
Abdullah Çatlı ve ülkücü guruplar eliyle ASALA’ya karşı yürütülen suikastlardan tutun da, 1995 yılında Suriye’de Öcalan’a yapılan suikast girişimi, hatta daha da ileri giderek Azerbaycan devlet başkanı Aliyev’e karşı suikasta kadar varan derin devletin kirli operasyonları basına yansımaktadır.
Ayrıca bu derin yapılanma, içeride de binlerce faili belli cinayet işlemiş, Özal dahil birçok aydın ve yurtseverin öldürülmesinde bu çetelerin parmağı bulunmaktadır.
Ancak barışa gidecek yolda, devlet bu kirli geçmişinden kurtulmak ve beyaz bir sayfa açmak zorundadır. Bunun için Fransa’da işlenen cinayetlerin üstü örtülmeden açığa çıkarılması önemlidir. Ve devlet geçmişle yüzleşme konusunda bir irade ortaya koymak zorundadır.
Öteden beri demokratikleşmenin önündeki en büyük engel olarak duran, katliamlarla dolu devlet geleneğinin güçlü bir iradeyle üzerine gidilmesi ve aşılması şarttır.
Barışı artık bir niyet olmaktan çıkarıp, barış için emek ve çaba harcamak gerekiyor.
Çünkü barış; bir Kültür ve zihniyet sorunudur. Barış’a dair zihniyeti olmayanın, barış yapma şansı yoktur. Barış; her şeyden önce onurlu olmalı ve güvene dayanmalıdır.
Fakat Erdoğan’ın Gaziantep’te yaptığı konuşma, güvensizliği arttıran, eski inkâr dilinde ısrar eden bir konuşmadır.
Erdoğan’ın Gaziantep’te“Bazıları rahat durmuyor” deyip devam eden ve daha “Ne istiyorsun?” ‘verdiğimizle yetineceksiniz’ biçiminde tercüme edilebilecek ve “Ben Kürt sorunu diye bir şey tanımıyorum.” diye biten konuşması, barış dilinden uzak ötekileştirici, aşağılayıcı, rencide edicidir.
Erdoğan’ın bu konuşmasının iç kamuoyunu rahatlatmaya dönük olduğu söylense de.
Ancak hangi amaçla böylesi bir konuşma yaparsa yapsın, kullanılan bu dil barışa hizmet etmemektedir.
Kaldı ki Erdoğan iç kamuoyuna dönük daha pozitif bir dil, yani barış dilini de kullanması mümkündür.
Çünkü toplumun Kürt sorununun çözümü konusunda hükümete büyük bir desteği söz konusudur.
Bu güne kadar Kürt ve Türk halkı da, hükümete toplumsal barışın inşası için yeteri kadar şans tanımıştır. Yoksa hükümetin bu kadar desteği alması mümkün olamazdı. Nitekim önceki yönetimler, Kürt sorununu çözemedikleri için, doğal olarak kendileri çözüldüler.
Kürt sorununa yönelik, böylesi saldırgan aşağılayıcı bir dil kullanan Erdoğan, eğer bu dilde ısrar ederse, sanırım sonu öncekilerden farksız olacaktır.
AKP her ne kadar uluslararası dengelerin zorlamasıyla İmralı tecrit sistemini kaldırarak barıştan söz etse de, Kürt sorununu çözme konusunda bir zihniyete henüz sahip değildir. Aklında hala eski tasfiye konsepti, bir yanda durmaktadır.
Son bir ayda onlarca gerillanın öldürülmesi, Kandile yapılan hava saldırıları, KCK tutuklamaları, Kürt halkında umutsuzluğu derinleştirmiştir.
Ancak tüm olumsuzluklara rağmen, küçükte olsa barışa dair görünen ışığı büyütmek, eşit, onurlu bir barışı bu topraklara getirmek emekten, demokrasiden yana herkesin boynunun borcudur