Sakine, Fidan, Leyla… Üç Kadın… Ölümden, işkenceden, yoksulluktan başka gerçeğimiz olsun istediler. Sözlerini yaşayarak söylediler. Gerçeğin ta kendisi idiler. Namertler korktular… Ve daha önce binlerce kez yaptıkları gibi üç kadını katlettiler. Günlerdir cansız bedenleri üzerine konuşuyorlar salyalar akıtarak. Korkuları devam ediyor. Üç Kadın, tıpkı Samet Behrengi’nin Küçük Kara Balığı gibi denize ulaşmak için yola çıktılar. […]
Sakine, Fidan, Leyla… Üç Kadın… Ölümden, işkenceden, yoksulluktan başka gerçeğimiz olsun istediler. Sözlerini yaşayarak söylediler. Gerçeğin ta kendisi idiler. Namertler korktular… Ve daha önce binlerce kez yaptıkları gibi üç kadını katlettiler. Günlerdir cansız bedenleri üzerine konuşuyorlar salyalar akıtarak. Korkuları devam ediyor.
Üç Kadın, tıpkı Samet Behrengi’nin Küçük Kara Balığı gibi denize ulaşmak için yola çıktılar. Yaşamak zorunda bırakıldıkları, bataklığa dönüşen gölden çıkınca denize ulaşabileceklerini fark ettiler. Başka bir yaşamın var olduğu gerçeğini gördüler ve inandılar. Artık denize ulaşan yolu biliyorlardı. Ve yürüdüler, yürüdüler… Paris’te noktalanmadı bu yolculuk; bitmedi, devam edecek, denize ulaşana dek.
Benim ülkemde “insanım”, “insan gibi yaşamak istiyorum” demenin bedeli ağırdır. Sabah akşam bunun kavgasını vermek zorundasınız. Hele bir de kadınsanız bu kavga ölene dek sürer. Sakine, Fidan, Leyla…
Namertlik üzerine kuruludur iktidar olanların düzenleri. Sürekli gerçekleri yalanla örtmeye çalışırlar. Biliyorlar ki yalanla öldürdükleri gerçeklerin diriltilmesi sonları olacaktır. O nedenle gerçeklerden, gerçeğe inanan insanlardan korkarlar. Çünkü “Gerçekler ancak insanlar aracılığı ile var olur, kendilerini sonuna kadar ona adamış insanlarla…” Tıpkı Sakine, Fidan, Leyla gibi…
Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri hayat ve sevgi üzerine konuşurken şunları söylüyor:
“İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç savaş.
Kurtlardan biri; korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, pişmanlığı, aç gözlülüğü, kibiri, kendine acımayı, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, üstünlük taslamayı ve bencilliği temsil ediyor.
Diğeri ise; huzuru, sevgiyi, umudu, paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçak gönüllülüğü, nezaketi, yardım severliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı temsil ediyor.”
Gençlerden birisi “Hangi Kurt Kazanacak?” diye soruyor ve yaşlı adam kısaca cevap veriyor: Beslediğiniz.
Bu ülkede iktidar olanlar birinci kurdun temsilcisi oldular. Diğerini besleyenlere düşman oldular, ötekileştirdiler.
Bugün toplum olarak; politik, kültürel, dilsel dayatmaların yarattığı olumsuzluklar ve bunlardan kaynaklanan sorunlarla boğuşuyoruz. Şimdiye kadar yok sayılan, üstü örtülen, ötelenen sorunların insanlarımızın yaşamını ne denli zorlaştırdığını, yarattığı travmanın ne denli acı verdiğini duyuyoruz, yaşıyoruz, içimizde hissediyoruz.
İktidarlar, özgürlüğün, sevginin, inancın, kardeşliğin dinin, dilin insana yaşama dair her şeyin sınırını öznelerini yok sayarak belirlediler. Korku ile şiddetle insanları alıştırdılar. Sakine, Fidan, Leyla… Alışamayanlar özgürlük dediler. Barış, kardeşlik şarkıları söyleyelim istediler. Yeni şarkılardı bunlar. Dünün şarkılarına alışkın insanlar, yarının şarkılarını duyunca yadırgıyorlar. Oysa yarının şarkılarıydı dünün şarkıları da.
Dilden düşürülmeyen ”kardeşlik” sözcüğünün temeli kardeşin farklılığını kabul etmektir. Sadece kendini savunmanın adı menfaat, başkalarını savunmanın adı vicdandır. Kardeşin adını, dilini, inancını inkâr etmek, kendine benzetmeye çalışmak onu yok saymaktır.
Nihayet yıllardır “kart kurt sesleri çıkararak yürüyen dağ Türkleri” diyerek yaşatılan trajikomik tutumdan vazgeçildi. Bedelini çok ağır ödediğimiz önemli bir adım atıldı.
Resmi ağızlar “Kürtler var, biz kardeşiz” diyor. Bunun gereğini de yapsınlar, oynamasınlar artık. Anadilde eğitimi yasaklamak ve bunu ulusal, ekonomik, teknolojik sorunlara indirgemek mümkün değil.
Çünkü bu insanı insan yapanın ne olduğuna dair tanımımızla ilgili. İnsanın adını, dilini yok saymak, bizi insan oluşumuza yabancılaştırır. Yaşadığımız ortamı uygar olarak adlandırabilmemiz için hakim olan yasaların ve güçlerin bizi insan oluşumuza yabancılaştırmaması gerekir. Aksi halde uygarlıktan söz edilemez.
Cumhuriyet cumhuruna yabancı olmaktan kurtulmalı, dilini yasaklamaktan vazgeçmelidir. Bu, birlikte yaşama iradesi göstermenin gereğidir. Acılar görülmeli, endişeler hissedilmelidir.
Empati, içimizdeki insaniyetsizlikle aramıza duvar ören bir engeldir. İnsan olarak bu duvarı güçlü ve yıkılmaz kılmak zorundayız. Bugün dünyada yaşanan savaşların, şiddetin acıların nedeni empatinin yitimidir. Uygarlığımızın tarihi empatinin gelişiminin tarihidir.
Bu ülkede, bir şey hak ve gerçekliğe dayanmıyorsa insani değildir diyen insanlar. Sakine, Fidan, Leyla… Katledilişlerinin ardından gördüler ki bu topraklarda dünden daha çok barışa kardeşliğe ve bunun gereğini yapmaya ihtiyaç var…
Üç Kadın… Bu toprakların derinliklerinde, Türkiye gerçeği, bu coğrafyada yaşayan halkların gerçeği olarak yaşamaya devam edecekler. Sakine, Fidan, Leyla…
Özgürlük mücadelesi devam ediyor. “Öldürürüm” diyenler değil, “uğrunda ölürüm” diyenler kazanacak…
Üç Kadın… Sakine, Fidan, Leyla…
Üç kibrit çöpü’dür.
Tutsak bedenlerde,
Başkaldırıyı anlatan;
Biri Halkım,
Biri belasına sevdalandığım Ülkem,
Biri Özgürlük…