Her biri ikişer Patriot bataryasını Türkiye’ye tahsis ettikleri için Amerikan, Hollanda ve Almanya hükümetlerine herhalde ulusça müteşekkirizdir. Öyle olmamız gerekir. Çünkü Patriotlar Suriye üzerinde fiili bir uçuşa yasak bölge oluşturulsun diye değil, Türkiye Suriye’ye karşı korunsun diye geliyor. Patriotlarla, konuşlandırılacağı bölgelerden Suriye üzerinde uçuşa yasak bölge ihdas edilmesi teknik açıdan mümkün değil. Bu füzeleri aynı […]
Her biri ikişer Patriot bataryasını Türkiye’ye tahsis ettikleri için Amerikan, Hollanda ve Almanya hükümetlerine herhalde ulusça müteşekkirizdir.
Öyle olmamız gerekir. Çünkü Patriotlar Suriye üzerinde fiili bir uçuşa yasak bölge oluşturulsun diye değil, Türkiye Suriye’ye karşı korunsun diye geliyor.
Patriotlarla, konuşlandırılacağı bölgelerden Suriye üzerinde uçuşa yasak bölge ihdas edilmesi teknik açıdan mümkün değil. Bu füzeleri aynı amaçla bu kez sınırın sıfır noktasına koysanız, astarı yüzünden pahalı bir iş yapmış olursunuz. Ata binen şımarık müteahhidin Rolls Royce’unu ralliye sokması gibi bir durumdur. Tek başına Patriotlarla uçuşa yasak bölge uygulamasının rasyonel ve maliyet etkin bir çözüm olamayacağı en başından belliydi.
Geçelim; bizi Patriotların gerçek geliş nedeni ilgilendiriyor.
O neden de maalesef şu: Ankara’nın sonunda NATO’dan Patriot ricasında bulunmak zorunda kalması, Türkiye’nin sahip olduğu askeri kapasitenin, izleye geldiği Şam rejimini devirme politikasını taşımaya yetmediğinin göstergesidir.
Türkiye’nin Şam rejimini devirmek için askerini doğrudan Suriye topraklarına sokmak haricindeki bütün seçeneklere müracaat ettiğini biliyoruz. Bunların ne olduğunu hatırlatmaya gerek yok.
Türkiye Şam’a baş düşman muamelesi yaptı; şimdi bunun karşılığında Baas rejiminden düşmanlık bekliyor olması doğal. Ve bu rejimin ordusunda kimyasal silahlar ve bunları uzaktaki hedeflere ulaştırabilen balistik füzeler var.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterinde ise Suriye füzelerini havadayken imha edebilecek bir askeri kapasite yok.
Suriye bugün Ankara’nın ülkesine yönelik bir güvenlik tehdidi olarak algıladığı bu kimyasal silah ve balistik füze kapasitesini zamanında İsrail’in nükleer kapasitesini dengelemek için edindi.
Ve Ankara’dakiler zalim Baas rejimiyle can ciğer kuzu sarması iken de o Scudlar ve kimyasal silahlar Suriye’deydi…
Bugün yeni Türk dış politikasının mimarlarını korkutan senaryo ise Şam rejiminin çöküş anında Baas unsurlarının düşman Türkiye’yi cezalandırmak, krizin içine çekmek ve bütün bölgeyi istikrarsızlaştırmak için Scudları ülkemize ateşlemesi gibi bir güvenlik tehdidini içeriyor.
Neticede, Suriye’nin bu ürküten kapasitesine karşı NATO’dan yardım istenmek durumunda kalınması, iktidarın aşırıcı ve ölçüsüz Suriye politikasının bir sonucudur.
Bu olay vesilesiyle bir kez daha, Türkiye’nin diğer birçok alandaki yetersizliğinin yanı sıra, askeri kapasite açığı da fena sırıtmıştır.
Bu arada, Türkiye’nin Suriye politikasının Batılı müttefikleriyle olan tek ortak çıkar temeli Şam rejiminin yıkılmasıdır. Ankara hem bu amaçla kullandığı yöntemler, hem desteklediği unsurlar, hem de Suriye tasavvuru itibarı ile şimdi Patriot istediği Batılı müttefiklerinden ayrılmakta ve hatta onlarla bazen ters düşmektedir.
“1990-91 ve 2003’te de Türkiye’ye Patriotlar konuşlandırılmıştı. O zaman da Türkiye’nin askeri kapasite açığı yok muydu?” diye soracak olanlara cevabımız, “Değerlendirme kriterleri değişti; Türkiye bu kez durumdan doğrudan sorumlu” olacaktır. Hani şu, reaktif/proaktif dış politika farkı var ya, o işte.