Burjuvazi ile proletaryanın yüzyıllardır süren sınıf savaşı sayısız alanda vuku bulur. Bu mücadele, ekonomiden siyasete, bilimden sanata uzanır, yaşam ağacında olduğu gibi geniş bir çeşitlilik gösterir. Pek çok değişkene bağlı olarak söz konusu alanların ağırlığı değişkenlik içerisindedir; ama bunlar içinde biri vardır ki, hayati önemine karşılık sosyalistler tarafından yeterince önem verilmez. İstihbarat, özellikle Türkiye devrimci […]
Burjuvazi ile proletaryanın yüzyıllardır süren sınıf savaşı sayısız alanda vuku bulur. Bu mücadele, ekonomiden siyasete, bilimden sanata uzanır, yaşam ağacında olduğu gibi geniş bir çeşitlilik gösterir. Pek çok değişkene bağlı olarak söz konusu alanların ağırlığı değişkenlik içerisindedir; ama bunlar içinde biri vardır ki, hayati önemine karşılık sosyalistler tarafından yeterince önem verilmez. İstihbarat, özellikle Türkiye devrimci hareketi söz konusu olduğunda, görmediği ilginin cezasını ziyadesiyle ödetmiştir. Ne ki, aynı suskunluk ve eylemsizlik bugün de varlığını sürdürmektedir.
Raflar dolusu kitaplarla Marx-Engels’in görüşlerini, Ekim devrimini, Bolşevik kadroları, komünist hareketlerin tarihini incelemiş bulunuyoruz; ama ne ilginçtir ki, bu yazıda ele almaya çalışacağım iki iddia söz konusu olduğunda tıkanıp kalıyoruz. Burjuvazinin kara propagandası diyerek geçiştirdiğimiz iki tez, devrimci istihbarat bilgisinden ne kadar uzakta olduğumuzu gösteriyor. Bunlardan ilki, Marx-Engels ve masonluk, ikincisi de Lenin ve Alman ajanlığı meselesidir. Evet, okuyuculardan bazıları “komplo teorisi”(2)1 alanına giriş yaptığımızı düşünecektir, gel gelelim benim öyle bir niyetim yok. Amacım, öne sürülenleri elimin tersiyle itmek yerine üzerine gidip “aynanın arkası”nda neler olduğunu açığa çıkarmak. Bu doğrultuda, kendilerinden çok şey öğrendiğim iki araştırmacı-yazarın birer kitabından (2)2, 3 yararlanacağım. Bakalım hangi yeni ve şaşırtıcı bilgilere erişeceğiz?
Ustalar ve masonluk
Türkiye’de masonluk bahsi açıldığında, ortamı hemen gizemli ve mistik bir hava kaplar. Kimine göre “tüm dünyayı onlar yönetiyor”dur, “her şeyin arkasında Yahudiler var”dır, “komünizm bile bir mason oyunu”dur, “Marx da mason”dur. Kimine göre ise “bunlar deli saçması”dır, “paranoyak bireylerin komplo teorileri”dir, “konuşmaya bile değmez.” Çoğunlukla olduğu gibi, iki kanadın da konuştukları konuya dair bilimsel bilgisi ve sınıfsal bakış açısı yoktur ve onu elde etmek için çaba harcamazlar. Halid Özkul’un, yayınevinin “Emperyalizmin Gizli Örgütleri” dizisinde basımı yapılan eseri, M.Ö. V. yüzyıldan başlayarak onlarca farklı yapılanmayı ele alıyor ve EK 4’te, “K. Marx-F. Engels ve Masonluk” başlığıyla, yukarıda değindiğim ilk iddianın üzerindeki sır perdesini kaldırıyor. Güzelliğe bakın ki bunu, Marx’a ait olan ve yoldaşı Engels’le beraber her zaman sadık kaldıkları bir sözü temel alarak yapıyor.(3)4 Özkul masonluğun, “aristokrat-burjuva ideolojisinin mutlak hegemonyası için örgütlenmiş” olduğunu ve asparagasın kaynağında, Marx’ın Yahudi kökenli bir aileden gelmesinin bulunduğunu belirtiyor; ama her şey bundan ibaret değil. Tarihsel bilginin edinilmesi amacıyla Marx-Engels öncesi devrimci, sosyalist düşünce ve hareketlere dair -özellikle Fransız geleneği- bir özet sunuyor; masonik ögeler içeren, yarı-gizli lonca geleneğini sürdürenlerden, burjuva demokrat ve sosyalist cumhuriyetçi örgütlenmelerden örnekler sunuyor. Konumuz açısından öne çıkan, masonların egemenliğindeki Horlananlar Birliği‘nden ayrılanların kurduğu Haklılar Birliği. Marx ve Engels, yaşamları süresince devam edecek olan dostlukları ve ortak mücadelelerine henüz başlamamış olsalar da, birbirleriyle uyumlu bir şekilde bu ve benzeri yapıların teori ve eylemlerine eleştirel yaklaşıyorlar. Bununla beraber, çekirdek hâlindeki devrimci ögeleri güçlendirmeye çalışıyorlar; Britanya’daki Chartistler ve Haklılar Birliği üyeleri arasında yakınlık sağlama, enternasyonal bir örgüt kurdurma arzuları bunun bir göstergesi. Çabaları sonuç veriyor ve onların ayrılmasından sonra, 1845’te Londra’da Kardeş Demokratlar kuruluyor. Burada Fransız radikal burjuva devrimcilerinin ilkeleri ve masonik semboller, işaretler, deyimler göze çarpıyor. Tüm bu karşı-devrimci propaganda malzemelerine rağmen, örgüt yönetiminde proleter unsurlar var ve Engels’in amacı, örgütün “küçük burjuva hayallerini aşmasına ve proleter devrimci bir örgüt durumuna dönüşmesine yardımcı” olmak.
1847 ilkbaharında Haklılar Birliği temsilcisi, Marx ve Engels ile buluşarak onları birliğe katılmaya davet ediyor. Önceki teklifleri reddeden iki komünist, düşüncelerinin dile getirilmesi ve bunun daha sonra birliğin manifestosu olarak yayımlanması kararıyla çağrıyı kabul ediyorlar. 2 Haziran 1847’de, Londra’da gerçekleştirilen kongrede örgüt tüm masonik etkilerden temizleniyor ve Komünistler Birliği adını alıyor. “Birliğin amacı, burjuvazinin yıkılması, proletarya egemenliği, sınıf rekabetleri üzerine kurulmuş eski burjuva toplumunun ortadan kaldırılması, sınıfsız ve özel mülkiyetsiz yeni bir toplumun kurulması” olarak belirleniyor. Masonik “Bütün insanlar kardeştir!” sloganı yerini, “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” çağrısına bırakıyor. Marx-Engels, burada faaliyetlerini sürdürmenin yanı sıra Komünist Manifesto‘nun yazılması, kimi başka derneklerin ve tabii ki Enternasyonal‘in kurulması, uluslararası dayanışmanın örülmesi ve giderek bir işçi sınıfı partisinin inşa edilmesi süreçlerinde rol alıyorlar.
Bilimsel sosyalizmin kurucusu bu iki devrimci bilim insanı hakkındaki iddiaların tarihsel arka planını sunduktan sonra, şimdi ikinci iddia ve cevaba geçelim; kaynağımız Aytunç Altındal.
Sorguda bir ajan
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın taraflarından olan İngiltere, Çarlık Rusyası’nın savaştan çekilmesi durumunda Almanlar’a yenileceğini biliyor ve bu amaçla, Rusya’da kendi aleyhine propaganda yürüten kadroları tasfiye etmeye çalışıyor, ki bunlardan biri meşhur Rasputin. Daha önemlisi ise İngiliz istihbaratçısı Sir George Buchanan, Almanlar’ın, savaştan çekilmeleri hâlinde Ruslar’a, İstanbul’u, Ortodoks Kilisesi’nin egemenliğini ve Polonya’nın bazı bölgelerini “rüşvet” olarak teklif ettikleri bilgisini alıyor. Çar Nikola bu teklifi reddediyor ve Almanya intikam planını kurguluyor: 1917’de, bir trenle Rusya’ya gönderdiği ajan ihtilali başlatıyor, Çar ailesini kurşuna dizdiriyor. 1995’te Almanya’nın yaptığı yarı-resmi açıklamaya göre bu kişi Lenin. Tabii iddiaların asıl dayanağı çok daha gerilere gidiyor.
1917’de Bolşevikler’in iktidara gelmesini takiben Politbüro, Çarlık dönemindeki gizli servis Okrana‘yı ilga ederek yerine Çeka‘yı (4)5 kuruyor. Yönetim, H. Özkul’un bir eserini (5)6 ithaf ettiği, devrimci istihbaratçı Felix Edmundovich Dzerjhinski‘ye bırakılıyor. Çeka, “Batılı hükümetleri aldatmak ve Bolşevikler’e yönelik baskıları kırmak için ‘Trust’ adlı bir örgüt” kuruyor; ama görünürdeki işlevi, karşı-devrimci yayınlarla Bolşevikler’i kötülemek, Çarlık düzenini yeniden inşa etmek amacıyla kadro ve yardım kazanmak. Dzerjhinski, bu alanda -“front” (perde) örgütlenme- tarihteki en başarılı örgütü yöneterek, İngiltere, Fransa ve ABD’den Trust’a büyük paralar akmasını sağlıyor; Fransa, Türkiye ve Almanya’ya sığınmış aristokratların SSCB’ye dönmeleriyle onların gücünü kırıyor. Trust öylesine etkin ki, General Boris Sevinkov başkanlığında gerçekten Bolşevik karşıtı kurulan UDDF ve ona bağlı silahlı örgüt ROUS hiçbir varlık gösteremiyor; hatta Dzerjhinski, alay edercesine, UDDF’nin Lenin tarafından denetlenen, “deception” (aldatma) amaçlı bir birim olduğunu ileri sürüyor ve Batılılar’ın desteğini azaltmalarına sebep
oluyor.
1923’e gelindiğinde, biri gerçeği fark ediyor. Altındal’ın “gelmiş geçmiş en karizmatik casus” olarak nitelendirdiği ve James Bond karakterine temel olan üç isimden birisi var karşımızda: Sir George Sydney Reilly7.(6) Hemen her ülkede farklı bir isimle tanınan, geçtiğimiz yüzyılın en önemli casuslarından Reilly, Sovyet yetkililerine göre, 30 Ağustos 1918’de Lenin’e tabancayla ateş eden ve fakat öldüremeyen Fanya Kaplan‘ı yönlendiren kişi. (7)8 1925’te kaçak olarak Sovyet Rusya’ya giren Reilly, gerçekte Trust ve Çeka adına çalışan; ama MI-6 ajanı sanılan bir kişi tarafından karşılanıyor. Trust’ın merkez kadrosunun Moskova’da bulunduğu iddiasıyla, faaliyetlere buradan başlamayı kararlaştırıyorlar. Bir süre sonra, tuzağa düşürüldüğünü fark edip Finlandiya’ya kaçmaya çalışırken Çeka tarafından yakalanan Reilly, sorgulanmak üzere tutuklanıyor.
“En az altı ülke hesabına ve/veya onlara karşı istihbarat faaliyetine katılan” bu ünlü casus, sorgusunda şöyle konuşuyor: “Ben 1915’te Alman istihbaratı için çalışıyordum. Zürih’te yaşayan Rus vatandaşı bir Alman casusuyla tanıştım. Adı Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin’di.”
Reilly’nin sonunu merak etmişsinizdir. İngiltere’nin ısrarları üzerine, Sovyetler Birliği 1927’de yaptığı açıklamayla, Reilly’yi Eylül 1925’te tutukladıklarını açıklıyor; ama daha fazla bir şey söylemiyor. İngiliz istihbaratı ise, ajanlarının 5 Kasım 1925’te, Dzerjhinski’nin de 20 Temmuz 1926’da Stalin’in emriyle öldürüldüğü kanısında; resmi açıklamadaysa, Dzerjhinski’nin, geçirdiği bir kalp krizi neticesinde son nefesini verdiği belirtiliyor. (8)9
Mücadele her alanda
Başlarken belirttiğim gibi, sınıf savaşı her alanda devam ediyor. Bilimsel sosyalizm, devrimci istihbarata, özellikle günümüz koşullarında büyük önem vermekle yükümlüdür. Onurlu bir kavga yürütenler, kuşkusuz ki her türlü iftiraya maruz kalacaklardır; ama haklılığımıza sığınmakla yetinemeyiz. Marx-Engels ve Lenin üzerinden çıktığım yolculukta, gerçeğin bambaşka boyutlarıyla karşılaştım. Son olarak, bu tür araştırma ve incelemelere eğilmemizin gerekliliği üzerine, sözü H. Özkul’a bırakalım: “günümüzün bu ‘sürekli devrimci’ koşullarında asimetrik savaşın paradoksal taktikleri olarak başvurulan bu psikolojik yalan saldırısına cevap vermek de bir devrimci bilinçli eylem zorunluluğu olarak karşımıza çıkmıştır.”
Notlar:
(1) “Komplo teorisi” olmaz. Komplo, tuzaktır. “Konspirasyon”un (fesat) teorisi olur. Bu ayrımın yapılamıyor oluşu bile, istihbarat alanındaki bilgi eksikliğimizin göstergesidir.
(2) Halid Özkul, Gizli Ordular (RT-CFR-BG-TC), Sorun Yayınları, 1. baskı, Aralık 2005;
Aytunç Altındal, Türkiye’de ve Dünya’da Casuslar, Destek Yayınları, 1. baskı, Nisan 2008
(3) “Görünen ile gerçek aynı olsaydı bilime ne gerek kalırdı?”
(4) Çeka, 1922’de GPU ve sonra OGPU, 1934’te NKVD, 1953-54’te ise KGB adını almıştır.
(5) Halid Özkul, Devlet Terörü ve Ajan-Provokatörler, Destek Yayınları, 1. baskı, 2011
(6) Asıl adı Salomon “Shlom” Rosenblum, 1873 Odessa doğumlu.
(7) Lenin, suikast sonrası felç geçirmiş, bu yaraların bir türlü iyileşmemesi neticesinde ölmüştü. Özkul’a göre, Kaplan’ın kullandığı kurşunlar zehirliydi.
(8) Özkul’a göre, Dzerjhinski’nin ölüm sebebi beyin kanamasıydı.
Murat Naroğlu
04.12.2012
Tunceli/Pertek